Özdeş Özbay aylardır milyonlarca insanın yaşamını mahveden salgın hastalığın kapitalist sistemle ve otoriter rejimlerle bağını tartışıyor.
Dünyada Covid-19 vakalarının en fazla görüldüğü ülkeleri sıraladığımızda şöyle bir manzara çıkıyor:
Toplam Vaka: 1. ABD 2. Hindistan 3. Brezilya 4. Fransa 5. Türkiye 6. Rusya 7. Birleşik Krallık 8. İtalya 9. İspanya 10. Almanya
Toplam Ölüm: 1. ABD 2. Brezilya 3. Hindistan 4. Meksika 5. Birleşik Krallık 6. İtalya 7. Rusya 8. Fransa 9. Almanya 10. İspanya
Bu listeye baktığımızda otoriter yönetimlerin salgınla mücadelede çok kötü bir sınav verdiği kaçınılmaz bir gerçek gibi duruyor. Ama bu gerçeklik, görece demokratik ülkelerin kapitalizmin kurallarından azade oldukları anlamına gelmiyor.
Her alanda birinciliği elinde bulunduran ABD bu duruma covid inkârcısı Trump döneminde geldi. Biden ise hızla aşılama kampanyası yaparak durumu düzeltmeye çalışsa da ABD’de aşı karşıtlarının sayısı çok fazla. Daha 30 Nisan’da Utah eyaletinde, eski polis memuru Eric Moustsos tarafından gerçekleştirilen “Özgürlük Gecesi” adlı etkinlikte dev bir aşı figürü ateşe verilmişti. Trump döneminde binlerce kişi yasakların kaldırılması ve dükkanların, iş yerlerinin açılması için sokak gösterileri düzenlemişti. Trump’ın seçimi kaybetmesine rağmen oylarını birkaç milyon artırmış olması, salgının ekonomiye ve sosyal yaşama olumsuz etkileri olmasaydı seçimleri kazanabileceği şeklinde yorumlanıyordu.
Diğer ülkeler içerisinde sol bir koalisyonun iktidarda oluğu tek ülke İspanya. Ancak o da covid başarısızlığının cezasını geçen haftaki Madrid Özerk Bölge seçimlerinde çekti. Sağcı Halkın Partisi oylarını artırarak birinci parti oldu. ‘Radikal sol’ Podemos’un lideri Pablo Iglesias siyaseti bıraktı. Aslında 2019 sonunda İspanya tarihinin faşist Franco sonrası ilk sol koalisyon hükümeti kurulmuştu. Ancak iktidara geldikleri ilk aylarda salgın başladı ve zaten yıllardır neoliberal politikalar sonucu dökülen sağlık sistemi çöktü. Sol koalisyon bu durumla başa çıkamadı.
Geri kalan tüm ülkelerde ise sağ iktidarlar var. Ancak Brezilya, Hindistan, Rusya ve Türkiye’de aşırı sağ veya otoriter rejimlerin bulunduğunu söylemek mümkün. Fransa’da Macron ve Birleşik Krallık’ta Johnson ise diğerleri gibi aşırı sağda olmasalar da (merkez bir siyasette olduklarından değil) diğer liderlerin yanında merkezdeymiş gibi görünüyorlar. Ancak ikisi de kendi ülkelerindeki muhalif hareketlere şiddetle saldıran, salgın döneminde açıkça şirketlerin çıkarlarını tercih etmiş yöneticiler. Üstelik Johnson, kendisi salgın hastalığa yakalanana kadar Covid-19’u önemsiz gören açıklamalar yapmıştı. Basına kapalı bir toplantıda aşılama konusundaki başarısı hakkında “hırs ve kapitalizm” sayesinde dediği basına sızdı.
Aşırı sağ yönetimler
Brezilya ve Hindistan bütün diğer ülkeler arasında en özel yere sahip ülkeler. Buna Trump dönemindeki ABD’yi de katmak mümkün. Bu üçü zaten ilk üç sırayı paylaşıyor. Ortak noktaları inkârcı, umursamaz olmaları ve bariz şekilde ekonomiyi her şeyin önüne koymalarıydı.
Trump daha en başında salgının basit bir grip olduğunu ve Nisan ayında hava ısınınca yok olacağını söyledi. Daha sonra Meksika sınırındaki duvarın virüsü ABD’den uzak tuttuğunu ilan etti. Onun yolundan giden Brezilya Başkanı da salgını basit bir grip olarak nitelendirdi. Kapanma uygulayan eyalet valilerini hain olmakla suçladı. Sağlık Bakanlarını kovdu. Trump da Bolsonaro da kalabalık mitingler ve gösteriler düzenledi. Bu mitinglerde maske ve mesafe uygulanmadı. Ne tesadüf ki ikisi de enfekte oldu ve tedavi görmek zorunda kaldılar. Trump kapanmanın uygulandığı eyaletler için kendi destekçilerine “eyaletleri özgürleştirin” diye seslendi. Binlerce Trump taraftarı sokaklara indi, maske takanları taciz etti, kapalı dükkanların camlarını yumruklayıp ekonominin açılmasını istediler. Bolsonaro daha sıkı tedbir alınması gerektiğini söyleyenlere karşı “mızmızlanmayın” diyordu. Umursamazlıkları yüz binlerin ölümüyle sonuçlandı ve dünya liderliğini hala bu iki ülke kimseye bırakmış değil.
Hindistan’daki aşırı sağcı Modi yönetimi de Trump ve Bolsonaro ile aynı yolu izledi. Başlangıçta önemsemedi, sonra kentleri kapadı ama ekonomik sıkıntılar ve yaklaşan yerel seçimler nedeniyle erken bir zafer ilan ederek “normalleşme” kararı aldı. Milyonlarca insanın açık ve kapalı mekanlarda bir araya geldiği dini festivaller ve seçim mitingleri düzenledi. Sonucunda günde 400 bin gibi rekor sayılara varan vaka sayısı ve yine günde 4 bine ulaşan ölümler yaşanmaya başladı. Hindistan’ın sağlık sistemi çöktü, oksijen sıkıntısı baş gösterdi.
Bolsonaro Kasım ayındaki yerel seçimlerde oy kaybı yaşadı, Trump başkanlığı kaybetti, Modi ise Batı Bengal seçimlerinde büyük hezimet yaşadı.
Pandemi konusundaki tüm bu başarısızlıkların ortak bir yönü var. İster aşırı sağ olsun ister merkez partiler, hükümetler, otoriter yöntemleri öncelediler salgın sürecinde. Çünkü açıkça şirketlerin batmaması ve ekonominin en az hasar alması, insan hayatından daha önemliydi. Bir azınlığın çıkarını çoğunluğun hayatı pahasına önceleyecekseniz elbette salgın krizini sağlık emekçilerinin, sendikaların, muhalefet gruplarının katılımıyla demokratik bir şekilde değil kendi başınıza yöneteceksiniz. Ve öyle yapıldı. Sonuç 160 milyon hasta, 3,5 milyon ölü. Kapitalizm bir kez daha bir krizi azınlığın çıkarına çoğunluğun ölümü pahasına çözmeye çalışıyor ve otoriterliğe başvurmadan bunu başarması mümkün değil.
(Sosyalist İşçi)