Borsa, kapitalizmin tuhaf özelliklerinin belki de en tuhafı. Ekonomik gerçeklikten bağımsız davranma yeteneğine sahip sanki.
Alan Greenspan 1990’larda ABD Merkez Bankası başkanıyken borsanın “mantıkdışı taşkınlığından” şikâyet ediyordu.
Şimdi mantıkdışı taşkınlığın daha da aşırısıyla karşı karşıyayız. Dünya çapında milyonlarca insan salgın hastalıktan ölüyor. Bunun sonucunda dünya ekonomisi belki de tüm tarihinin en derin düşüşünü yaşıyor. Ama borsalar durmadan yükseliyor: Küresel çapta Mart ayından bu yana yüzde 74 oranında değer kazandılar.
Yatırım uzmanı Jeremy Grantham bu yılın başında “Borsaların 2009’da başlayan uzun, çok uzun yükselişi nihayet tam anlamıyla dev bir balona dönüştü. Aşırı değerlenme, çarpıcı fiyat artışları, hisselerin çılgınca çoğalması ve spekülatif yatırımcı davranışları devam ederken, kanımca bu olaylar finans tarihinin büyük balonlarından biri olarak 1929 ve 2000 ile birlikte tarihe geçecek” diyordu.
Niye balon?
Peki, içinde bulunduğumuz berbat koşullarda nasıl oluyor da balon oluşabiliyor?
Birinci sebep, 2007-9 küresel finans krizinden bu yana dünya ekonomisinin nasıl yönetildiğiyle ilgili. Kâr oranları 1997’de ulaştıkları zirve noktasının hep altında kaldığı için ekonomik büyüme hep yavaş oldu. Hükümetler, 2010 yılında kemer sıkma politikaları uygulamaya başladıkları için, ekonomileri canlandırmak amacıyla daha fazla kamu harcaması yapma yolunu seçemediler. Aradaki açık, para politikalarını kontrol eden merkez bankaları tarafından dolduruldu. Faiz oranlarını çok düşük düzeylerde tuttular ve finans sistemine para pompalamamanın bir yöntemi olarak hükümet tahvilleriyle şirket hisseleri satın aldılar. Bu politikalar şirketlerin kredi almasını ucuzlaştırdı. Ama kârlılık düşük olduğu için yeni tesis ve makinelere yapılan üretken yatırımlar nispeten düşük düzeylerde kaldı. Paranın önemli bir kısmı finans piyasalarına yöneldi.
Şirketler muazzam miktarlarda kendi hisse senetlerini satın aldılar. Hisse senedi fiyatlarının yükselmesi yatırımcıları memnun eder ve üst düzey yöneticilerin zenginliğine zenginlik katar.
Bunlara ek olarak daha kısa vadeli unsurlar da var. Financial Times gazetesinin haberine göre, “Fon yöneticileri kendi kafalarında koronavirüs krizini geride bırakmış durumdalar. Pandeminin yerini aşılara duyulan güven aldı.” Büyük olasılıkla dereyi görmeden paçaları sıvıyorlar, ama bu durum bazı sektörlerde hisse fiyatlarının yükselmesini sağlıyor.
Üçüncü olarak, bir de politikanın etkisi var. İngiltere’de Brexit konusunda AB ile anlaşmaya varılması, anlaşma ne kadar kötü olursa olsun, bir rahatlamaya yol açtı. Amerika’da da Joe Biden’ın başkanlığı daha öngörülebilir bir dönem vadediyor.
Suni teneffüs
İngiltere’de Merkez Bankası’nın para politikası pandemiyle baş etmek için yapılan muazzam kamu harcamalarının finansmanını sağladı. Financial Times’a göre, “Yatırımcılar Merkez Bankası’nın pandemi krizi döneminde ek 450 milyar sterlinlik devlet tahvili satın aldığına ve böylece kredi maliyetlerini en düşük düzeyde tutarak hükümetin dev borçlanma programını mümkün kıldığına inanıyor.”
Şimdi Biden 1,4 trilyon sterlinlik bir ekonomik canlandırma programı uygulamayı vadediyor. Demokratlar Senato’yu da ele geçirdiğine göre bu planı uygulaması mümkün olabilir. Bu programın finansmanı da hükümetin borçlanması yoluyla gerçekleştirilebilecek.
Canlandırma programının ekonomik büyümeyi hızlandıracağı beklentisi de borsalarda hisse fiyatlarını yükseltiyor. Bütün bu hükümet harcamalarının enflasyonu yükselteceği korkusu da borsaların işine yarıyor. Enflasyon yükselirse merkez bankaları buna faiz oranlarını artırarak tepki gösterecek, bu da hisse senetlerini daha cazip bir yatırım haline getirecek.
Kısacası, 2007-9 krizinin üzerinden on yıldan fazla zaman geçmişken dünya ekonomisi ancak suni teneffüsle, merkez bankalarının ve hükümetlerin desteğiyle ayakta durabiliyor. Ve Grantham’ın ikaz ettiği gibi, “Bu balon da, öncekiler gibi, zamanı geldiğinde patlayacak.”
Alex Callinicos
Socialist Worker’dan çeviren Roni Margulies