DSİP tarafından düzenlenen 5 günlük toplantılar dizisi Marksizm 2019, dün İstanbul'da iki oturumdaki tartışmalarla başladı.
1992 yılından beri düzenlenen Marksizm toplantıları, bu yıl İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nin arka sokağındaki Cezayir toplantı salonunda gerçekleştiriliyor.
Dün 17:00'deki açılış oturumunda, konu göçmenler ve ırkçılığa karşı dayanışma idi.
Konuşmalardan öne çıkanlar şöyleydi:
Tuğba Çelik (DSİP üyesi): "AKP göçmenleri tehdit unsuru olarak görüyor, CHP ise geri göndermeye çalışıyor"
Sınır nedir? Eskiden coğrafi koşullar, iklim koşulları sınırları belirlerdi, şimdi sınırlar birileri tarafından çiziliyor. Birileri tarafından çizilmiş sınırları geçtiğinizde birden suçlu, lanetli oluyorsunuz.
Dünyada, hatta Avrupa Birliği sınırları içinde bile devletler sınırlara duvarlar örmek için devasa yatırımlar yapıyor. Mevcut devletler, ulus devlet hapishaneleri hâline geliyor. 67 ülke sınırlarına duvarlar örüyor. AB içindeki Macaristan duvar örüyor.
Denizle çevrelenen sınırları aşmak isteyen binlerce göçmen denizlerde öldüler. Ya da Yeni Zelanda’da olduğu gibi nefret suçlarına zemin hazırlandı.
AKP iktidarı göçmenleri sürekli tehdit unsuru olarak kullanıyor, CHP ise geri göndermeye çalışıyor. Mültecilerin geri dönecekleri bir yerleri yok, çünkü zaten yaşadıkları zor koşullardan kaçtılar.
Mülteciler emekçi sınıfın bir parçasıdır, Suriyeli işçiler, Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır, çözüm buradan çıkacaktır.
Fuat Kına (Emek ve Adalet Platformu): "Göçmenlere düşmanlık yapanlar sağcıdır"
Göçmen düşmanlığının psikolojik, ekonomik ve politik faktörleri var. Politik olarak Avrupa’da göçmenlerle dayanışma sol kesim tarafından sağlanır, göçmen düşmanlığını sağ kesim yapar. Argümanların en etkili olanı ekonomik. Göçmenlerin işlerimizi elimizden aldığı, kiraların yükselmesine, pahalılığa neden olduğu anlatılır. Aslında göçmenler içinde yaşadığımız toplumun en yoksul, güvencesiz koşullarda yaşayan kesimidir.
AKP, göçmenleri STK’ların insafına terk etti. Ensar-muhacir söylemi geliştirdi ama gereğini yapmadı. Bunu zorlayalım, “ensar iseniz mallarınızı muhacirlerle paylaşın, onları yoksulluk içinde bırakmayın” diyelim. Peygamberimiz zamanında bu böyle yapılmıştı, Medine’deki ensar, göç eden Mekkeli muhacirlere topraklarının yarısını vermişti.
Polat Alpman (Göç Araştırmaları Derneği): "Pahalılığa neden olan göçmenler değil devlet"
Kemalizmin icad edip geliştirdiği Türk kimliğinin içine Sünni İslam'ı katmak AKP’nin bir başarısıdır. Milliyetçi Türk ideolojisi, bu sınırlar içindeki her şeyi kendi mülkü olarak görür ve herkesten kıskanır, o yüzden mültecileri sevmez. Sıradan halk ise pahalılığa neden olduğunu düşündüğü için göçmenleri sevmez. Halbuki pahalılığa neden olan, devlettir, halk bunu görmez.
Sınırların icadı önemli bir 20.yüzyıl icadıdır. Sınırlar insan yapımıdır, bazıları şöyle der: “Irkçı değilim ama Suriyeliler sınırın öbür tarafına gitsin”.
“Hepimiz göçmeniz” sloganı değerli bir slogan. Bir toplumda göçmenlere yapılan ayrımcılıklar, onlara evleri pahalı kiralamak, onları ucuz işçi olarak çalıştırmak gibi davranışlar, sonunda tüm topluma yayılır. Herkes yüksek kiralarla boğuşmak, ucuz işçi olarak çalışmak zorunda kalır.
