Rock the Casbah: Sarsın İdlib'i, Ortadoğu'yu!

06.04.2017 - 17:19
Haberi paylaş

[Rock the Casbah karikatürü. Çizer: Cynthia Korzekwa]

The Clash, 1976'da kurulan ve protest şarkı sözlerini punk, rock and roll, reggea, ska ve yine erken dönem rock and roll ezgileriyle başarıyla bütünleştirebilmiş, adanmış bir sosyalist olan Joe Strummer liderliğinde baskı gören tüm sıradan insanların marşı haline gelen şarkıları yaratan bir Londra merkezli bir gruptu. Konser biletlerini, albüm kayıtlarını minimum fiyatta tutup müzik endüstrisinin büyümesine olabildiğince az ve gönülsüz destek vermeyi amaçlarsalar da 1982'de çıkardıkları Combat Rock albümündeki Rock the Casbah şarkısı ABD listelerinde 8. sıraya yükselince bu tutumu sürdürmek epey zorlaştı. Ancak grubun tek derdi küresel anlamda popülerleşmenin maddi getirilerinin yaratacağı konformizm değil, şimdiye dek yapılmış en popüler şarkılarının ABD'de geniş kitleler tarafından yanlış anlaşılmasıydı.

1979 yılında İran'da gerçekleşen işçi sınıfı devrimi, şura olarak adlandırılan işçilerin yer aldığı karar alma ve uygulama mekanizmalarını kurmuş, ancak bir devrimci partinin eksikliğinden dolayı iktidarı tamamen ele geçirmeyi başaramamıştı. Sayıca az olmalarına rağmen politik örgütlenmeleri daha kuvvetli olan Mollalar iktidara el koymuş, İran'ı kendi karakteristik özelliklerine sahip olmakla beraber tipik bir Ortadoğu baskı zincirinin parçası olarak tutmayı başarmıştı. Önceki muktedir Şah bu baskıları modernite kisvesiyle uygulamışken, Mollalar ilahî kaynak tarafından yetkilendirildiklerini, 1400 sene önce yaşamış peygamberin "çılgın dans müziğini mahkûm ettiğini" öne sürüyordu.

(Karşı devrimin cılız olduğu günlerde İran Devriminden kitlesel eylem görüntüsü)

Bu absürt baskıcı kararlardan bir diğeri, İran'da, şarkıda bahsedildiği üzere, bir "Shareef" tarafından verilmişti, ki bu doğrudan Ayetullah Humeyni'yi işaret etmektedir. Esasında Shareef ya da Türkçeleştirilmiş haliyle Şerif, Arap toplumlarında yer alan soylu yöneticileri tanımlamak için kullanılırken, İran liderini de Arapça bir terimle tanımlamanın amacı bu baskıcı benzerliğin tüm Ortadoğu yönetimlerinde görülebileceğini işaret etmekti. Humeyni tarafından imzalanan karara göre, "batı müziği çalan diskoların amacı, insanları şehvet ve diğer tüm dünyevî duygulara sevk ederek dejenere etmek" imiş ve bu nedenle yasaklanmalıymış. Çok geçmeden Humeyni, kararına direnen "zevk düşkünlerinin" savaş jetleriyle bombalanması emrini verir, pilotlar uçaklarını havalandırmalarının ardından emre itaatsizlik etme kararı alır ve kokpitte rock müzik açarak protestoya katılır.

Esasında şarkı bu kadar net bir durumu konu edinip protesto etmektedir. Sıradan insanların zevk û sefa içinde yaşadıklarının ve bu durumun onları şeytanileştirdiğine dair tek kanıt rock müzik çalan bir diskoya gitmeleriyken, şarkıda bahsedildiği şekliyle "Şeyh" (Humeyni ve diğerleri) Cadillac'ıyla dolaşıp gerçek ve zaman zaman gözden uzakta lüksün tadını süren kişiydi. Bir metafordu esasında. The Clash, baskının içeriğinin ve uygulama şeklinin değişebileceğini de göz önüne alarak bu tip tuhaflıkların her türlü ülkede, hatta kendi kültüründe, kendi kültürüne benzer ülkelerde bile yaşanabileceğini pek çok şarkılarında belirtmiş ve karşı çıkmıştır.

Muktedir karşıtı sözler 1982 ABD'sinde nasıl anlaşıldı?

