Le Pen'in göçmen düşmanlığı, Fransa'dan ders çıkarmak

01.08.2021 - 10:08
Haberi paylaş

Türkiye’de son zamanlarda göçmenlere karşı siyasilerden ve toplumun bazı kesimlerinden büyük bir nefret gözlemleniyor. Bilimdışı iddialarla, Afgan ve Suriyeli mülteciler üzerinden yaratılan bu nefret galeyanına katılanlar arasında kendisini “sosyal demokrat” diye nitelendiren, haydi sosyal demokratı geçtim, kendisini “solcu” ya da daha da beteri, “sosyalist” diye nitelendiren çeşitli maceracılar mevcut. Marks’ın mezarında ters döndüğü Türkiye’den duyulmuştur muhtemelen, özellikle son söz üzerine. Böyle kafa karışıklıklarının olduğu bir ortamda, Fransa’dan bazı küçük siyasi dersler çıkarmak mümkün. Şimdi bunlara hep birlikte göz atalım. 

***

“Matteo Salvini artık göç istemiyor; ama İtalya’ya gelip de ‘ama nasıl olur? Bu utanç verici bir şey. Göçmenlerin ülkenize gelmesini istemiyor musunuz?’ diyenlere bir ders veriyor. Diyor ki, ‘Siz istiyor musunuz? Çok istiyorsanız evinize alın’”. Matteo Salvini, İtalya’nın aşırı sağcı eski İçişleri Bakanı. Bu sözler ise, Fransa’nın faşist partisi Rassemblement National’in lideri Marine Le Pen’in sözleri. Le Pen, Salvini gibi faşist bir lideri kendi siyasetine örnek almakla kalmıyor, kendisi de küçük bir ekleme yapıyor: “Göçmenler rüzgâr türbini gibi. Herkes bunun gerekli olduğu hakkında hemfikir ama yanlarında olsun istemiyorlar.” Le Pen’in 2019 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda bu sözleri sarf ederek göçmenlerle dayanışanlara göçmenleri evlerine alma çağrısı yapıyor. Benzerlik çarpıcı. Öyle değil mi?

Hep birlikte Le Pen’in sözlerini incelemeye devam edelim. Geçtiğimiz mart ayında BFM TV’ye konuk olarak çıkan Le Pen, kendisine sol siyaset tarafından yapılan “zenofobik” (yabancı korkusu olan kimse) tanımlamasına karşı yine göçmenler hakkında ithamlarda bulunmaya devam ediyor –ki kendisi ekranlara çıkarak kanaat getirmeye bayılır. Sözlerinden seçkiler şöyle: “Benim yabancılardan korkum yok. Ben bunun sadece ülkem için tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Ben sadece kanunsuz bir göçün olumsuz etkilerini görüyorum: toplumsal yatırımlarımızın üstüne çökmesi, ülkemizde toplum düzeninde huzursuzluk yaratan güvenlik sorunun günbegün daha da beterleşmesi…” Ve bu sözleri üzerine eğer 2022 seçimlerinde iktidara gelirse göçmenler hakkında bir referandum teklifi yapacağını söylüyor. Referandumun içeriği hakkında bir paylaşım yapmamış. Sürpriz herhalde, ancak biz tahmin edebiliriz ki, hâlihazırda Fransa’da bulunan kâğıtsızların son derece güvensiz, yaşam haklarının dahi sağlanamadığı ülkelerine zorla gönderilmeleri için bir referandum olabilir bu. Çok mu gerçekdışı bir tahmin oldu acaba?

Bunlar Le Pen’in hafif sözleri. Bunlardan çok daha uzun bir liste yapmak mümkün. Daha beteri için birkaç yıl geriye, 2015 yılına gidelim. O dönemde yine göçmenler için nefret kusmaktaydı Marine Le Pen. Suriye’deki savaştan kaçarken denizde boyun devrilmesiyle kıyıya ölü bedeni vuran küçük Aylan Kurdi’nin fotoğrafı için, “Bizim sorgulamayı kesmemizi istiyorlar. Ama bizim onlardan alacak dersimiz yok, özellikle kendi sinsi projelerini gerçekleştirmek için suratımıza bir çocuğun ölüsünü vurduklarında!” Ayrıca Suriye’den gerçekleşen göçün İkinci Dünya savaşı yüzünden gerçekleşen göç dalgasından farklı olduğunu, bunun ekonomik bir göç olduğunu söylüyordu. Suriye’den gerçekleşen göçün temelinde bir ekonomik göç olmamasının yanı sıra Le Pen ekonomik göçün çok büyük bir hak olduğunu da görmezden geliyor.

Ayrıca kendisinin eşcinsel evlilik için mide bulandırıcı yorumlar yaptığını hatırlatmakta da fayda var.

***

İşte siyasi kavramların bulanıklaşması, kendi göçmen karşıtı/ırkçı ideolojilerine göre tarihin yeniden yazımı böyle bir şey. Göçmen karşıtı söylemlerde bulunan hemen bütün siyasiler aslında siyaset skalasında hızla sağa yuvarlanıyor. İktidara geldikten sonra Suriyeli göçmenlerin evlerine yollanacaklarına dair vaatler verilmesi, Bolu’da yabancılara daha yüksek ücretli fatura kesileceğine dair açıklama yapılması, Van’da göçmenlerin geçişini durdurmak için iki yüz elli kilometre uzunluğunda bir duvarın inşasına başlanması ve bunu kendisine muhalif etiketi yapıştırıp normalleştiren herkes, ileride gerçekleşebilecek ırkçı saldırıların ateşini körüklüyor. Bu korkunç ideolojinin yukarıdan aşağıya kurulması, seçim vaatlerinde kullanılması, tam anlamıyla 1940’lı yıllardaki Nazi ideolojisi hatırlatıyor. Türkiye’de her ne kadar ana muhalefet kendisine böyle bir yakıştırma yapmasa da aynı söylemler Fransa’da “neo-nazilik” diye tanımlanıyor. Türkiye’nin demografisinin bozulacağı hakkında birtakım gerçekdışı endişelerin de oy toplamak için pazarlanıyor olması, bir çeşit kan siyasetine benziyor. Hangi demografiden bahsediliyor? Türkiye’nin kanının bozulacağına dair çirkin bir söylem değil mi bu? Acaba aynı söylemlerde bulunanlar, Konya’da Kürt bir ailenin katledilmesi hakkında ne düşünüyorlar şu anda? 

Göç alanında yıllardır çalışmalar yapan bilim insanlarının sosyal medyada linçe uğratılıp itibarsızlaştırılması, göçmenlerin (veyahut mültecilerin) yanında olup onlarla dayanışan insanların marjinalleştirilmesi, herkes için eşit haklar isteyen insanların siyaset alanında yuhalanması, hâlihazırda savaşlar için milyonlar harcanıp kimi milyonerler uzaya çıkarken ve bunun için dalga geçercesine çalışanlarına teşekkür ederken tüm bunların sorgulanmaması ve ekonomik krizin göçmenlerin üzerine yıkılması bu işten kâr edenlerin çokça işine geliyor olmalı. 

İnsanın tüylerini ürperten bu nefrete karşı birleşmek zorunlu. Göç ve göçmenlik binlerce yıldır olduğu gibi şu anda da devam etmekte ve edecek. Göçmenler yaratık değil. Onları hedef almak yerine, onları yerinden eden savaşları ve tüm bu savaşlara sebep olan kirli para alışverişlerini, kapitalizmi sorgulamak en mühimi. 

***

Bazı kafa karışıklıklarının giderilmiş olması dileğiyle… 

Ataberk Bağcı

Bültene kayıt ol