Beyrut’ta yaşayan devrimci sosyalistlere, patlamanın ardından oluşan politik koşullar ile yeni isyan dalgasını sorduk.
Lübnan'da yürütülen Bankaları Kamulaştırın Kampanyası aktivisitleri Elia El Khazen ve Tina Lawandos Marksist.org'a Beyrut'taki durumu anlattı.
Lübnan’daki siyasal sistemi onu ilk elden tanımayan birine nasıl özetlersiniz? Bu sistem şu anki krizle nasıl bağlantılı?
Tarihsel olarak konuşursak, Lübnan coğrafi komşularıyla kıyaslandığında neoliberal politikaların uygulanmasına görece erken başlanan bir ülke. 50 yıldan fazla zaman önce Mısır, Suriye ve Irak gibi ülkelerde bir kamulaştırma dalgası yaşanırken, Lübnan neoliberal denemelere ve haksız yere övülen bir bankacılık sektörüne ev sahipliği yapıyordu. İç savaşın bitmesinin ardından devlet bir yandan ekonomide kuralsızlaştırmayı desteklerken diğer yandan da bir dizi şiddetli kemer sıkma önlemi uyguladı. Merkez bankası ulusal para birimini istikrara kavuşturmak için onu sabit bir döviz kuruyla dolara sabitledi. Bunun sonucunda Lübnan’ın ekonomisi dış sermayeye bağımlı oldu ve bu bağımlılığı devam ediyor. Üretime dayanmayan bir ekonomide aşırı finansallaşma giderek katılaştı.
Ülkede yaşayanlar, kamu hizmetlerinin ve hayat standartlarının pahalılığı yüzünden yıllardır geçinme mücadelesi veriyor. Şu anki kriz Lübnan işçi sınıfının üzerindeki yükü daha da arttırdı. Bunun sonucunda egemen sınıf, baskıcı bir yapı olarak devletin rolünü pekiştiriyor. Devlet de ırkçı söylemler yoluyla suçu göçmen işçilere atarak düzeni sağlamaya çalışıyor. Siyasi partiler işsizliği tüm milletlerden işçilerin ücretli emeğinin karşılığını sürekli azaltabilmek için kullanıyor, bu işsizliği metalaştırmalarını meşrulaştırmak için de milliyetçilikten faydalanıyorlar. İşçi sınıfının dağınıklığı Lübnan burjuvazisinin, işçilerin yaşadığı mücadeleyi siyasallaştırma çabalarını engelleyebilmesini sağlıyor. Dolayısıyla sosyo-ekonomik krizin yerini mezhepçilik ve kimlik politikaları alıyor. Egemen sınıf bu fırsatı, ülkenin farklı bölgelerinde oluşturduğu patronaj ağlarını işleterek kendi iktidarını daha da sağlamlaştırmak için kullanıyor.
17 Ekim Devrimi (17 Ekim 2019’da yapılan zamlara karşı başlayıp daha sonra genel bir nitelik kazanarak devam eden eylemler – çn) Lübnan’da yaşayanların katlandıkları bu zorluklara karşı başlattıkları merkezi olmayan ayaklanmanın sonucuydu. Eylemleri benzersiz kılan insanların egemen sınıfa olan öfkesi ve daha önce ekonominin ana dayanakları olarak düşünülen ve bazı siyasi figürler tarafından fail olmaktan yoksun görülen sektörlerdi. Mücadelenin merkezinde bir ırkın veya mezhebin değil sınıfın olduğunun fark edilmesi, insanların sömürünün hegemonya kurmasına ve normalleşmesine karşı isyan etmesine olanak sağladı. İnsanlar yollarda barikat kurduğunda, bankaları yakıp yıktığında ve çoğu zaman devletin kitlelere karşı sokaklara sürdüğü polis ve askerle çatıştığında bu durum açıkça görüldü. Göstericiler öfkelerini sorumlulara ve durumu daha beter hale getiren kurumlara yöneltiyorlardı. COVID-19 salgınının başlamasından sonra, Lübnan güvenlik aygıtıkitle kontrolü uygulamak, güvenlik ve koruma kisvesi altında devlet terörü uygulamak için salgını bir bahane olarak kullandı. Uygulanan karantina önlemleri, sıfır saat sözleşmesi (Çalışan ve işveren arasında sabit saatli bir anlaşma yerine çalışana çalışacağı saatler üzerinden maaş ödenen güvencesiz sistem-çn) ile çalışan işçileri maaş veya teşvik ödemeleri olmadan evlerinde kalmaya zorlarken, siyasi partilerin patronaj ağlarının oynadıkları rolü ve bu ağların yeniden üretilmesi için yıllar boyunca bel bağladıkları refah devleti illüzyonunu canlandırmalarına imkân verdi.
