ABD’yi kasıp kavuran protestolar, göçmen yanlısı kampanyaları ve çeşitli sendikaları da kapsayarak derinleşti. TN, Socialist Review’in Ağustos 2020 tarihli “BLM rebellion is a mass movement” başlıklı makaleden özetledi.
İnternette dolaşan, bir gösteride çekilmiş “Covid ile savaştık, şimdi polisle savaşacağız” yazılı pankartı taşıyan bir hemşire fotoğrafı var. Fotoğraf, bize bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde neler olduğunu açıkça gösteriyor. Irk ve sınıf, isyanın merkezinde yer almakta. Birçok büyükşehir ve eyalette, hatta Teksas, Alabama, Tennessee gibi güney eyaletlerinde, protesto geçmişi olmayan küçük kasabalarda bile gösteriler yapıldı.
Sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen binlerce kişi sokağa çıktı ve açıkça meydan okudu. Geri dönülemeyecek bir noktadayız ve bir gecede solun talepleri, polislere ayrılan fonun azaltılması ve polis gücünün kaldırılması sloganlarıyla, tüm hareketin talepleri oldu.
Politikacılar çoğunlukla Demokratlar, reform vaatleriyle hareketi yakalamak için çabalıyorlar. Örneğin, New York Belediye Başkanı, 1990’ların başından beri sol görüşün talebi olan New York polis departmanının finansmanının azaltılacağını söyledi. Hareket birkaç hafta içinde büyük tavizler almayı başardı. Minneapolis’te, Belediye Meclisi, reform yapılamayacağı için polisi tamamen ortadan kaldırma kararını oyladı.
Kuşkusuz, devrimci ayaklanmanın yokluğunda bunun gerçekleşmesi pek olası değildir, ancak bu resmi kanallarda “sorun” olarak kabul edilen hareketin gücünü göstermesi açısından çok önemli. Haziran ortasında, El Paso’daki bir Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) gözaltı merkezinde sınır dışı edilmeyi bekleyen göçmenler, George Floyd ile dayanışmak için açlık grevi yaptı.
Göçmen hakları hareketi ve ICE karşıtı kampanya ile birlikte düşünüldüğünde muazzam bir dayanışma eylemi ve enternasyonalizm gösterisiydi.
Kökler derinde
İsyanı şimdi anlamak için, Barack Obama’nın Demokrat Parti yönetimi altında patlak veren Black Lives Matter hareketine ve onun 1960’lar ve 1970’lerin sivil haklar dönemi ve protestolarındaki daha derin köklerine bakmalıyız.
Martin Luther King, Malcolm X, Drum devrimci örgütleri (Dodge devrimci birlik hareketi) ve Kara Panter Partisi’nin mücadeleleri, bugünün mücadeleleri için zengin bir mirastır. BLM hareketi 2013’te Obama yönetiminin ırkçı polis cinayetlerini ele alma konusundaki isteksizliği ile başladı. 2013 yılında Trayvon Martin’in katili beraat etti. Kısa bir süre sonra Eric Garner ve Michael Brown’ı öldüren ırkçı polisler de serbest kaldı. BLM ABD’de patladı. New York’ta 50.000’den fazla insanın katılımıyla gösteriler yapıldı. Bunu Avrupa’daki protestolar izledi. Günümüzdeki ırkçılık karşıtı isyanın daha derin bir siyasi yapısı var. Salgın ve bunun yıpratıcı sonuçlarıyla daha da şiddetleniyor ve öncekilerden daha çatışmacı.
Trump aşırı sağı güçlendiriyor
Trump, BLM hareketini bölmek amacıyla Antifa’yı terör örgütü ilan etti. Antifa aslında bir örgütten ziyade gevşek bir anti-faşist aktivist ağıdır ve Trump’ın çabaları şimdiye kadar başarısız olmuştur.
Daha tehlikelisi, Trump’ın aşırı sağ desteğini ırkçılık karşıtı harekete karşı toplama çabası olarak görülüyor. Son hamlesi göçe karşı yasayı güçlendirmek oldu. Stratejisi, ABD yönetici sınıfının tüm unsurları için kabul edilebilir değil. Ordunun önde gelen isimleri, başkanın orduyu ülke çapında konuşlandırma tehdidini kınarken aralarında açıkça bir bölünme başladı. Bazı ulusal muhafızlar protestoculara karşı gönderilmeyi reddetti. Generallerin söylediklerinden bağımsız olarak, Trump hala çok tehlikeli çünkü aşırı sağcıları ve faşistleri cesaretlendiriyor. Aşırı sağcı Trump destekçileri ve faşistlerin gösterilere saldırdığını ve arabalarını BLM protestocularının üstlerine sürdüğünü görmüştük.
Salgın döneminde patlayan isyan
Bu isyanın, yerel ve federal hükümetin eylemsizliğinin ve yanlış stratejisinin Covid-19’un kontrolsüz yayılmasına neden olduğu ve ABD’yi çok derinden etkileyen pandeminin ortasında geldiğini akılda tutmak önemlidir. Pandeminin etkisi, belirgin bir sınıf niteliğine sahiptir. Virüsün New York City’de en çok etkilediği bölgelere bakıldığında Queens ve Bronx gibi işçi sınıfı bölgelerini görürsünüz. Çoğu belgesiz olan ve bu nedenle hükümetin ayırdığı 1.200 dolarlık teşvik için uygun olmayan, yoksul işçi sınıfını ve Latin topluluklarını barındıran alanlar.
Bu insanlar kriz sırasında şehrin işlerini gören temel işçilerdi. Vali Andrew Cuomo kendini bir tür kahraman olarak göstermeye çalıştı. Bu doğru değildi elbette. Tam tersine okulları kapatmaya zorlayan öğretmenler sendikasına tepki olarak çok geç hareket etti ve Vali, pandeminin doruğunda ciddi sağlık sorunları olan ve daha yoksul insanların dayandığı sağlık yardımlarını kesen bir kemer sıkma paketini kabul etti.
Bu unsurların birleşimi -Covid-19’a yanıt verilmemesinden kaynaklanan öfke, yüzde 20 civarındaki işsizlik oranı ve 1930’lara benzer ekonomik kriz- bunların hepsi ırkçılık karşıtlığına odaklanan isyanı ateşledi. Demokrat başkan adayı Bernie Sanders’ın kampanyasının yenilgisi, Sanders’ın sosyal demokrasinin sol versiyonuna çözüm için umut bağlayan milyonlarca insanı da kızdırdı. Bunun siyasi bir yansıması olacaktır ve önemi küçümsenmemelidir. Birçok kişi yaşadıkları hayal kırıklıklarını ifade etmenin alternatif bir yolu olarak protesto hareketlerine yönelecek. Bu protestolardaki sendikaların ve işçilerin varlığı, sürecin uzun ömürlü olmasını ve derinleşmesini sağlayabilir. Sosyalistler, kapitalizmi ve özündeki ırkçılığı temellerinden sarsabilecek gittikçe radikalleşen hareketin gideceği yolu göstermede önemli ve gerçekçi bir rol üstlenebilirler.