Maalesef, çoğunlukla müthiş bir toptancılıkla. Ortadoğu'da, her türlü baskıdan arındırılmış bir çevrede yaşamak için mücadele veren tüm demokratik birimler göz ardı edildi ve Ortadoğu'nun kendini doğrudan NATO blokunun yanında konumlandırmayan tüm ülkelerinin yöneticileri, küçük-büyük burjuvazisi, köylüsü ve (en acı olan kısmıyla) işçi sınıfı, kısaca tüm ilgili toplumlar, baştan aşağı medenileşmemiş, son derece vahşi saldırganlar olarak yaftalandı.

1991 senesinde ABD, I. Körfez Savaşı'nı başlattığında Rock the Casbah ABD radyolarında orduya destek amacıyla radyolardan çalınması en çok istenen istek parça haline gelmişti. Bununla da yetinilmeyip Irak'a atılan füzelerden birinin üzerine "Rock the Casbah" yazılmıştı. Bu duyumu alan Joe Strummer (The Clash) öfkeden delirmiş bir şekilde "Amerika'dan bıktım usandım" açıklaması yapmıştı ve kendilerinin 1976 çıkışlı ilk kayıtları olan "I'm So Bored with the USA"i tekrarlamıştı.

Çünkü Casbah, Arap kültüründe kale benzeri yapılar içerisinde kurulmuş şehirlere verilen isimdi ve içinde sıradan halk yaşardı. Öte yandan şarkıdaki "Shareef don't like it/Rock the Casbah" sözlerinde iki ayrı anlam vardı. Birincisi yönetici/Şerif'in şehri bombalama-sarsma-yıkma çılgınlığını işaret etmekteyken, ikincisi "Şeyhimiz nasıl yaşayacağımızı emrediyormuş, o halde tam tersini yapıp şehri rock müzik ile inletelim-sarsalım" anlamına gelmekteydi. Amerikan Ordusu ise çeşitli yöneticilerin tamamıyla yapamadıklarını başarmak için The Clash şarkısından aldıkları çarptırılmış mesajın rüzgarıyla Casbah'ları bombalamaya başladı. Elbette, tek motivasyonun bu şarkı olduğunu iddia etmiyorum. Tarihin en aşağılayıcı motivasyon aracı olarak kullanıldığını belirtmek istiyorum. İlerleyen tarihlerde birincisi yetmeyince, 2003'te Casbah'lar bir kez daha bombalanmaya başlandı. Neyse ki Strummer 2002'de bu alaycı dünyadan ayrılmıştı.

(Casbah örneği, Cezayir)

10 yıl sonra, bir kez daha 'yıkılan' Casbah

2011'de Tunus'ta bir işportacının kendini yakmasıyla başlayan Arap Baharı, en kitlesel, olabildiğince barışçıl ve bir o kadar karmaşık günlerini Mısır'a sıçramasıyla yaşamıştı. Yaklaşık 30 sene sürdürdüğü diktatörlük görevini kitlelerin baskıları sonucunda bırakmak zorunda kalan Hüsnü Mübarek'in ardından Tahrir Meydanı'nda, bizzat canlı yayında duyduğum son ses çalınan bir şarkı vardı ve bu kez doğru şekilde çalınmıştı: Rock the Casbah. Mısır'ın pek çok şehri gerçekten bu müziğin sesiyle inliyordu. Devrim, pek çok benzer örnekte olduğu gibi işçi inisiyatifleri kuruyor, hangi acil işlerin kimler tarafından yapılacağı düzene koyuluyor, diğer yandan da ortak politik talepler oluşturulmaya çalışılıyordu. Elbette bu devrimde, her devrimde olduğu üzere yüzlerce farklı grup vardı, ancak işlerin gayet umut verici olduğu günlerde dahi Türk muhaliflerinin tavırları son derece baba-oğul Bush-vari idi: "Bunların tamamının içinde Selefilik yatıyor." 1982'de yazılan destek şarkısını selamlamak üzere 29 sene sabırla bekleyen bir halkın tepeden tırnağa cihatçı görünmesi cidden akla çok yatkın duruyor... Nihayetinde kitlesel bir işçi sınıfı partisi eksikliği burada da baş gösterdi ve devrimi ileri bir tarihe erteledi. Bu muazzam tecrübeyi edinmiş kitleler bir sonraki ayaklanmalarını ne zaman gerçekleştirirler, bazı demokratik eksiklikler için ne kadar önlem alırlar; bilinmez. Ancak kişisel olarak Tahrir'de özgürlük şarkıları söyleyen insanlara bakıp içlerinde cihatçı terörist çıkarmak yerine onların sonraki hamlelerini özlemle bekliyor olacağım.