Hareketinizin ismi “Bankaları Kamulaştırın!” Neden bu sloganı seçtiniz? Lübnan’ın tarihi ve ekonomisi düşünüldüğünde bu talebin özel bir önemi olduğunu düşünüyor musunuz?
Şu anki dolar krizi, pek çok nedenin sonucunda gerçekleşse de asıl suçlunun kaynağı Lübnan’ın hatalı bir şekilde övülen bankacılık sektöründe bulunabilir. Riad Salameh tarafından yönetilen Merkez Bankası yerel bankaların -hepsine değilse- çoğuna menfaat sağlayan spekülatif finansal önlemler uyguluyordu. Yıllar boyunca yerel ticaret bankaları hükümete aşırı yüksek faiz oranlarıyla borç verdiler. Bu, Lübnan’ın devasa borcunun en büyük kısmına sahip olan alacaklıların neden özel bankaların kendileri olduğunu açıklıyor. Ayrıca ülkenin dış rezervlerini kurutan bankaların asıl hissedarları ya şu an iktidarda olan egemen sınıf veya onların yakın çevrelerindeki insanlar. Aşırı finansallaşma niteliğine sahip, üretici olmayan bir ekonomisi olan Lübnan’da borcu geri ödemek giderek daha da zorlaşırken, bütçe açığı artmaya devam ediyor.
Riad Salameh’in uydurduğu parasal sistem ve finansal mühendislik hem bankaların hem de onların hissedarlarının ve büyük mevduat sahiplerinin, daha sonra finansallaştırma tarafından silah haline getirilerek, herhangi bir ekonomik üretkenlik ihtimalini engelleyen bir borcu üstlenerek dikkate değer bir kazanç elde etmelerini sağladı. Dolayısıyla ekonomi ağır bir şekilde ithalata dayanıyor. Gıda ürünlerinden tıbbi malzemeye uzanan bir yelpazedeki hayati malzemelerin tümü ithal ediliyor ve dağıtımcıların ödemeyi yabancı para birimiyle yapması bekleniyor. Dolar krizi nedeniyle insanların hayatlarını sürdürmek için tükettikleri mallarla, bakkaldan aldıkları ürünlerin fiyatları birdenbire yükseldiğinden, işçi sınıfı aileleri bu zorlukları göğüslemeye çalışıyor.
Dahası ticaret bankaları, dolar mevduatlarını korumak için insanların bankadan çekebildikleri paraya yönelik olarak da kısıtlamalar getirdiler. Bankalar sadece çekilecek paraya değil, bu paranın hangi para birimi olarak çekilebileceğine de karar verdiler. Bazı insanlar harcamalarına izin verilen miktarla hayatlarını sürdürmeye çalışırken, bazıları da yurtdışından gönderilen paralarını almak için mücadele etmek zorunda kaldılar. Hane halkının büyük bir kısmı dolar darlığından ve koronavirüs salgını nedeniyle getirilen kısıtlamalardan yıllarca önce gönderilmiş para havalelerine bağımlı durumda. Onların bile bu mevduatları dolar olarak çekmesine izin verilmiyor. Salgından önce maaşıyla ay sonunu zor getiren işçilerin giderek daha da çoğunun işten çıkarılmasına paralel olarak, devlet de sosyal hizmetler bütçelerinde kesintiye gidiyor. Çünkü yıllık bütçesinin üçte birinden fazlası, yine bu devletin tuzağa düşürdüğü insanlardan çekilen varlıklardan nemalananların faydalandığı borcu geri ödemek için kullanılıyor.
Bankaları Kamulaştırın! hareketi, Lübnan’ın mali felaketinin sonunda halka açıklanmasının ardından kuruldu. Hareket bir yanıyla, Lübnan burjuvazisinin hükmü altında ezilen tüm milliyetlerden işçilere ve solcu örgütçülere, ülkenin finansallaşmış kapitalist üretim tarzını ele almaları yönünde bir eylem çağrısı. Bu yanıyla hareket, işçiler, solcular ve Marksistler için ve onlar tarafından kurulan bir hareket. Zor kazanılmış parasını çekemeyen herkes, aynı zorluğu yaşayan başkalarıyla temasa geçme fırsatını bulabilir. Böylece küçük mevduat sahiplerinden oluşan gruplar, bankaları basıp kendi paralarını çekmeyi talep edebilirler. Meseleyi kendi ellerine alan işçiler fail olma hissiyatlarını geri alabilir ve toplumdaki konumlarını daha iyi anlayabilirler.
