Fransa cumhurbaşkanlığı seçimini Macron kazandı: Peki faşizm tehlikesi azalmış mı oldu?

25.04.2022 - 15:31
Haberi paylaş

Emmanuel Macron faşist Marine Le Pen'i mağlup etti ama neoliberal, otoriter ve ırkçı politikaların yükselişini de körükledi.

Neoliberal Emmanuel Macron, Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda faşist Marine Le Pen'i %58,5'e %41,5 oy çokluğuyla yendi. Haber kanallarının verileri yayınlamaya başlamasından bir dakika kadar sonra insanlar sokaklara döküldü, protestolar başladı. Protestoculardan Patrice, Paris sokaklarından Socialist Worker'a verdiği demeçte şöyle diyordu; "Le Pen'den nefret ettiğim için sokaktayım. Ama aynı zamanda Macron'un beş yıl sürecek yeni saldırılarıyla uğraşmak zorunda kalacağımızı da biliyorum.”

Macron, faşizmin yükselişine engel olabilecek bir figür değil. Ulusal Cephe (National Front) 20 yıl içinde üçüncü kez, seçimlerin ikinci turuna kadar gelip varlığını sürdürmeyi başardı. Üstelik kazanmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı.

Başkanlık seçimlerinin ilk turunda oylarının nasıl arttığına bir bakın: 1974'te %0,75 iken 1995'te %15’e yükseldiler, 2012'de %18, 2017'de %21 derken bu yıl %23'ün üzerine çıktıkları görülüyor. Dahası, bu oylamada aşağılık bir aşırı sağcı ve İslamofobik olan Eric Zemmour da ilk turda %7 aldı. Bir başka aşırı sağ adayla birlikte toplam oylarını %32'nin üzerine çıkarmış oldular.

Le Pen, halkı için sorumluluk aldığını, giderek artan geçim sıkıntısı konusundaki endişeleri paylaştığını söyledi, oyları topladı. Ancak Armenonville pavyonunda, seçim sonrası düzenlediği etkinlikte, temsil ettiği partinin gerçek yüzünü de ortaya serdi. Armenonville, Paris zenginlerinin oturduğu 16. Bölge’de, Bois de Boulogne'da bulunan şaşalı bir resepsiyon salonudur. Le Pen, o salondaki destekçilerine “Temsil ettiğimiz fikirler yeni zirvelere ulaştı” diyerek sesleniyordu.

Pazar günü gerçekleştirilen seçimlerde faşist oyların bu kadar yüksek çıkmasının öncelikli sorumlusu, Macron ve onun işçi sınıfına beş yıl boyunca zulmederek dayatmış olduğu politikalarıdır. Bundan beş yıl önce, neoliberalizme meydan okuyan Sarı Yeleklilere barbarlar gibi saldıran çevik kuvvet polisleri protestocuların ellerini kesiyor, gözlerini oyuyordu. Polislerin mülteci çadırlarını parçaladığını, devletin Müslümanlara yönelik baskıcı yasaları ve saldırıları üst üste yığarak gerçekleştirdiğini gördük. Macron'un İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Le Pen'i İslam'a karşı "yumuşak" olmakla suçluyordu.

Bu seçimde Macron’u sevindirecek bir halk desteğinin olmadığı anlaşıldı. Beş yıl önce %44 olan kayıtlı seçmen oylarının yaklaşık %38'ini alarak seçildi. Bu, 1969'da seçilmiş olan Georges Pompidou’dan bu yana görülen en düşük seviyedir. Yüzde 28'lik çekimser oy oranının yarım yüzyılı aşkın bir süredir bu denli yükseleceği seviyeye doğru artmasının nedeni de, ortada gerçek anlamda bir seçimin olmamasıydı. Boş veya geçersiz oy kullananlar da dahil edildiğinde, kayıtlı seçmenlerin üçte birinden fazlasının ne Macron'u ne de Le Pen'i desteklediği, her ikisini de reddettikleri anlaşılıyor.

