Marksist.org'un "Ülkelerine gidip gelebiliyorlarsa mülteci değiller" şeklindeki iddialara ilişkin Suriyeli göçmenler yazı dizisi devam ediyor.
Serinin altıncı yazısını, insani yardım çalışanı Umut Ezgi Bozdağ kaleme aldı:
Gidebileceği bir yeri olmalı insanın
Dostoyevski, Suç ve Ceza'da "Her insanın gidebileceği, başını sokabileceği bir yeri olması gerekir. Çünkü öyle bir an olur ki insanın mutlaka gitmesi gerekir" sözleriyle, evin sadece mekansal bir mesele olmadığını ne de güzel anlatmıştı. Suriyelilerin bayram nedeniyle memleketlerini ziyaret etmeleri üzerinden dönen tartışmada aklıma ilk bu sözler geldi. Mültecilik -hukuksal tanımı bir yana- insanın tam da gitmesi gerektiği bir zaman geldiğinde gidebileceği bir yeri olması durumu değil miydi? Ya da tam tersine, gitmek isteyip de gidebilecek bir yeri olmaması durumu.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 16 Mayıs 2019 tarihli açıklamasına göre, Türkiye’deki geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı toplam 3 milyon 606 bin 737 kişi oldu. Buradaki "geçici koruma altındaki" vurgusu önemli, çünkü yapılan tartışmalarda sık sık mültecilik, sığınmacılık, göçmenlik, kaçak göçmenlik kavramlarının bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde rastgele kullanıldığını görüyoruz. Mültecilik kavramının bile günümüzde çok kompleks hâle gelmiş olan zorunlu göçü tam olarak karşılayamadığı, Batı ülkelerinin kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamaya giderek "mültecilik" kavramını politize ettiği tartışmaları Avrupa'da sürerken, Türkiye, mültecilik kavramının ortaya çıkmasını sağlayan 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme'yi imzalamakla birlikte sözleşmeye coğrafi çekince koyarak Avrupa kıtası dışından gelenlere Türkiye'de mültecilik statüsü (statü mültecilerin haklarını koruma altına almakta) verilmesinin önünü kapatmıştır.
Türkiye'de Suriyelilerin durumu 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesine istinaden 22 Ekim 2014 tarihinde yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği ve 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile düzenlendi. Geçici koruma, ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen ve bireysel ya da kitlesel olarak Türkiye sınırlarına gelen ya da Türkiye sınırlarından geçen ve koruma başvuruları bireysel olarak değerlendirmeye alınmayan yabancılara uygulanmaktadır. Yukarıda bahsi geçen 3 milyon 606 bin 737 kişi, geçici koruma statüsü altında Türkiye'de bulunmaktadır. Geçici koruma statüsü hukuksal olarak sağlık, eğitim gibi hizmetlere erişimi koruma altına alsa da burada ayrıntısına giremeyeceğim şekilde çalışma iznine erişimi oldukça sınırlamıştır ve başka bir şehire gitmek için Göç İdaresi'nden izin almak gibi yaptırımları vardır. Ayrıca uluslararası hukuk tarafından korunan mültecilik statüsünden farklı olarak, Türkiye, adı üstünde geçici olan geçici koruma statüsünü fesh etme hakkını saklı tutmuştur. Son dönemde Türkiye, geçici koruma statüsünün altında kimlik edinmeyi zorlaştırmış, hatta durdurmuştur.
Şunu da eklemekte fayda var, Suriyelilerin bir kısmı geçici korumanın çalışma izni, şehirlerarası seyahat izni üzerindeki kısıtlamaları nedeniyle geçici koruma altına girmek istememiş, bütün yabancıların tabii olduğu Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu gereğince ikamet izni alarak Türkiye'de bulunmaktadırlar. En önemlisi ise geçici koruma altındaki Suriyeliler, ülkelerine geri döndükleri takdirde geçici koruma statüleri sona ermektedir ve gönüllü olarak geri döndükleri varsayılmaktadır.
1999 tarihinde Şanlıurfa ve Haseki valilikleri arasında imzalanan bir protokolle, her iki il sınırları içinde yaşayan akrabaların, idari mektupla sınırı geçerek 48 saat süreyle birbirlerinin evlerinde bayramlaşmalarına izin verildi. Yani bahsi geçen Göç idaresi'nin 29 Mayıs 2019 tarihinde yayınladığı verilere göre bayramda Suriye'ye giden 12 bin 817 Suriyeli, bu protokol gereğince Suriye'ye gidiyorlar. Her sene mültecilerin bir kısmı gönüllü olarak geri dönmüyor.
