Sosyalist İşçi gazetesi 2017 yılında dünyanın istikrarsız ve otoriterleşen yüzünü ele alırken direnişe de dikkat çekti.
2017 yılı tüm dünyada, bir yandan krizlerini çözemeyen egemen sınıfların daha otoriter seçeneklere yönelmeye devam ettikleri, diğer yandan da geniş emekçi yığınların bu tarz bir sağa kayışa direndikleri bir yıl oldu. Kasım 2016’da başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, Ocak 2017’de görevine başladı.
Irkçı ve trilyoner bir kapitalist olan Trump, ilk gününde milyonlarca kadını sokakta karşısında gösteri yaparken buldu. En az 20 ülkede 700’den fazla noktada 5 milyonu aşkın kadının eylemlere katıldığı tahmin ediliyor. Bu da, Trump’ta simgeleşen otoriterleşme eğilimlerine karşı tepkinin küresel düzeyde ne ölçüde yaygın olduğunu gösteriyor.
ABD’deki mücadele, göçmen karşıtı yasak girişimini durdurmak için on binlerce aktivistin havaalanlarını işgal etmesiyle, iklim insanlarının gösterileriyle ve çeşitli ayrı muhalefet dinamiklerinin etkinliği sonucu Trump’ın anketlerde oylarının bir hayli düştüğünün görülmesiyle devam etti.
Krizin sonu var mı?
Dünyada neoliberal konsensüsün çöktüğü ve muazzam bir istikrarsızlığın hakim olduğu bu dönemi belirleyen ise 2008 yılında başlayan küresel ekonomik kriz. Tüm dünyada 2010’dan beri görülen en yüksek büyüme oranlarıyla karşı karşıyayız. Ancak OECD araştırmalarına göre, kişi başına düşen gelir üzerinden bakıldığında, yine kriz öncesi seviyeleri yakalamak mümkün olmayacak. Üstelik, 2017-2018’de zirve yaptıktan sonra, toparlanmanın duracağı öngörülüyor. Üretkenlik ve yatırım konusundaki göstergeler ise hedeflenenin altında kalmaya devam edecek. Hem özel sektörde hem de kamuda küresel borcun görülmemiş düzeylere ulaşması ise yeni bir durgunluğun riskini beraberinde getiriyor.
Ekonomik krizin aşılamaması, egemen sınıfın neoliberalizmin yerine neyin konacağı konusundaki bölünmüşlüğü, bunun yansıması olarak her yerde istikrarsızlık, çatışma ve savaş ihtimalleri gibi sonuçlar doğuruyor.
Savaş tamtamları
Trump’ın “içe kapanmacı” ekonomik politikalarının dış dünyaya yönelik uzantıları hiç de barışçıl değildi. 2014’ten beri Ortadoğu’yu “IŞİD’e karşı” bombalayan emperyalist koalisyon, Trump’ın başa gelmesiyle birlikte çok daha ölçüsüz davranmaya başladı. Mart-Nisan aylarından başlayarak Irak ve Suriye’de binlerce sivil ABD’nin hava saldırıları sonucu hayatını kaybetmeye başladı. Musul ve Rakka operasyonlarında IŞİD, çok sayıda sivilin katledilmesi sonucu “temizlendi”.
Öte yandan ABD, Suudi Arabistan’la rekor bir silah anlaşması yaptı. Bu ülkenin diğer Körfez devletlerini de yanına alarak Katar’ı izole etme çabasını destekledi. Ortadoğu’da son olarak Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. Ortadoğu’da farklı bloklaşmalar, bunlara benzer gelişmelerin sonucunda kapsamlı bir çatışmaya girişebilir.
Trump’ın körüklediği bir diğer savaş eğilimi ise Kuzey Kore ile ABD arasında. Irkçı başkan, “dünya barışının korunması” amacıyla kurulduğu anlatılan bir platform olan BM’nin genel kurulunda, bu ülkeyi “tamamen haritadan silmekle” tehdit etti.
Direniş
Savaş ve her yerde yükselen milliyetçilik ve otoriterlik işçi sınıfı açısından ciddi bir sorun. Fakat buna karşılık birçok yerde direnişler de var. Avrupa’da ırkçılığa karşı mültecilerle dayanışan hareketler hâlâ son derece güçlü. Mart ayında birçok ülkede eşzamanlı gösterilerin yanı sıra, örneğin Barselona’da göçmenler kardeşimizdir diyen 150 bin kişi sokağa çıktı. Yunanistan’dan Brezilya’ya bir dizi yerde genel grev ve kitlesel iş bırakma eylemleri gerçekleşti. ABD’de Sanders’ı destekleyen hareketin sonucunda sosyalist örgütlere katılım arttı.
