Lübnan daha iyisini hak ediyor

09.08.2020 - 16:40
Haberi paylaş

Beyrut'taki Lübnan Amerikan Üniversitesi'nde ders veren tarihçi Selim Deringil patlamanın ardından isyanı yazdı.

Beyrut limanında 4 Ağustos günü saat 18:30 sularında 3.5 gücünde bir depreme eşit bir patlama oldu. Tüm dünya medyasında adeta atom bombasına benzeyen patlamanın ürkütücü görüntüleri yer aldı. Olayın medyatik dehşeti doğal olarak ön plana çıkarıldı. Ancak olayın sosyal, siyasi ve ekonomik arka planı da çok vahim. Bir bakıma, bu patlama Lübnan’da yaşanan trajedinin sadece görünen ucu. 

Lübnan krizinin arka planı

Lübnan’da geçen Ekim ayından beri büyük çapta sosyal çalkantılar yaşanıyor; kimileri olanları bir “devrim” olarak niteledi. Şurası kesin ki, Lübnan halkının büyük çoğunluğu nesillerdir devam eden yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma, rüşvet düzenini besleyen ve üstüne üstlük bir de beceriksizlik sergileyen egemen sınıflardan yaka silkti. Zaten bilinir, tüm egemen sınıflar egemenliklerini korumak için halklarına yalan söyler. Ancak Lübnan’ın egemenleri hırsızlık ve kokuşmuşluklarına bir de pişkinlik ekliyor.

Bu patlama sonrasında hiçbir Lübnanlı yöneticiden ikna edici veya sorumluluk yüklenen bir açıklama gelmedi. Beyrut’un göbeğindeki limanda 2013 yılından beri yaklaşık üç ton patlayıcı maddenin nasıl olup da yerinde bırakıldığı, defalarca sorumlu hakim ve devlet adamlarına bu tehlikeyi anlatan ve bu patlayıcı maddenin kaldırılmasını isteyen liman görevlilerinin başvurularına cevap bile verilmediği, üstüne üstlük patlayıcının şehrin en büyük buğday silolarının dibinde barındırılmasından kimin sorumlu olduğu sorularına hiçbir yetkili ağızdan açıklama yapılmadı. Sorumluluğu dışarıya atmak amacıyla “dış saldırı, füze, İsrail vs” gibi söylentiler çıkarılıyor. Bu yazının kaleme alındığı anlarda resmi ölü sayısı 150’yi aştı, 5000 küsur yaralı var ve 300.000 kişi şu anda evsiz. Onlarca kayıp var. Şehirin göbeğindeki yollar boydan boya cam kırıklarıyla kaplı. Dört hastahane devre dışı ve diğerleri çok yetersiz. 

Halkın tepkisini ilk şok atlatıldıktan sonra tek kelime tanımlıyor: Hiddet. Bir televizyon kanalına ağlamaklı konuşan genç bir kadın, “Bunu bize reva görenlerin kellesini istiyoruz, hepsi yani hepsi, suçlu, kokuşmuş, hırsız ve beceriksizler... Allah hepsinin belasını versin. Hepsinin!” diyerek feryad ediyor. Ancak beceriksizlik değil sadece mesele. Mesele çok daha derin: Söz konusu olan bir egemen sınıfın halkının kaderine tümüyle kayıtsız kalması. Halkın yüzde 50’sinin fakirlik sınırının altında kaldığı, orta sınıfın tasarruflarının hiperenflasyon karşısında eridiği bir ülke Lübnan. Hiçbir şey üretmeyen ülke neredeyse tümüyle ithalata bağımlı. Bu düzenin çarkı da döviz ile dönüyor. Bankalar ise özel hesaplardaki dövizlere el koymuş durumda, yani kendi paranı bile çekemiyorsun. Birkaç ay önce orta sınıf bir zat Beyrut’un ana caddesinde güpegündüz beylik tabancasıyla intihar etti. Bıraktığı notta, “Hiçbir sabıkam yoktur. Aileme bakamadığımdan utancımdan intihar ediyorum” yazıyordu. Benzer bir biçimde bir eczaneye giren bir silahlı soyguncu ağlayarak dükkandaki bütün çocuk bezlerini aldı dükkandaki diğer müşterilerden özür diledi. 