Türkiye’de 4 milyon Suriyeli var, her yıl 600 bin çocuk doğuyor. Bu göçmenlerin hiçbir hakları yok, onları misafir sayıyoruz. Dünyada hiçbir ülkede zorunlu göç edenlerin geri dönüşü yüzde 20’nin üzerine çıkmamış. Suriye'den gelenler büyük oranda burada yaşamaya devam edecekler, geri dönmeyecekler, zaten döndüklerinde Esad’ın onlara ne yapacağı ortada. Türkiye bugün artık aynı zamanda bir Arap devleti, buna alışmamız gerekir.
Devletin mültecilere vatandaşlık hakkı vermesini talep etmeliyiz. Mültecilere yönelik olumsuz dille mücadele etmeliyiz. Vatandaşlık kimsenin mülkiyetinde değil. Bir mültecinin Türkiye’de nasıl vatandaş olabileceğinin prosedürünü öğrenebilmesi gerekir. Bu süreç; soy, sop, ırk esasına göre değil, hukuki bir süreç olmalıdır.
Marksizm 2019'un ilk oturumunda katılımcılar dövizlerle fotoğraf çektirerek ırkçılığa karşı tüm dünyadaki mültecilerle dayanışma gösterdiler. Sloganlarda Yeli Zelanda katliamı lanetlenirken, göçmenlerin mültecilik hakkı, göçmen işçilerin sendikalaşma hakkı ve sınırların açılması talepleri dile getirildi.
İlk oturumda salondan yapılan katkılarsa şöyleydi:
- Göçmenlere yönelik siyasetin dili giderek sertleşiyor. Göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların artma ihtimali yüksek. Irkçılığa karşı çıkmak için dayanışma kampanyası yapıyoruz. Suriyeliler savaştan kaçtılar, tekrar savaş koşullarına gönderilemezler.
- Ekonomik kriz göçmen düşmanlığını artıracak. Göçmenlik herkesin başına gelebilir. Milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı en önemli tavır, göçmenlere dayanışma sağlamaktır.
- Avrupa’da sol göçmenlerle dayanışma sağlıyor, bizde ise sol sayılan CHP göçmen düşmanlığı yapıyor, bunu eleştirmek gerekir.
- Söylemde CHP göçmen düşmanlığı konusunda önde ama çadır yakma, göçmenlere fiili saldırılar daha çok AKP-MHP belediyelerinde gerçekleşiyor.
Otoriterleşen dünyada bağımsız bir medya mümkün mü?
İkinci oturumda ise giderek sağa kayan ve otoriterliğin yükseldiği dünyada medyanın rolü tartışıldı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde araştırma görevlisiyken KHK ile ihraç edilen barış akademisyeni Can Irmak Özinanır, Medyascope muhabiri Canan Coşkun ve Serbestiyet yazarı Alper Görmüş toplantıda konuşmacı olarak yer aldılar.
Sunumlardan öne çıkan vurgular şöyleydi:
Can Irmak Özinanır (DSİP): "Özgür basın mümkün değil ama basın özgürlüğü önemli"
Liberal teoride "medya dördüncü kuvvettir" denir. Otoriter dönemde ise medyanın manipule edilen karanlık bir güç olduğu söylenir. Her ikisi de yanlıştır. Medya toplumsal ilişkilerin içinde şekillenir. Eski medyaya övgüler dizilir ama 90’lar medyası neoliberalizmin medyasıydı.
Medya organları kendilerinin bağımsız ve tarafsız olduğunu iddia ederler. Medya tarafsız olamaz, hiçbir metin tarafsız yazılamaz.
Medya kapitalist üretim sürecinin bir parçasıdır, reklam gelirleri ile yaşar, devletin bir parçasıdır. Az da olsa çatlaklardan sızmaya çalışan, ezilenlerin sesi olan medya vardır.