İstikrarsızlığın kalıcılaştığı dünyada eşitlik ve özgürlük isteyenlerin sesinin diğerlerini bastırması için bütün bu mücadeleleri birleştiren devrimci partileri güçlendirmeliyiz.
İklim krizi büyüyor
Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturur oturmaz iklim değişikliğiyle ilgili bölümü Beyaz Saray’ın sitesinden kaldırtmıştı. İlerleyen dönemde ise ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çekti. İklim inkârcısı Trump’a yanıtı ise Harvey ve Irma kasırgaları verdi.
184 ülkeden 15 bin 364 bilim insanının imzasıyla BioScience dergisinde yayınlanan 'İnsanlığa Uyarı' mektubu ise "şiddetli bir biyo çeşitlilik felaketiyle karşı karşıya kalınacağı" saptamasını yaptı. Bilim insanları dört önemli noktanın altını çiziyor: 1. Sera gazının salımı azaltılmıyor , 2. Ormansızlaşma hızlanıyor, 3. Tarım üretiminde ve toprak kullanımında müthiş bir gerileme yaşanıyor, 4. Altıncı büyük kitlesel yok oluş sürecine girilmiş olabilir.
Merkez eriyor
Küresel istikrarsızlık her yerde kutuplaşmaları körüklüyor, merkez sağ ve sol siyasi partilerin güç kaybetmesi ve onun yerine hem sağda hem de solda yeni alternatiflerin ortaya çıkması sonucunu doğuruyor.
Fransa’da yapılan başkanlık seçimlerinde Le Pen’in faşist Ulusal Cephe’si %21.3 oy ile sandıktan ikinci çıktı. Aynı seçimde radikal sol aday Jean-Luc Mélenchon da %19.6 oy almayı başardı. İkinci turda Le Pen’e karşı herkesin birleşmesi çağrılarının sonucu neoliberal merkezin adayı Macron seçimi kazandı.
İngiltere’deki genel seçimlerde ise Corbyn, %19’lardan başladığı yarışı son anda burun farkıyla kaybetti. Kampanyalar iki hafta daha sürseydi, radikal sol aktivist, muhtemelen şu an İngiltere başbakanı olacaktı.
Yılın son çeyreğindeki Almanya seçimleri de ırkçı AfD’nin yükselişi ve merkez partilerin koalisyon oluşturmadaki kriziyle anılıyor.
Halkların eşitsizliğine isyan
2017’nin ikinci yarısı, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadele açısından iki çarpıcı olaya şahit oldu. Irak ve İspanya’da gerçekleşen iki referandum, Katalanların ve Kürtlerin bağımsızlık özlemlerini ortaya serdi.
İkisi de uygar dünyanın efendileri tarafından sopa zoruyla bastırılmak isteniyor. Güney Kürdistan referandumunu bölgesel ve küresel hiçbir büyük güç tanıyamadı. 2003 işgalinden beri Barzani’nin müttefiki olan ABD, Irak’ın merkezi hükümetiyle ilişkilerine zarar gelmemesi kaygısıyla Kürtleri yüz üstü bıraktı. İran, Türkiye ve Suriye, Kürtlerin özgürlüğüne karşı tutum aldılar. Irak ordusu ve mezhepçi Şii milisleri, savaş çıkartarak bazı bölgeleri IKBY’den aldı.
Diğer taraftan Katalonya’da ise Avrupa’nın göbeğinde İspanyol devletinin şiddetine tanık olduk. Referandum günü bazı sandıklara polisler zorla el koydu, göstericilere şiddet uygulandı, yaşlı kadınlar sokak ortasında yerlerde sürüklendi. Tüm AB devletleri bu zorbalığı gerçekleştiren İspanya hükümetini destekledi. Bağımsızlıkçı Katalan siyasetçiler hapse atıldı.
Ne yapılırsa yapılsın, milyonlarca Kürdü ve Katalanı iradeleri dışında sonsuza kadar başka devletlerin boyunduruğu altında yaşatmak mümkün değil. Bize düşen, ezilen halkların mücadelesini koşulsuz desteklemek.
(Sosyalist İşçi)