İlhan Omar, siyonistlerin, Amerika’daki Cumhuriyetçilerin ve de hasbaracıların kâbusu oldu. BDS hareketine desteğini açıklayan Omar hem Müslüman, hem de başörtülü!
Seçildiği günden beri yaşanan homurdanmalar Omar’ın attığı son tweet’le birlikte yüksek sesle bir bağırtıya, bir saldırı vesilesine dönüştü. Büyüteçle Omar’ın tweet’inde antisemitizm aradılar, ‘buldular’. Omar’ın tweet’inde AIPAC’ın lobi faaliyeti yaptığından, ABD-İsrail arasındaki ortak çıkarlardan, iki devletin para ilişkisinden bahsetti. Omar bence de haksızdı, sadece para ilişkileri yoktu, ayrıca silah ilişkileri de vardı.
Yahudilerin para ile ilişkisini kurmak, dünyayı lobiler aracılığıyla yönettiği şeklinde komplo teorileri ile suçlamak tabii ki antisemitizm. Ancak, Omar’ın bu tweet’inde bu komplo teorilerine hizmet edecek bir söylem ya da herhangi bir atıf görünmüyor. Omar ABD’deki en büyük lobi kuruluşlarından olan AIPAC’ı ‘Yahudi’ olduğu için suçlamıyor. Omar’ın tweet’inde, Yahudiler suçlanmıyor, genelleme yapılmıyor. Buna karşın, benzer komplo teorilerinden ve genellemelerden ötürü tarihte fazlasıyla acılar çekmiş olan Yahudi toplumunun bu acılarını suistimal eden kimi Cumhuriyetçiler ve İsrail destekçisi politikacılar ortamı manipüle etmeyi başarıp Omar üzerinde baskı kurmaktan geri durmuyor. Tüm baskıların sonucunda İlhan Omar attığı tweet’ten ötürü özür diledi. Kendisi özür diledikten sonra bana çok bir laf düşmez, ancak ben Omar’ın ABD’de yaşayan başörtülü, siyah, Müslüman ve göçmen kimlikleri üzerinden kurulan ayrımcı iklimden ötürü yeterince direnemediğini düşünüyorum. Kendisi alçak gönüllü ve öğrenmeye açık olduğunun altını çizer bir şekilde, “Yahudi müttefiklerinin ve meslektaşlarının, kendisine acı dolu tarihlerini ve antisemit kinayelerden ötürü neler çektiklerini öğrettikleri için” teşekkür etti. AIPAC ise Omar’ın tweet’inden fayda çıkarıp insanlardan bağış istedi. Destek isterken de Omar’ın tweet’inde ABD desteğinin sadece “Yahudi parası” için olduğunu söylediğini iddia etti, ancak Omar’ın tweet’inde öyle bir söylem yoktu…
Omar’ın tweet’i üzerinden tüm dünyada açılan “antisemitizm mi İsrail eleştirisi mi?” tartışmasını bir kenara koyup AIPAC’ın internet sitesine baktığımızda Omar’ın aslında çok da gizli bir şeyi ortaya çıkarttığını, bununla birlikte bir başarı destanı yazdığını iddia edemeyiz. Ya da tam tersi şekilde bir komplo teorisi ürettiğini de iddia etmek biraz absürt olur, çünkü sitede zaten her şey açık bir şekilde yazıyor. “AIPAC’a yapılan eleştiri, Yahudilere yönelik bir saldırıdır!” iddiasındaki AIPAC’ın sitesinde Yahudi kelimesi -neredeyse- sadece “Yahudi devleti İsrail” derken geçiyor. Sitede F35 savaş uçağı fotoğrafı eşliğinde İsrail’in silahlandırılması için destek isteniyor ve tam tersi şekilde, Filistin’in silahsızlandırılmasının tek çözüm yolu olduğundan bahsediliyor. Ayrıca ABD’nin bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi 3.3 milyar dolarlık bütçe ile silahlanma yardımı yapması için ABD kongresine baskı yapılmasının öneminden bahsediliyor. Yani AIPAC’ın lobicilik faaliyetinin ABD-İsrail Devletleri arasındaki para (ve silah) odaklı olduğu zaten saklanmıyor. Kaldı ki, Omar’ın tweet’inden birkaç gün sonra Wall Street Journal’de çıkan ve AIPAC’ın ABD kongre üyelerini İsrail’e göndermek için lobi yaptığı ve bu uğurda her yıl 100 milyon dolar harcadığı haberi antisemitizmle suçlanmıyor. Odanın ortasında bir fil olduğu söylendiğinde ise kimi kesimler koca filin üzerindeki dikkati dağıtarak ilgiyi büyüteçle aradıkları antisemitizme çekmeye çalışıyorlar. Antisemitizm kavramını muğlaklaştırıyorlar ve bunun sonucunda kendi politik çıkarları için -başta ABD olmak üzere- tüm dünyada yükselen antisemitizme karşı mücadeleyi zorlaştırıyorlar.