Solun, seçim sonuçları üzerine alaycı bir üslupla açıklama yapan lideri Jean Luc-Melenchon, Macron'un "boş ve geçersiz oy pusulalarının gölgesinde yüzdüğünü", "Beşinci Cumhuriyet'in en az istenen başkanı" olacağını dile getirdi; daha şimdiden önümüzdeki beş yıllık dönemin “yeni kurbanlarını” belirlemeye çalıştığını söyledi. Yeni kurbanlarının arasında “üç yıl sonra emekli edilecek” sosyal yardım faydalanıcıları ve “iklim ataletinden” endişe duyan iklim aktivistleri de bulunuyor.

Bu gelişmeler, onlarca yıllık süreçlerin doruk noktasıdır. Başlangıçta faşistler yalnızca, büyük ölçüde Cezayir'deki sömürge savaşının eski askeri destekçilerinden oluşan küçük bir tabana sahipti. Bunların pek çoğu 1960'larda Cezayir ve Fransa'da yüzlerce terör saldırısı ve binlerce cinayet işleyen OAS örgütünün üyeleriydi.

Bu kadar güç kazanmalarının bir nedeni, alışılagelmiş liderlerin sıradan insanlara yönelik saldırılarının yol açtığı büyük hayal kırıklığıdır. Ancak asıl belirleyici unsur, “ılımlı” siyasi güçlerin ve solun büyük bir bölümünün Roman ve göçmen karşıtı politikalara başvurup İslamofobiyi yükselterek otoriterliğe destek vermiş olmalarıdır.

Ulusal Cephe’nin kurucusu ve Marine Le Pen'in babası olan Jean-Marie Le Pen, takipçilerine hem hükümeti etkileyebileceklerini hem de kendilerinin güç kazanabileceklerini söyleyecek kadar destek bulmuştu. Fransız halkının "kopya yerine aslını tercih edeceğini" söyleyip duruyordu.

2004'te sağın ve Sosyalist Parti'nin desteğiyle harekete geçen milletvekilleri okullara başörtüsü yasağı getirilmesi için bastırdı. Merkez sağ, merkez sol ve hatta aşırı solun bazı kesimleri, Müslüman geleneklerinin “Cumhuriyet”, laiklik ve kadın haklarına yönelik bir tehdit olduğunu savunuyordu.

Bu yıl gerçekleştirilen Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, anaakım muhafazakâr aday Valerie Pecresse, Zemmour'un öne sürdüğü aşırı sağdaki “Büyük Yer Değiştirme” komplo teorisini sahiplendi. Mecliste oy çoğunluğu olan partiler ise krizi, işsizliği ve belirsizliği artıran bir sistemi savunmak için halkın yaşam standartlarına saldırmaya, herkesi yoksullaştırmaya devam ettiler; faşist politikaları meşrulaştırırken, faşizmin beslendiği umutsuzluğu ve hayal kırıklığını daha da körüklediler. Bu arada, İngiliz Daily Mail gazetesi de Le Pen'in 2017’deki “başarısını” bir ön sayfa manşetiyle ve "Yeni Fransız devrimi" başlığıyla sunmuştu. İki sayfa boyunca sürdürdükleri bir coşkuyla övgüler yağdırdılar.

Faşistler buldukları her boşluğu kullanır. Geleneksel faşist strateji; solu ezmek ve Yahudiler, Müslümanlar ya da göçmenler gibi günah keçisi ilan ettikleri kim varsa taciz etmek, saldırmak, hatta öldürmek üzere – en azından ilk aşamasında- devlet güçlerinden bağımsız bir sokak ordusu oluşturmak üzerine kuruludur. Le Pen henüz böyle bir güce sahip değil, ancak bunu bile yapabileceğine dair bazı işaretler var. Örneğin, Zemmour'un destekçileri olan Z Kuşağı adlı bir aşırı sağ grup sola, LGBTİ+'lara ve ırkçılık karşıtlarına yönelik bazı saldırılar düzenlemişti. Aşırı sağcı gruplar geçen hafta solcu öğrencilerin gerçekleştirdiği işgal hareketini püskürtmek için bir kez daha sokağa indi.

