Erdoğan'ın önce Trump ardından Putin ile imzaladığı mutabakatlar, sekiz yıldır kanlı bir savaşa sahne olan Suriye'nin çehresini değiştiriyor.
2012'de Suriye'nin kuzeydoğusunu terk eden Esad rejimi, ABD'nin bölgedeki askerlerini çekmesinin ardından, Rusya ordusunun eşliğinde Kuzey ve Doğu Suriye'ye yerleşiyor.
Tunus'ta 2010 Aralık'ında, Mısır'da 2011 Ocak'ında diktatörleri deviren ayaklanmalar, her mezhepten fakir Suriye halkını da ayaklanmaya teşvik etmişti. 2011 Mart'ında öğrencilerin başlattığı protestolar, mezhepsel ve ulusal bölünmeleri aşıp büyürken, Beşşar Esad'ın emriyle Suriye ordusu gösterilere saldırdı. Suriye'de Arap Baharı'nı hızla boğmak isteyen rejimin başlattığı savaşla birlikte Suriye ordusu bölündü. Bazı komutanlar ve askeri birlikler asilerin safına geçti. BAAS rejimini ayakta tutan ordunun bölünmesi üzerine Esad, askerlerini Kuzey Suriye'den çekmek zorunda kaldı.
Şimdi çekildiği toprakları "altın tepsiyle" geriye alan Esad için, geriye El Kaide ve diğer cihatçı muhaliflerin kontrolündeki İdlip kaldı.
Beş yıl önce IŞİD işgaline karşı direnen ve binlerce ölü vererek elde ettikleri zaferle dünyanın sempatisini kazanan, Kobane'ye yardım için Türkiye'ye sınırlarını açtıran, liderleri Ankara'da bizzat Erdoğan tarafından ağırlanan özerk Rojava bölgesi, son mutabakatlarla tarihe karışıyor.
Suriye ayaklanması sırasında rejimin krizi ile boşalan Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında, PYD liderliğindeki Kürtler kendi yönetimlerini kurdu. İsyancılara katılmayan Kürt ulusal kurtuluş hareketi, rejimle de savaşa girmedi. Özerk yönetimin merkezi olan Kamışlı'da bir arada var oldular. ABD'nin Suriye savaşına dahil oluşuyla PYD/YPG liderliği askeri ve diplomatik olarak büyük güç kazandı.
Trump'ın Türkiye'nin askeri operasyonuna izin vermesi ile önce Rojava kantonları arasındaki bağlar koparıldı. Afrin'in ardından Tel Abyad ve Resulayn arasındaki bölgeye Türkiye ve ona bağlı silahlı güçler yerleşirken, ABD ile YPG arasındaki askeri ittifak da sona erdi.
ABD tarafından satılan Özerk Yönetim, Rusya aracılığıyla Esad rejimine gitti. Düne kadar SDG olarak anılan Kürt silahlı güçleri rejimin "5. kol ordusuna" dönüşürken, Erdoğan-Putin mutabakatıyla YPG Türkiye sınırlarının 32 kilometre uzağına sürüldü. Sınır boyunca ilerleyen bu 32 kilometre derinlikteki alan, tarihsel olarak Suriye Kürtlerinin yaşadığı topraklar. Türkiye'nin askeri müdahalesi ile bölgede yaşayan 370 bin sivil evlerini terk ederek kaçtı. Rojava'nın üçte ikilik kısmı kağıt üstünde SDG/YPG'nin elinde gözükse de bunlar Arap şehirleri. Özerk Yönetim, tarihsel ve toplumsal olarak temellendiği yerlerden sürülmüş durumda.
Suriye Kürtlerinin kaderi, gelecekte Suriye devletinin vereceği kararlara, Esad rejimi ve emperyalist Rusya ile hâlâ Rojava hava sahasını kontrol eden emperyalist ABD arasındaki güç ilişkilerine bağlı olarak belirlenecek. Bu güç ilişkilerinin temelindeyse Kürtleri, Suriye halklarını kurtarmak değil petrol, hegemonya ve yayılmacılık var.
ABD-Türkiye-Rusya mutabakatının başlıca kaybedenleri, Esad rejiminden kaçıp Türkiye'ye sığınan milyonlarca insan ve son anlaşmalarla birlikte Suriye ordusu tarafından tamamen kuşatılmış olan İdlip'te yaşayan bir milyon sivil.
ABD ve Rusya, Kamışlı ve Kobane gibi Kürt şehirlerini Türkiye'nin denetimine vermese de, Suriyeli mültecilerin yerleştirileceği, TSK ve ona bağlı Suriyeli güçlerin denetimindeki "güvenli bölgeye" onay verdi.
Bu alanın bir milyon kişilik kapasitesi olduğu, Türkiye'de yaşayan 2 milyon Suriyeliyi göndermek isteyen Erdoğan'ın planının hayata tam olarak geçirilmediği söyleniyor. İdlip'le "güvenli bölge" arasındaki geçişin Rusya-rejim askerlerinin kontrolüne girmesiyle birlikte buradan beklenen göçün zorlaştığı da savunuluyor.
Öyle ya da böyle, Suriye'de oluşan yeni statükoyla birlikte Ankara tarafından bir "iç güvenlik sorunu" olarak görülen Suriyeli mültecilerin gönderilmelerinin de önü açıldı. Erdoğan, dönüşün gönüllü olabileceğini söylüyor. Ancak Türkiye'de yaşayan Suriyeli göçmenler üzerindeki ırkçı baskı tepe noktalarda dolaşırken, İçişleri Bakanlığı eliyle uygulanan zorunlu sürgün ve sınırdışı etme politikaları büyük bir nüfus hareketini adeta zorluyor.
Suriyeli mülteciler, son anlaşmaların kaybedenleri çünkü "güvenli bölge" canlarını kurtarmak için kaçtıkları Esad'ın askerlerinin kuşatması altında. Emperyalist devletler ve bölgesel hegemonik güçlerin uzlaşmalarıyla oluşan "güvenli bölge" mülteciler için güvenli değil. Rejimin kurşunları ya da hapishanelerine her an açılabilecek bir alan.
İdlip'te yaşayanları ise ayrı bir trajedi bekliyor. Erdoğan-Putin mutabakatı, Adana anlaşmasını, yani Türkiye ile Suriye devletlerinin kendi güvenlikleri için ortaklaşa hareket etmelerini de kapsıyor. Putin, Ankara ile Şam arasındaki ilişkileri düzelteceğini açıkladı. Türkiye'deki şovenist ve ırkçı güçlerin büyük bölümünün istediği olurken, kuşatma altındaki İdlip'te de sona yaklaşılıyor.
Erdoğan Moskova'dayken, 7 yıl sonra İdlip topraklarını ziyaret eden Beşşar Esad, ağır sözler sarf ederek askerleriyle poz verdi. Rusya ve rejimin başlıca sorun olarak gördüğü İdlip'te askeri operasyonlar yakındır. Çok sayıda askeri gözlem noktası ile İdlip vilayetinin üçte ikisini kontrol eden Türkiye'nin tutum değiştireceği herkes tarafından söyleniyor.
Vilayetten kaçan yüzbinlerce sivil kapatılmış Türkiye sınırlarında beklerken, İdlip merkezinde bir milyon sivil yaşıyor. Toplamda üç milyona yakın insan, abluka altında. Havada "güvenli bölge" ve "siyasi çözüm" lafları dolaşırken, İdlip vilayetini yıkıcı saldırılar ve çatışmalar bekliyor.
Trump-Erdoğan-Putin mutabakatlarının başlıca kazananı "düşman Esed" ve elbette Çarlık Rusyası'nı hortlatan Putin.
Son savaş ve "ateşkesler" gösterdi ki İdlip ve Afrin'de olduğu gibi "güvenli bölgede" de Türkiye’nin askeri varlığı Rusya'ya bağlı. ABD askerlerinin Kuzey Suriye'yi terk etmesi ve petrol alanlarına çekilmesi ile buradaki varlıklarının akıbetinin belirsizliği sürerken Putin, rakibi ABD devletini bölmüş ve siyasi krizini derinleştirmiş, Avrupa üzerindeki hegemonyasını artırmış ve Ortadoğu'daki gücünü katlamış durumda.
Emperyalist ABD'de ise adeta çift başlı bir yönetim var. Irkçı bir iş adamı olan Donald Trump, 2020 başkanlık seçimlerine "anlamsız savaşları bitiren, askerleri evlerine getiren lider" olarak girmek istiyor. Onu azletmeye can atan ABD devletinin yerleşik kurumlarıysa, Ortadoğu'da askeri güç kullanımı ve işgal yerine gümrük tarifeleriyle ekonomik yıkımı öncelikli kılan Trump karşısında klasik emperyalist stratejiyi savunuyor. ABD'nin tepesinde büyüyen siyasi kriz, 20. yüzyıl boyunca geçerli olan ABD emperyalizminin stratejisini ve bunun etrafında oluşan hiyerarşik ilişkileri bozmaya devam ediyor.
Suriye'de bir zafer kazandığını söyleyen Ankara, Rojava'da özerk yönetime ağır bir darbe indirdi ve girdiği topraklarda kendi kontrolünde bir "mülteciland" kurmaya başlıyor. Fakat son savaşla birlikte, Moskova ve Washington'a olan bağımlılığı da artmış durumda. Yönetenleri Suriye'de kolay bir süreç değil, başka güçlerin çıkarları etrafında gelişen, çelişkilerle dolu bir süreç bekliyor.
Ortadoğu işçilerinin ve ezilenlerinin çıkarları açısından Suriye'de olanlara bakıldığında:
- Suriye'de yarım kalan devrimin cezası yıkıcı bir savaş oldu. İç savaş başlar başlamaz Suriye'deki Arap Baharı da boğuldu.
- Suriye'de işçilerin başını çektiği bir devrim yaşanmadığı için merkezi devlet aygıtı -ordu bölünse de- ayakta kaldı. Suriye hakim sınıflarının desteğiyle ayakta kalan savaş makinası, silahlı mücadeleyi dayatarak barışçıl kitlesel protestoların, olası grevlerin önünü de kesti. İşçilerin ve ezilenlerin kurtuluşu, silahlı mücadeleyle, onlar adına mücadele eden "kurtarıcılar" tarafından sağlanamaz. Suriye'nin derslerini doğru okuyan Cezayir, Sudan, Irak ve Lübnan'daki yeni hareketler, kitlelerin ve genel grevin değiştirme gücünün silahlarda bulunmadığının farkında. Bize kazandıracak olan işçilerin başını çektiği aşağıdan siyasi demokratik mücadelelerdir.
- Filistin'den Rojava'ya halkların özgürlüğü, ezilen ulusun işçilerinin başını çektiği ve ezen ulus işçileriyle birlikte yürüttüğü sürekli devrimlerle kazanılabilir.
Volkan Akyıldırım