Diğer yandan, siyasal bir söylem de yaratıyor. Bir zamanlar ekonominin dayanaklarından biri olarak adlandırılan, ama gerçekte ekonominin dağılmasının ana nedenlerinden biri olduğu görülen bir sektörün kamulaştırılmasını istemek, bu finansal kurumları hedef alan bir söylem oluşturuyor. Bu talep ve hareket bahsedilen kurumlar gerçek sorunun soyutlamalarından ibaret olduğu için, bizim şu anki üretim tarzının dışında bir tahayyül kurmamıza da olanak sağlıyor. Hareket tam bir egemenlik için mücadele ediyor. Üretim kapasiteleri, ulusal kurtuluş, ithalattan dış sermayeden ve bu sermayenin devletlerinden bağımsızlık gibi konularda yürütülecek bir mücadele sonucunda başarılı olma şansımızı temsil ediyor. Tüm milletlerden yurttaşlar kapsamlı bir sağlık sistemine ve diğer sosyal hizmetlere, birinden diğerini tercih etmek zorunda bırakılmaksızın ulaşmayı hak ediyorlar. Bu, halka örgütlenmenin gücünü gösteren bir hareket. Bunu işçilere, dayanışmanın egemen sınıfın kâr arayışı sisteminden ve bu kârlara ulaşılmasını sağlamaya çalışan kurumlardan çok daha güçlü olduğunu göstererek yapıyor.
Patlama nasıl gerçekleşebildi? Sizce patlamanın bir sahtekarlıkla/yolsuzlukla/kaçakçılıkla ilgisi var mı, yoksa sadece beceriksizlikten mi kaynaklandı?
Beyrut limanındaki patlamanın ana sorumlularının Lübnan egemen sınıfı olması şaşırtıcı olmamalı. Onların birleşmiş soğukkanlı açgözlülüğünü, soykırım düzeyine varan yetersizlikleri ve sistemik ihmalleri Beyrut limanının çevresindeki alanda yaşayan insanların çoğunluğunun ölmesine, yaralanmasına veya evsiz kalmasına neden oldu. Patlama 90.000 evi kalıcı olarak harap etti, 300.000 kişi evsiz kaldı veya başka bir yere taşınmak için ailelerinden veya arkadaşlarından yardım almak amacıyla Beyrut’tan ayrıldı. 200’den fazla sayıda insan patlamada ölürken, 5000’den fazla kişi doğrudan veya dolaylı olarak yaralandı. Onlarca kişi hala enkaz altında. Lübnan egemen sınıfının devlet aygıtı eliyle sergilediği beceriksizlik patlamadan sonrasını da kapsıyor. İnsanlar kendi hallerine bırakıldı. Onlar da temizlik, para toplama ve yeniden inşa çabalarını örgütlemek için bir araya geldiler. Bu çabalar önemli olsa da evleri yeniden yaşanabilir kılmak için yeterli değiller. Ana sorumluların her zaman Lübnan egemen sınıfı olacak olmasına rağmen, Laleh Khalili’nin Guardian’da son yazdığı yazıya da katılıyoruz. Khalili bu yazıda tam da bu sınıfın, küresel ve bölgesel sermaye tarafından nasıl tamamen desteklendiğini ve sürekli olarak yardım gördüğünü detaylarıyla anlatıyor. Bu yardım doğrudan askeri ve lojistik destek, dış borç veya yardım biçimi alabileceği gibi (Paris 1, 2, 3 ve başarısız Cedre Konferansı ve diğerleri) denizciliğin ivmesi veya şu anki egemen sınıfın üretiminde doğrudan payı olan Körfez sermayesi biçiminde de olabilir.