Kriminel altyapı ihmalleri

Geçen Ekim’deki kalkışmayı tetikleyen, ülkenin orman yangınları mücadele helikopterlerinin yedek parça eksiğinden dolayı çalışmaz oluşuydu. 4 Ağustos patlaması ise aynı tür ihmal ve kayıtsızlığın çok daha büyük çapta tezahürü. Halk en temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını, çöplerinin toplanmadığını, elektriğin günde sadece birkaç saat verildiğini, Lübnan’ın Ortadoğu’da doğal su kaynaları kendine yeten tek ülke olmasına rağmen Beyrut sakinlerinin parayla tanker tanker su satın almak zorunda kaldıklarını görünce doğal olarak sözüm ona ülkeyi yönetenlere haykırıyor: “Siz ne halta yarıyorsunuz!?” Bir de son günlerde ortaya çıktı ki, Beyrut limanının devre dışı kalmasından sonra büyük çapta dış yardımın ulaşması için güvenilen diğer iki liman, Trablus ve Sayda limanları da senelerdir ihmal gördüklerinden bu yükün altından kalkacak durumda değiller. Bu son patlama da bu durumdan kaynaklanan hiddeti had safhaya çıkarmış durumda. İnsanlar kendilerini sömürmekten başka bir işe yaramayan bir asalaklar güruhu olarak gördükleri yöneticilerine ateş püskürüyor. 

Krizin uluslararası siyaset boyutu

Ülke yönetimindeki krizin uluslararası siyaset boyutu da var. Lübnan’da en etkin siyasi güç iktidardaki rejimin bir parçası olan Hizbullah. Askeri bir güç olarak İsrail’in Ortadoğu’da yegâne çekindiği güç olan Iran destekli Şii milis kuvvetini Amerika başta olmak üzere birçok ülke terörist örgüt olarak görüyor. Kilit konu Hizbullah’ın elindeki silahlar. İran’dan edindikleri en üst düzey füze, insansız uçak, drone gibi mühimmata sahip olan örgüt, bunları Lübnan ordusuna devretmeyi reddediyor. Bu durumda Amerika İran’a uyguladığı ambargoyu Lübnan’a da uygulamış oluyorlar. Uluslararası para camiası (IMF, Dünya Bankası vs.) de Lübnan’ı kurtarabilecek olan borç fonlarını Hizbullah hükümetin dizginlerini tuttukça vermiyor. IMF ile müzakerelerden sorumlu bakan istifa etti, nedeni çok basit: Lübnan maliye yetkilileri, Merkez Bankası müdürü başta olmak üzere, iktisadi durumun vehametini gizlemek için IMF’ye verdikleri istatistiklerde yalan söylediler. 

Hizbullah için ise İran ile olan bağlarının hayati önemi var. Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah son günlerde İran ile bağlarının Lübnan için kurtarıcı olabileceğini açık açık ilan etti. 

Dışarıdan kurtarıcı umudu

Patlamadan önce dahi zaten derin bir ekonomik kriz yaşayan, parası dolara karşı yüzde 80 değer kaybeden, ülkenin eğitimli nüfusunun terk etmekten başka bir çaresi kalmayan, üstüne bir de Covid krizi yaşayan ülkenin insanları derin umutsuzlukla yoğurulmuş bir hiddet yaşıyor. 