(Wisconsin'den Tahrir'e dayanışma mesajı)

Hatırlatmak gerekirse, George W. Bush, 2003 Irak Savaşı'ndan hemen önce "İslamofaşizm" diye bir siyaset terimi türetmiş, içini pek dolduramadan tedavüle sokmasına rağmen Ortadoğu halklarının vahşi cihatçılar olduklarını geniş basın ve müttefik desteği aracılığı ile çok geniş kitlelere kabul ettirebilmişti. Bu temalı konuşmalarının hemen arkasından bir kez daha ekrana çıkıp "İslam barıştır" temalı çelişkili konuşmalar yapması bu durumu pek etkilememişti. Esasında yukarıda bahsedilen ve maalesef aşağıda bahsedilecek her baktığı yerde cihatçı görme hastalığı o günlerden kalma bir refleks. 21. yüzyılda İslamofobi'nin yükselişi de aşağı yukarı bu tarihlere denk gelmekte. İronik şekilde Avrupa'da sol-sosyalist partiler buna karşı mücadele verdikçe alkışlanmakta, Türkiye'de bunu yapmak zorunda bırakılan sol-sosyalist partiler cihatçı ilan edilmekte.

Akabinde Occupy (işgal et) eylemleri başlıyor. New York'tan Tahrir'e selam yollanıyor, Tahrir eylemcileri grevdeki Asturias madencilerine destek mesajı yolluyor, Lizbon'dan Wisconsin'e, Dublin'den Halep'e rock müziğin 'casbah'ları, 'citadel'leri, modern şehirleri, başkanlık saraylarını inlettiği bir küresel protesto ve direniş ağı kuruluyor. Mayıs 2013'ün son günlerinde bizi daha çok ilgilendiren bir durum yaşanıyor: Gezi Direnişi. Clash'in bahsettiği antiotoriter duruş milyonlarca insanı sarıp sarmalıyor. Pek çok insanın ön yargılarını, "hayatta yan yana gelmem" görüşlerini, hatta ırkçılıklarını ezip geçtiği, karşı mahalleyle yan yana mücadele edebildiği bu günlerde "Selefi bunların hepsi" görüşünün bir benzeri hükümetten geldi: "Üç beş çapulcu işte." "Polise emri ben verdim" konuşması da Humeyni'nin bombalama emri kadar trajik olmasa da insanî değil. 

("Wall Street'i Tahrir'e çevir" mesajı veren bir Occupy Wall Street dövizi)

İlerleyen günlerde Suriye'de iç savaşın şiddetini arttırması Türk muhaliflerin bir kısmının karşı mahalle direnişçilerine bakışını yine Bush'un orijinine getirdi. Bu son derece lineer görüşe göre Suriye'de yalnızca iki ihtimal söz konusu: Beşar Esad'ı desteklemek ya da karşı durmak, karşı duran herhangi bir gruba yakın durmak, ki bu ikinci safın herhangi birinin yakınından geçmek, konuşlandıkları mahallede öteden beri yaşıyor olmak, otomatik olarak bombalanmak ya da kimyasal gazla zehirlenmek anlamına geliyor. Türkiye'de "İyi ama Baas güçlerinin tek başına Mart 2011'den Kasım 2016'ya kadar 188 bin 729 insanı öldürdüğü rapor edilmiş, hepsi mi cihatçıydı" diyenler cihatçı destekçisi.

Esad'ın hoşuna gitmedi, Halep yerle bir edildi, şimdi yine onun hoşuna gitmiyor ve İdlib de yerle bir ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü "sinir gazı kullanıldı" diyor, sorumluluk elini salladığında ilk çarpan cihatçı gruba ihale ediliyor. Anlattığım şeyler Rock the Casbah'a uyuyor. Ancak bazen Joe Strummer'ın istediği şekilde uyuyor, bazen muktedirlerin istediği şekilde şehirler yıkılıyor.

("Mülteciler hoşgeldiniz" ana pankartıyla yürüyen Viyanalılar - 18 Mart ırkçılık karşıtı eyleminden)

Beşar İdlib'ten hazzetmiyor.

Suriye'de kendisinin yanında olmayanları -çocukları bile!- imha edilecek hedef belliyor.

İlkesel olarak katlanamıyor.

Anlarsın ya, cidden nefret ediyor.

Cidden ama cidden nefret ediyor!

Doğan Kansız

Bültene kayıt ol