Buradaki önemli nokta, gönüllü geri dönüşün Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) oluşturduğu uluslararası mülteci hukuku gereği üç "kalıcı çözüm"(entegrasyon, 3. ülkeye yerleştirme, gönüllü geri dönüş) seçeneğinden biri olmasıdır. Türkiye her ne kadar 1951 Sözleşmesi'ne coğrafi çekince koymuş olsa da Geçici Koruma Statüsü geçici koruma uygulaması öncelikle bu koruma kapsamında olan kişilerin istekleri dışında Suriye’ye geri gönderilmemelerini güvence altına almaktadır. Geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi 1951 Sözleşmesi'nin yapı taşıdır. Türkiye böylece uluslararası yükümlülüklere uyduğunu göstermek istemektedir.
Şu da unutulmamalıdır ki, geri gönderme şartlarının oluşması için çatışmaların bitmesi yeterli değildir. Uluslararası mülteci hukuku, politik durağanlığın sağlanamaması ya da sistematik insan hakları ihlallerinin devam etmesi hâlinde geri göndermeyi kabul etmez. Yani söylenildiği gibi ülkesine giden gelen tek mülteci topluluğu Türkiye'de değil. Birçok örnek verilebilir fakat Sudan'daki Somalili mülteciler bunlardan biridir. Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin dinamikleri farklıdır.
İşin hukuksal ve istatistiksel durumu buyken, yaşadığımız post-gerçek dünyanın Türkiye'deki yansıması olguları geçersiz hâle getirdi. Suriyelilere sadece bir güvenlik sorunu olarak bakmak ya da onları aşağı görmek normalleşti. Suriyeliler bir halk ya da insan/birey olarak değil, politik amaçlar açısından değerlendirildi. Türkiye-Avrupa Birliği (AB) Mülteci Antlaşması gibi politik gerçeklikler görmezden gelindi.
Suriye'de belli bölgelerde çatışmaların bittiği, Türkiye'nin halihazırda ekonomik olarak zor günler geçirdiği, yaklaşık 4 milyon kişinin ülkedeki sağlık,eğitim hizmetlerine yük getirdiği ne kadar doğruysa, çatışmalar bitse bile Suriye'ye dönmek istese bile dönemeyecek milyonlar olduğu, Türkiye deki ekonomik durumun Suriyelilerden kaynaklanmadığı, hatta sistemin en çok Suriyeli yoksul kesimi sömürdüğü, en son rakamlara göre Türkiye'deki Suriyeli 400 bin çocuğun okula gidemediği de o kadar doğru.
Çatışmaların bazı bölgelerde bitmesi, Suriye'deki sistematik insan hakları ihlallerinin bittiği anlamına gelmiyor. Çoğu Suriyeli dönmeleri hâlinde ne ile karşılaşacaklarını bilmiyor. Yakın zamanda Almanya'da aile birleşiminde karşılaştıkları zorluklar nedeniyle Suriye'ye geri dönme kararı alan iki Suriyeli mültecinin karakola çağrıldıktan sonra ortadan kaybolmaları bunu doğruluyor.
Türkiye ile Almanya arasında mülteci politikası karşılaştırmaları yapılırken sürekli sınırdışı edilen ve suça karışmış Suriyelilerden bahsediliyor, fakat Suriyelilerin Almanya'da mülteci statüsü sahibi olduğu, sürecin başından beri mültecilerin entegrasyonu için dil kursları, mesleki eğitimler organize edildiği, barınak ve aylık sağlandığı nedense görmezden geliniyor. Türkiye ise sürecin başında açık kapı politikası uygulamakla birlikte Suriyelilerin geçici, yani "misafir" olduğu üzerine bir politika izledi. Sivil toplum çözümler üretmeye çalışsa da yeterli olmadı (Ayrıca herkesin "Suriyelilere para dağıtılıyor" diye bahsettiği Türkiye-AB Mülteci Antlaşması sonucu dağıtılan yardımlar var).
Sonuçta Suriyeliler kendi başlarının çarelerine bakmak zorunda kaldı. Sosyo-ekonomik olarak durumu iyi olanlar bir şekilde kendilerini kurtarırken, geri kalanlar için sonuç yarı maaşa kaçak çalışan insanlar, çocuk işçiliği ve çocuk gelinler ve birilerinin ikinci eşi olmak dışında başka seçeneği olmayan kadınlar oldu. Almanya 'da ise yeni yayınlanan bir rapor, mültecilerin çoğunun topluma katkı sağlamaya başladığını, dil öğrendiğini doğruluyor.
Suriyelilere insan haklarını çok görenler, kendi insan haklarını da tehlikeye attıklarının farkında değiller. Bir gruba yapılan haksızlık yarın kendilerine yapılacak haksızlıkları da normalleştirecektir. Türkiye'nin daha demokratik bir ülke olması tam da Suriyeliler daha fazla hakka sahip oldukça gerçekleşecek.
Herkesin bayramda ya da değil eve gitmeye, ailesini görmeye hakkı olmalı ya da evi yıkıldığında yeniden başlayabileceği bir eve sahip olmaya.
Umut Ezgi Bozdağ