Macron’un ziyareti bu bağlamda değerlendirilebilir. Macron’un patlamadan bir gün sonra yaptığı, gürültülü ziyareti, yalnızca bir halkla ilişkiler kampanyasından ibaret olmaktansa, her şeyden önce Lübnan egemen sınıfına, Fransız, Avrupalı ve Körfez sermayesinin doğrudan yardım ve yeniden inşaya aktarılacağı garantisinin verilmesiydi. Dünkü (10 Ağustos-çn) konferansta şu ana kadar 300 milyon dolardan fazla yardım sözü verilirken, toplam yeniden inşa girişimlerinin maliyetinin 15 milyar dolardan fazla olması bekleniyor. Fransız sanayisinin ve şirketlerinin Beyrut limanında nasıl üst üste binmiş olduğunu hatırlatmak da çok önem taşıyor. Vinci, Bouygues, Bolloré gibi pek çok şirket limanın yeniden inşasından doğrudan etkilenecek. Ayrıca 2002 Paris anlaşmasında da bahsi geçen EdL’nin IMF gözetiminde (Electricite du Liban, ülkenin ana elektrik üretim şirketi) özelleştirilmesi olasılığı da Macron’un Fransız sermayesi tarafından zaten cilalanmış olan imajını destekleyebilecek bir gelişme. Birleşik Arap Emirlikleri de Beyrut (limanı 25 yıl boyunca işletmek karşılığında) limanının yeniden inşasını üstlenmeyi önerdi. Bu somut olarak, Emirlik egemenliğini Akdeniz’e uzatmak ve önümüzdeki 25 yılda Körfez sermayesinin Lübnan’da yeniden üretilebileceği bir alan daha bulması anlamına geliyor.
Sizce son yaşananlar halkı hükümet karşısında birleştirecek mi, yoksa mezhepçi yapıyı daha da sağlamlaştırma riski var mı?
Geçtiğimiz Cumartesi, 17 Ekim 2019’dan bu yana görülen en büyük eylemlerden biri gerçekleşti. Binlerce gösterici Beyrut’un merkezine akın ederek hakim güçlerin ve yöneticilerin asılmasını talep etti. Bunun ardından Lübnan parlamentosunu koruyan farklı güvenlik aygıtlarının eşi benzeri görülmedik şiddetteki saldırısıyla karşılaştılar. En az 238 gösterici yaralanırken, 63’ü hastaneye götürüldü. Ancak Lübnan ordusundan silahlı kişiler hastane kapılarında bekleyerek göstericilerin tedavi için hastaneye girmesine engel oldular ve bunun sonucunda 175 gösterici bulundukları yerlerde tedavi olmak zorunda kaldı. Sağcı göstericiler, Şamil Rukoz’un (Lübnan ordusundan emekli bir general ve Cumhurbaşkanı’nın damadı) destekçileri ve liberal göstericiler Dışişleri Bakanlığı’nı basarken, solcu ve radikal göstericiler Ekonomi Bakanlığı’nı işgal etti ve (ekonomik çöküşten büyük oranda sorumlu olan) Bankalar Birliği’ni bastı. Egemen sınıf çok sayıda silahlı adamın arkasına saklanırken, ALSETEX tarafından yapılmış olan CN serisi Fransız göz yaşartıcı gaz kapsülleri Lübnan tarihinde hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde göstericilerin üzerine yağdı. Bazılarında deriye, gözlere ve yüze son derece zararlı olan CS maddesinin bulunduğu bu gaz kapsülleri göstericilere karşı çok miktarda kullanılırken, gerçek mermi ve plastik mermi de hem havaya hem de protestoculara doğru ateşlendi. Bu arada Başbakan Hasan Diab öfkeyi sokaklardan uzaklaştırmak için, erken seçime gidileceğini açıkladı.
Yeni seçimler hakkında ne düşünüyorsunuz, bir değişim yaratma ihtimali var mı?
Göstericilerin başkent sokaklarında kalması ve 17 Ekim’in kıvılcımının yeniden bütün Lübnan’a yayılması gerekiyor. Bu şekilde, iç savaşın sona ermesinden bu yana iktidarda kalıp hem ekonomik felaketten hem de sonrasında Beyrut patlamasından sorumlu olanların, erken seçimlerden yalnızca biraz daha farklı bir egemen sınıf (8 Mart ittifakı yerine 14 Mart ittifakı gibi) çıkmasıyla durumdan kurtulmasının önüne geçilebilir. Bizim mahalle komiteleri ve diğer örgütsel yapılar biçimini almış bir ikili iktidar kurabilmek için sokaklarda kalmamız son derece önemli. Bu örgütlenmeler egemen sınıf gözlerimizin önünde parçalanırken devreye girebilir. Sokakta kalmamız, patlamanın olduğu gün ilan edilen askeri olağanüstü hali kırabilmek için de önemli. Bu olağanüstü hâl, patlamayı nüfusun çoğunluğu üzerinde biyo-politik ve egemen bir güç olarak kullanıyor ve bunu yaparak ya sorumluluğu alt düzey idari tabakalara yıkacak veya baskıcı askeri yetkisini sürekli yenileyecek.
Genel olarak bu krizden daha iyiye doğru nasıl bir çıkış ihtimali hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin ve bildiğiniz kadarıyla Lübnan halkının acil istek ve beklentileri neler?
Giyotin.
(Çeviri: Onur Devrim)