Panos Garganas: Zenginlerin ‘anavatanı’ fakirlerin ülkesiyle aynı değildir

01.09.2020 - 17:37
Haberi paylaş

Yunanistan’da mücadele eden SEK (Sosyalist İşçi Partisi)’nin deneyimli üyesi Panos Garganas ile tırmanan Türkiye-Yunanistan gerginliği hakkında konuştuk.

Akdeniz’deki en son askeri ve siyasi gerilimlerin altında ne yatıyor?

Panos Garganas: Ortadoğu-petrol ve daha yakın zamanda doğal gazdaki zengin enerji kaynakları ve Basra Körfezi’ni Akdeniz ile birleştiren yolları kapsayan stratejik jeopolitik konumu ile-geleneksel olarak büyük emperyalist güçler arasında çıkar çatışmalarının sıklıkla görüldüğü bir bölge olmuştur. 

Bu bölgede Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın önemli muharebelerinin yapıldığını hatırlamalıyız. Yirminci yüzyılın ikinci yarısı, Amerikan emperyalizminin bölgedeki üstünlüğüyle sonuçlanan 1956, 1967, 1973, 1991’deki müdahalelere ve yerel savaşlara tanıklık etti.

“Yeni bir Amerikan yüzyılı” iddialarına (ve soldaki ABD’nin geriye kalan tek “süper güç” olduğunu iddia eden yanlış teorilere) rağmen, Amerikan egemenliği hem küresel ölçekte, hem de Orta Doğu’da geriliyor. İçlerinde Rusya ve Çin’in de bulunduğu rakip güçler, Amerika’nın yaşadığı gerilemeden yararlanmak için aceleci davrandılar. Bu yaşananlar, yerel altemperyalist güçlerin daha büyük  rol oynayabilmelerine imkan sağladı. Yerel egemen sınıflar da hemen ama çoğunlukla da birbirleriyle çelişen hamleler yaparak sürece katıldılar. Örneğin Suriye’de yaşananlara baktığımızda İran, Suudi Arabistan  ve Türkiye’nin Rusya, Fransa ve ABD ile birlikte etki bölgelerinde bir pay sağlamaya çalıştığını görebiliyoruz.

Bu bağlamda Yunan egemen sınıfının, büyük münhasır ekonomik bölgeler talep ederek Doğu Akdeniz’in kaynaklarını bölmek amacıyla İsrail ve Mısır ile ittifakını geliştirdiğine şahit olduk. Avrupa Birliği için ittifak tarafından desteklenen Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı projesi, alternatif bir enerji kaynağı olarak sunulmaktadır.

Bu nedenle, hem Türk hem de Yunan kapitalizmi, kendi çevrelerini yeniden şekillendirmede daha büyük bir rol oynamak için birbirleriyle çatışan girişimlerde bulunuyorlar. Bu gerilimin, 1964 ve 1974’te Kıbrıs’ta savaşa yol açan geleneksel bir rekabetten sonra yaşanıyor olması dikkat çekici. Her iki egemen sınıf da Kıbrıs’ta Türkleri ve Rumları koruduğunu ve uluslararası hukuk değerlerine sahip çıktığını iddia ediyor ancak iddialar, çatışmanın her iki taraftaki gerici karakterini de kesinlikle gizlemeyi başaramıyor. Libya’daki iç savaşa birbirlerine karşı pozisyonda katılımları, hem Türkiye hem de Yunanistan’daki işçilerin bu tür askeri maceraları desteklemek için hiçbir nedene sahip olmadıklarının açık kanıtıdır.

Egemen sınıflar milliyetçiliği nasıl kullanır?

İşçilerin ve patronların aynı ülkenin müttefikleri olduğu fikri, tüm kapitalist devletlerin varlığı ve gelişimi için zorunludur. Tarihsel olarak ulus-devlet, bir iç pazarın yaratılması ve işçi sınıfının sömürülmesi için gerekli  tüm koşulları sağlar. Bu yüzden milliyetçilik, kapitalist toplumun tüm kurumları tarafından teşvik edilir. Okulda gençlere tarihin çarpık versiyonları öğretilir, orduda milliyetçi propaganda yapılır, spor faaliyetlerinde rahatlamaya çalıştıklarında bile bu fikirlerle kuşatılırlar. Sadece işçi sınıfı mensupları patronlarına karşı mücadeleye dahil olduklarında, ancak o süreçte tek bir ulusun değil, iki ulusun varlığını fark edebilirler: zenginlerin ‘anavatanı’ fakirlerin ülkesiyle aynı değildir.

Yunan ve Türk işçilerin ortak çıkarlarını savunan sosyalist siyaseti nasıl inşa edebiliriz?

İşçiler savaşlardan nefret ediyorlar. Aileleri sevdiklerini o kadar çok kaybetti ki geçmiş savaşların korkunç gerçekliği en güçlü milliyetçi propaganda tarafından bile gizlenemez. Bunu sıradan insanların, kıyılarımıza ulaşan savaş mağdurları mülteciler için gösterdikleri dayanışma duygularında görebiliriz. Devrimci sosyalistler işte tam da bu noktadan başlamalı; yani savaştan nefret eden, kendileri ve arkadaşları acı çekerken, savaşlarda ölürlerken patronlarının savaştan kar elde edeceğini fark eden işçiler ve gençlerle yola çıkmalılar.  Sloganımız, enerji şirketlerinin petrol veya gaz için Akdeniz’de araştırma yapmaları için savaşmayacağımız olacak. “Petrol için kan yok”, yirmi yıldan daha kısa bir süre önce Irak’ta Amerikan istilasına karşı çıkan insanlara tanıdık bir slogandır. Bu temelde birçok insanla birlikte hareket edebiliriz. Ama aynı zamanda da bizleri yönetenlerin yalanlarını açığa çıkarmaya çaba göstermeliyiz. İşçileri şaşırtmaya ve kafalarını karıştırmaya yönelik tüm ırkçı girişimlere karşı çıkmalıyız. NATO, AB ve tüm emperyalist örgütlerin kendilerini “barış aracıları” olarak sunmaya çalıştıkları her girişimde gerçek amaçlarını deşifre etmeliyiz . İklim değişikliğinde fosil yakıtların yıkıcı rolünü herkese hatırlatmak zorundayız. 

DSİP, SEK ve Kıbrıs’taki yoldaşlarımızın ortak açıklaması bu yönde güçlü bir bildiridir. Uluslararası işçi dayanışması için mücadeleyi sürdürmemiz gerekiyor. ABD’deki Black Lives Matter hareketinden Beyrut sokaklarını sallayan insanlara kadar uluslararası alanda ortaya çıkan popüler sosyal patlamalar dalgası, tüm bunlar bize, paylaştığımız denizin kıyılarındaki işçilerin ortak çıkarlarını savunabileceğimize dair güven veriyor.

Çeviri: TN

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol