Katil IŞİD'in lideri el-Bağdadi, İdlib'de öldürüldü. ABD başta olmak üzere Suriye'de birçok savaş suçu işleyen devletler bunu bir "zafer" olarak sunuyor.
Önceki ABD Başkanı Barack Obama, El Kaide kurucusu Usame bin Ladin'in Pakistan'da ABD ordusu tarafından öldürüldüğünü duyurduğunda, 11 Eylül saldırılarının ve Afganistan işgalinin üzerinden 10 yıl geçmişti.
Afganistan işgali Amerikan toplumunun büyük çoğunluğu tarafından onaylanmazken, Washington'un ABD askerlerini Ortadoğu'ya gönderme politikası meşruiyetini kaybetmişti. Bin Ladin'in öldürülmesi pek de bir "coşku" yaratmadı.
El Kaide'nin içinden çıkan ve neredeyse devletleşen IŞİD'in lideri Ebubekir Bağdadi'nin İdlib'de ABD askerleri tarafından öldürülmesi ise Suriye savaşına dahil olan hükümetlerden demokratik kamuoyuna geniş bir kesimde yankı buldu.
Zorla devletleşme pratiği
Birçok tuhaflık ve aşırılığı barındıran 21. yüzyılda ortaya çıkan en kötü şeylerden biri kuşkusuz IŞİD. Irak ve Suriye'de büyük nüfus barındıran şehirlerde zorla devletleşen ultra muhafazakar askeri elit, vahşeti modern sinema teknikleriyle reklamlara dönüştürerek bir dehşet "efsanesi" yarattı.
Yarattıkları vahşet, iki ülke ile sınırlı kalmadı. Suruç ve Ankara katliamları başta olmak, 300'den fazla insanın yaşamını yitirdiği birçok intihar saldırısının sorumlusu katil IŞİD'dir. Bağdadi'nin liderliğini yaptığı elitin mezhepçilik temelinde bölünme ve saldırı stratejisi, dünyanın birçok yerinde acı ve gözyaşına neden oldu. Türkiye'de Bağdadi'nin öldürülmesi, "kaçınılmaz bir son" değerlendirilecek ve sevinilecek bir olay olarak görülüyor.
Fakat Bağdadi gibilerini ortaya çıkaran koşullar ortadan kalkmadığı gibi ağır bir askeri mağlubiyete uğrayan IŞİD ve zihniyeti, salt askeri yöntemlerle yok edilemez. Bağdadi'nin kim olduğuna ve IŞİD'in devletleşme pratiğinde oynadığı role bakıldığında, siyasi ve ideolojik mücadelenin gerekliliği kendini ortaya koyuyor.
Emperyalist işgal ve mezhepçiliğin bir sonucu
1971 yılında Irak'ın Samara kentinde doğan Ebubekir Bağdadi alt orta sınıf bir ailenin çocuğuydu. Ailesinin bağlı olduğu aşiret, Hz. Muhammed'in soyundan geldiğini savunuyordu. Küçük yaştan ilahiyatçı olmaya karar veren Bağdadi, Bağdat Üniversitesi İslami Çalışmalar bölümüne girdi.
1991'de Irak'a saldıran ABD, ardından yıkıcı ekonomik yaptırımlar ilan ederken, Saddam Hüseyin Sünni mezhepçi söylemi propagandasının bir parçası haline getiriyordu. IŞİD lideri, 1996'da mezun olduğu üniversiteden bu görüşlerle ayrıldı ve akademisyen olarak faaliyetlerine 2004 yılına kadar devam etti.
2003 Irak'ın ABD ordusu tarafından işgal edildiği yıldı. ABD kuvvetleri içeride iki Şii partisi ile anlaşırken, 2004-2005 yılında Anbar ve Felluce kentlerinin ABD savaş uçakları tarafından yerle bir edilmesiyle Iraklı Sünniler kitlesel katliama uğradı. 2006 yılında ise daha sonradan IŞİD'e dönüşecek Irak El Kaidesi'ni kuran eğitimli askeri kadrolar, Şii camilerini bombalamaya başlayacaktı.
Bağdadi 2004 yılında ABD askerleri tarafından tutuklandı ve 10 ay Bucca kampında tutuldu. Buradan çıktığında emperyalizmin yarattığı yıkıma ve Irak hükümetinin mezhepçiliğine öfkeli Sünniler arasında örgütlenmeye başladı. Bağdadi'nin lider haline gelmesinin nedeni ilahiyat bilgisi kadar Afganistan'daki El Kaide'ye bağlı unsurlarla Saddam Hüseyin taraftarı Sünnileri, özellikle askeri eğitim ve tecrübesi olanları bir araya getirme konusundaki yeteneğiydi. Özellikle kendisine bağlı eski Irak ordusu askerlerinin tecrübesi ile bombalanan Sünni kentlerinden çıkan öfkeli militanların gücünü birleştirerek, Irak ordusunu dağıtabilecek ve Suriye'yi işgal edebilecek bir devletleşme pratiği yaratmayı başardı.
Askeri koalisyon ve burjuvaların desteği
Bu sadece askeri yetenekler ve elde ettikleri ganimetlerle açıklanabilecek bir durum değil. Selefiliğin en koyu yorumunu yapan Bağdadi, her şeyini kaybetmiş Sünnilere, modernizmin kurum ve uygulamalarının zorla yok edildiği ve bastırıldığı, "yeni bir başlangıç" öneriyordu. Bu sadece cihatçı savaşçıların değil Irak'ta mezhepçi yapı tarafından dışlanan Sunni burjuvaların da toplum fikridir. Onların desteği olmasaydı Irak'ın başkenti Musul düşmezdi ve IŞİD'ın savaş makinası ayakta kalamazdı.
Savaş suçları
IŞİD'in "biz ve "diğerleri" stratejisi, kanlı savaşlara sebep oldu. Irak ve Suriye'de "IŞİD'e karşı savaş" sonucu taş üstünde taş kalmadı. Türkiye'nin'de aralarında bulunduğu 27 devlet, Suriye'ye müdahale etti. İnsani gerekçelerle başlayan bu müdahaleler büyük bir katliama sebep oldu. Savaşın sonunda IŞİD kontrol ettiği yerlerden sökülüp atıldı, büyük oranda imha edildi. Son olarak lideri Bağdadi de öldürüldü. Buna karşılık katil IŞİD'i yaratan koşullar ortadan kalkmış değil. Mezhepçi şiddetin sorumluları, Suriye ve Irak'ta iş başındalar.
Sadece IŞİD ve benzerlerini değil bunları yaratan emperyalizmi de eleştirmek gerekir. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Soruşturma Komisyonu'na göre, Suriye'de ABD öncülüğündeki koalisyon, Rusya, rejimin ve SDG eylemleri savaş suçları kapsamına girebileceğini bildirdi. "IŞİD'e karşı savaş" büyük bir yıkım yarattı ve bu yıkımın mağdurları önüne makul bir gelecek de konmuş değil.
Bir savaş suçlusu olan Bağdadi öldürülmüş olsa da yerine bir yenisi gelecektir. Önemli olan Sünni Arap emekçilerin saflarında, IŞİD ve benzerlerini yaratan hakim düşüncelerin ve mezhepçiliğin yenilmesi. Irak ve Suriye'de işlenen savaş suçlarının sorumlularınca kabul edilmesi ve cezasız bırakılmaması.
Bugün Irak rejimine karşı mücadele eden işsiz üniversite mezunları ve fakirler, mezhepçiliği reddederek başka bir alternatif öneriyor. Önemli olan Irak, Suriye ve IŞİD'le ona karşı savaşın varolduğu yerlerde, hükümetlere ve emperyalizme karşı emekçilerin birleşik mücadelelerini büyütmek.
Volkan Akyıldırım