Virüs krizi, ilerici AB mitini yıktı

08.04.2020 - 15:58
Haberi paylaş

Koronavirüs krizi, liderlerin gerçek yüzünü ortaya serdi.

Boris Johnson hükümetindeki sistematik acemiliğin özeti; kendisiyle birlikte sağlık bakanı ve kamu sağlığı idaresi danışmanının virüs testlerinin pozitif çıkmış olmasıydı.

Donald Trump’ın kaba saba cehaleti ve bir günah keçisi bulma tutumu ise Brezilyalı ruh ikizi Jair Bolsonaro’nun vurdumduymaz yetersizliğini bile geride bıraktı. Fakat günümüz sağ politikalarının bu palyaço kralları dikkatleri üzerlerine çekerken, ana-akımlaşmış neoliberal kurumların rezalet icraatları gözden kaçmasın.

Trump, Beyaz Saray’ı ele geçirdiğinde, AB bunun mevcut boşluğu dolduracak bir gelişme olduğu yanılgısına kapılmıştı. AB’nin baskın siyasi figürü, Şansölye Merkel ise “özgür dünyanın gerçek lideri” olarak tasvir ediliyordu. Ancak Covid-19 salgını AB’nin de ipliğini pazara çıkardı. 

Söylentilere göre, ABD benzeri bir federal Avrupa devleti olma yolunda “daha sıkı bir birlik” hedefleniyordu. Ancak Avrupa Merkez Bankası başta olmak üzere bazı uluslar-ötesi kurumları kendi bünyesinde bulundurduğu halde, kapitalist ulus devletlerin ticari birliği olarak kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, en güçlülerin borusunun öteceği ortada.

Salgınla mücadele konusunda beceriksizce davranan AB, tam olarak küresel finans krizinde izlediği yolda ilerliyor: Önce ulusal hükümetler kendi acil eylem planlarını açıklar. AB kurumlarına kıyasla epeyce fazla kaynağa ve beraberinde meşruiyete de sahip olduklarından, sokağa çıkma yasağı getirdiler. Bu, müdahalelerin kısmi olduğu ve eşitlik gözetmediği anlamına gelir. Örneğin, İsveç ve Hollanda tam kapanmadan kaçınıp, kendilerine özgü yöntemlerle, Johnson’ın çürütülmüş olan “sürü bağışıklığı” stratejisini izlediler.

Daha kötüsü, her ülke kendi amaçlarına göre davranıyor. İtalya, Mart ayının başında uluslararası yardım çağrısında bulunduğunda, AB’nin geri kalanından pek karşılık alamamıştı. Tıbbi malzeme ve uzmanlık desteği öneren tek ülke Çin oldu. Hatta teyit edilmemiş bir habere göre; Çekya, malzemeler batıya doğru seyir halindeyken, bunların bir kısmına el koydu. AB’nin övünüp durduğu sözde “Avrupa dayanışması” da buraya kadarmış demek ki.

Muamma

İkinci adımsa ekonomik müdahaleler. Ekonomistler arasında, 2008-9’da yaşanan krizin yarattığı Büyük Buhran’a kıyasla çok daha şiddetli bir ekonomik darboğaza sürüklenmekte olduğumuza dair bir uzlaşı oluşmuş gibi görünüyor.

Küresel finans krizini öngörebilen az sayıdaki ekonomistten biri olan Nouriel Roubini, 1930’larda yaşanmış olana kıyasla bile “Daha Büyük Buhran” olacağı konusunda uyarıda bulundu. Asıl muamma, bu felaketin ne kadar süreceği.

İşte devletlerin, ekonomilerine olabildiğince büyük miktarda para akıtmalarının sebebi de bu. Hazine Şansolyesi Rishi Sunak (Muhafazakar Parti), peş peşe dört acil durum paketi açıkladı. Bazı harcamaların borçlanmayla finanse edileceği bu önlemlerin, bir sonraki mali yılda 200 milyar Pound’luk bir bütçe açığına yol açabileceği de görülüyor. 2018-19’da bu tutar 25,5 milyar Pound olarak kayda geçirilmişti.

Almanya koalisyon hükümeti ise 750 milyar Euro’luk bir yardım paketi açıkladı ki bu da gayri safi milli hasılasının yüzde 10’una denk geliyor. Bu arada ekonomi cehaletinin temsili olan “kara sıfır” kuralını bile ihlal etme hakkını buldu kendinde –ve bu da Euro bölgesinin dayatmalarından biriydi.

İtalya ve onun gibi daha güçsüz ülkelerin de 2012 mali sözleşmesinde yer alan tedbirler yüzünden, o zamandan bu yana eli kolu bağlanmış görünüyor.

Ayrıca Avrupa Komisyonu’nun ulusal bütçeleri denetleme yetkisini elinde bulundurduğu ve devletlerin borçalanmalarını sınırlandırabildiği de unutulmamalı. Bu durum, Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz’e dayatılan kemer sıkma politikalarının, yani özetle Euro bölgesi krizinin çirkin yüzüdür. 

Geçenlerde gerçekleştirilen Avrupa Konseyi’nin (nam-ı diğer ulu AB iradesi) gündemi de bundan farklı değildi: Çoğunluğu güneyli devletlerden oluşan bir ittifak, “korona tahvilleri” olarak tanıtılan müşterek borçlanmayı savunurken, Merkel tarafından desteklenen müreffeh kuzey ülkelerinden oluşan Hansa Birliği buna engel oldu.  

Ve işte sağlam para tutkunu noliberal tarikat bir kez daha iş başında. Beklenebileceği üzere, yine onlar galip geldi. Yunanistan’ın, bir evvelki maliye bakanı Yanis Varoufakis’in tepkisi de boşuna değildi; “AB’nin bize daha fazla zarardan başka bir şey verebileceğini düşünmüyorum.”

“Brexit’e karşıydım fakat nihayetinde şu sonuca vardım; İngilizler doğru olanı yapmış. Bunu yanlış sebeple yapmış olsalar bile…”

Alex Callinicos

Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren

Bültene kayıt ol