Bu umutsuzluk kendi yöneticilerinden ümidi kesen insanların dışarıdan bir kurtarıcı arayışına yol açıyor. Geçen hafta patlamanın hemen ardından sıcağı sıcağına (resmen davet edilmeden) Beyrut semalarına düşen Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron tam bir kurtarıcı olarak karşılandı. Patlama bölgesini ve ağır hasar gören mahalleleri gezen Macron (hiçbir Lübnanlı yöneticinin henüz uğramadığı) bu yollarda yoğun sevgi tezahüratıyla karşılaştı. “Kurtar bizi! Bu hırsızlara para göndermeyin, hepsini yine cebe indirecekler!” diye bağıran bir kadını korumasını bir kenara iterek (Covid riskine rağmen) kucaklayan Macron, “Acınızı paylaşıyorum, gerekeni yapacağım” yollu mesajlar verdi. Sokaktaki bir adam, “Sayın Başkan, şu anda General Gouraud Caddesi’nde bulunuyorsunuz! O bizi Türkler’den kurtarmıştı, siz de bizi şu hırsızlardan kurtarın!” diye bağırdı. General Gouraud, 1 Eylül 1920’de Lübnan’da Fransız manda cumhuriyetini resmen ilan eden kişi, yani sokaktaki adamın tarih bilinci (çarpıtılmış da olsa) çarpıcı! Tabii, unutttuğu veya ona okulda öğretilmeyen bir husus var ki o da şu,  şu anda kenetlenen ve Lübnan’da sorunların temelinde yatan siyasi düzeni kuranlar Fransızlardı! 

Ne olacak?

Lübnan sokağındaki genel hissiyat, “Artık bir 4 Ağustos öncesi ve sonrası var” olarak tanımlanabilir. Halk kitleleri artık yolun sonuna geldiklerini, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı kanaatindeler. Tüm siyasi sınıfa karşı tepkinin bir göstergesi de şu: En büyük televizyon kanallarından biri olan LBC, Hasan Nasrallah ve Cumhurbaşkanı Aoun dahil, hiçbir siyasinin demeçlerini vizyona sokmayacağını ilan etti. Ancak çok ciddi kutuplaşmalar da yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Aoun’un siyasi hareketinin destekleyicileri Beyrut’un başlıca eğlence mekânlarında yaşanan yıkımı “İyi oldu, zaten oraları birer fuhuş merkeziydi” yollu tweetler atıyorlar. Bir yandan da gerginlik tırmanıyor. Cumartesi günü (8 Ağustos) Beyrut’un Şehitler Meydanı’ında 10.000 kişi eylem yaptı. Eylemciler sembolik bir darağacı kurarak siyasi figürlerin mankenlerini astılar. Polisin ve milis kuvvetlerinin şiddetli saldırıları sonucu 728 kişi yaralandı. Özellikle meclis milisleri plastik mermi kullanarak ciddi yaralanmalara neden oldu. 

Şu noktada iki senaryo tartışılıyor. Birincisi, hükümetin istifa ederek gerçek bir milli uzlaşma hükümeti kurulması. Bu yöndeki ilk gelişme Başbakan Hasan Diab’ın bugün erken seçime gidileceğini ilan etmesi. Tüm tarafların kabul edeceği yeni ve olabildiğince tarafsız kişileri içerecek bir milli uzlaşma hükümeti kurulduğu takdirde uluslararası camianın para musluklarını açması olası. Ancak bu sonuca ulaşmak zor, zira egemen sınıflar ve yönetici elitin de direneceği kesin. Zaten Cumartesi günü yaşananlar da onu gösteriyor. 

İkinci senaryo maalesef çok daha kötümser. Olaylar sürüncemede kalacak ve Beyrut yaklaşık 300.000 kişinin evsiz kaldığı bir mülteciler şehrine dönüşecek. Ancak umutsuzluktan umut da doğuyor. Geniş halk kitlelerinin şu anda ortak sloganı, “Lübnan daha iyisini hak ediyor.” 

Lübnan’da protestolar: Bakanlık binaları işgal edildi

Bültene kayıt ol