80 sonrası kapitalist patronların çoğu medya şirketleri kurdu, politikalara yön vermeye çalıştı. 90’larda ordudan emir alan bir medya vardı, 2000’li yıllarda AKP medyası ortaya çıktı ve yayıldı. Özgür basın mümkün değil ama basın özgürlüğü önemlidir. Muktedirler hakikati tekellerinde tutmak isterler, ama bunu başaramazlar. Geçmişte duvar gazeteleri vardı, şimdi sosyal medya var.
Canan Coşkun (Medyascope): "Bağımsız gazetecilik için vicdan ve haysiyet şart"
Vicdan ve haysiyet, bağımsız gazetecilik için şart. Cumhuriyet gazetesi bazı dönemler, yönetimin de etkisi ile bağımsız bir çizgi izledi. O dönemlerde Cumhuriyet’te çalıştım, Gezi olaylarında gazetecilik yaptım. Şimdi Medyascope’da çalışıyorum, internet gazeteciliği yapıyorum. İnternet gazeteciliğinin elinde önemli teknik imkanlar var. İktidar medyası tetikçilik yapıyor, kim gözaltına alınacak, kim işten kovulacak, bunları yazabiliyor. Bugün pek çok gazeteci, sırf gazetecilik yaptığı için hapiste. Bazı hukuksuzluklar batı medyasında da var.
Alper Görmüş (Serbestiyet): "Otoriter liderler toplumun taleplerini duymak istemezler"
Dünya sadece otoriterlikten oluşmuyor. Mesela medyanın teknik altyapısı giderek güçleniyor. Yine daha demokratik ülkeler var ve bunlar otoriterleşen ülkeler ile etkileşim hâlinde. Kimse içine kapalı kalamıyor, bu da değişik basınçlar yaratıyor.
Demokratik ülkelerdeki yöneticiler, toplumu anlamak ve daha iyi yönetmek için toplumun taleplerini öğrenmek ister, bunun için de bağımsız medyaya ihtiyaç duyar. Otoriter ülke yöneticileri ise toplumun taleplerini duymak istemez. Otokratlar kendi taleplerinin, hedeflerinin topluma iletilmesini sağlayacak, emir komuta zincirinde bir medya ister.
Dünya bugün otoriterleşiyor ama aynı zamanda küreselleşiyor, teknik alt yapı denetlenemeyecek kadar gelişti, büyüdü. Otoriter ülkeler bağımsız medyayı engelliyorlar ama demokratik ülkelerde bağımsız medya var olmaya devam ediyor. Örneğin 1982 yılında Arjantin ile İngiltere arasında geçen Falkland Savaşı sırasında İngiliz devlet kurumu BBC, savaşı tamamen tarafsız bir şekilde izleyicilerine ulaştırdı. İngiltere’den yana bir yayın yapmadı.
İkinci oturumda salondan katkılarda şunlar öne çıktı:
- Demokratik denen ülke yönetimleri de zaman zaman medyaya müdahale edebiliyorlar ama çoğunlukla ihtiyaç duymuyorlar. Çünkü gazetelerin kapitalist patronları gerekli sansürü sağlıyorlar.
- Medyanın düzeyi, demokrasinin düzeyi ile yakından ilgilidir.
Marksizm 2019 devam ediyor
Marksizm 2019'da Sosyalist İşçi gazetesi ve marksist teori dergisi Enternasyonal Sosyalizm'in yeni sayılarının yanı sıra Z Yayınları'ndan yeni çıkan ve kitaplar ve solla ilgili bir.çok başka yayın kitaplıkta okurlara sunuluyor.
Marksizm'in ilk günü yoğun katılım ve verimli tartışmalarla geçti. İkinci günün programı ise şöyle:
9 Mayıs Perşembe
15:00-16:15: Sanayi 4.0: Bildiğimiz kapitalizmin sonu mu?
Konuşmacılar: Levent Özyıldırım, Özdeş Özbay
17:00-18:15: Gezegen yıkıma uğrarken: İklim krizi durdurulabilir mi?
Konuşmacılar: Nuran Yüce, Ömer Madra
19:00-20:15: Göç ve müzik
Konuşmacı: Evrim Hikmet Öğüt