Dahası, devlet aygıtı da fiilen faşist destekçilerin istilasına uğradı. Geçen yıl bir grup emekli general, “anavatana yönelik parçalanma tehdidi” olarak adlandırdıkları şeye karşı bir darbe girişiminde bulunup bildiri yayınladılar.

Polisin gerçekleştirdiği bir ankette, Zemmour'a verilen oyların %42, faşistlere verilenlerin ise %60’ı bulduğu, aşırı sağın oylarının bu şekilde dağıldığı görülüyor.

Macron'un emeklilik yaşını yükseltmesi, sosyal yardımlara saldırması, Müslümanları hedef alması ve işçi sınıfı örgütleriyle zıt düşmesiyle, bu faşistlere önümüzdeki beş yıl boyunca yeni fırsatlar da sunulacak. 

Faşizmin yükselişi alarm veriyor.

Sol nasıl bir mücadele yürütmeli?

Solun başarısızlıkları ve faşistlerin yükselişi aynı madalyonun iki farklı yüzüdür. 

En bariz hataları, Jean-Marie'yi ve ardından Marine Le Pen'i faşistler olarak tanımlamak yerine “sıradan bir sağ parti” gibi görmüş olmalarıdır. Öncelikle bu tutumun güncellenmesi gerekiyor ki ardından tüm işçi sınıfı örgütleri, faşistlere karşı propaganda yapmak ve örgütlenmek üzere eylemde birleşebilsin, gerektiği durumlarda faşistlerin toplantılarını dağıtıp, sokaklarda karşılarına dikilebilsinler.

Ancak daha geniş kapsamlı bir siyasi başarısızlıktan da söz etmek gerek. Fransa’daki İşçi Partisi, iktidarda geçirdiği on yıllar boyunca destekçilerine ihanet etti ve bunun sonucunda güç kaybedip ortadan kaybolmaya yüz tuttu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki hafta önceki ilk turunda oyların sadece %1,74'ünü alabildiler. Zenginlere yönelik tutumları, işçi sınıfından milyonlarca kişiyi faşistlerin yalanlarını kabullenmeye itti.

Artık radikal sol Jean-Luc Melenchon üzerinde çok daha büyük bir sorumluluk var. Başkanlık seçimlerinin ilk turunda %22 oy alarak Le Pen'in sadece 420.000 oy gerisinde kalacak kadar yükseldi. Büyük şehirlerde yaşayan kalabalık işçi sınıfı gruplarını kendine çekmeyi başardı, hatta bazı bölgelerde ona oy vermek isteyenlerin kuyruklar oluşturdukları bile görüldü. Müslümanların da %69'u oyunu ona verdi.

Melenchon’ın sandıktaki gücü sokakta da harekete geçirilebilir, kitlesel gösterilere dönüşebilirdi. Şöyle bir açıklama yapabilirdi örneğin; “Pazar günü kim kazanırsa kazansın sokaklarda olacağız; Bu Pazartesi işe gitmiyoruz! Faşistlere, bankerlere boyun eğmeyeceğimizi göstermek için sokağa çıkıyoruz.”

Ne var ki bunun yerine tamamen seçimlere odaklı bir yaklaşım benimsedi. Seçmenlerine seslenip, Haziran ayında yapılacak yasama seçimlerinde kendisini başbakan yapmaları çağrısında bulundu; Komünistler, Yeşiller ve aşırı sol NPA partisi ile bir seçim ittifakı yürütmeyi planladı.

Bu tür manevralar aşırı sağın yükselişini durdurmaktan uzaktır. Önümüzdeki beş yılın en önemli mücadele alanı yine işyerleri ve sokaklar olacak.  Sarı Yelekliler hareketine yeniden güç kazandırmak; emeklilerin haklarına yöneltilen saldırılara grevlerle yanıt vermek; kadın, çevre ve ırkçılık karşıtı hareketleri büyütmek şarttır. 

Faşist güçlere siyasi bir meydan okumayla yanıt vermenin temeli sokakta, tüm hak ve özgürlük mücadelelerini büyüterek atılır.

Charlie Kimber

(Socialist Worker'dan Tuna Emren çevirdi)

Bültene kayıt ol