Siyah, göçmen, başörtülü, kadın ve tüm bunlara rağmen haddini bilmiyor. Haddini bilmeyen Omar, yılların politikacısı Elliot Abrams’ı destek olduğu politikalardan ötürü sorguluyor. Cumhuriyetçilerin ve ABD’de yaşayan İsrail destekçisi politikacıların kâbusları gerçeğe dönüşüyor ve hakikat karşılarında duruyor.
ABD’de Meksikalılara, Müslümanlara, kadınlara, siyahlara yapılan ayrımcılığın sürekli olduğu Cumhuriyetçi cephede gördüğümüz çifte standart, antisemitizme karşı tavır alınırken de kendisini gösteriyor. Antisemit vakalar, Cumhuriyetçilerden, Trump’tan gelince hem Netanyahu tarafından hem de diğer ‘antisemitizme duyarlı’ İsrail destekçisi gruplar tarafından görmezden gelinebiliyor. Yahudileri tek tip bir bütün olarak algılamak ve ona göre tavır sergilemek en klasik antisemit davranışlardan biridir. Bu duruma rağmen İsrail konusunda farklı sesleri bastırmaya çalışan hasbaracılar, kendileri antisemitlerin değirmenine su taşırken aynı zamanda antisemit vakalara karşı da çifte standardı elden bırakmıyorlar. Omar’ın tweet’ine karşı en yüksek sesi çıkaranlardan biri olan Cumhuriyetçi Kevin McCarty’nin geçtiğimiz Ekim’de attığı tweet’i İsrailli/Amerikalı yazar Mairav Zonszein makalesinde bizlere hatırlatıyor. Tweet, “Soros, Steyer ve Bloomberg’in bu seçimleri SATIN ALMASINA izin veremeyiz!” cümlelerini içeriyor. McCarty attığı bu tweet’i siliyor, ancak hiçbir zaman özür dilemiyor. Omar’a saldıran cepheden benzer bir tepki McCarty’ye nedense gelmiyor… Trump, “Jonahtan Leibwoitz’den – pardon Jon Stewart’tan çok daha akıllıyım” diye tweet attığında Stewart Yahudi kimliğini açıklamak zorunda kalmıştı, ancak ‘antisemitizme duyarlı hak savunucuları’ burada da sessiz kalmıştı. Ayrıca Trump, katıldığı Hanuka resepsiyonunda, Yahudilere İsrail için ‘sizin ülkeniz’ demişti… Tüm bu örnekler, Cumhuriyetçiler’den değil de İlhan Omar’dan kaynaklansa, ne olacağını kestirmek güç değil.
Bu çifte standart, kendisini yeni yasalarıyla “Yahudi Devleti” olarak tanımlayan İsrail devleti için de geçerli. İsrail, birçok antisemit devlet başkanı, politikacı ile yakın ilişkiler kuruyor. Sağcı partilerle müttefik kuruyor. Netanyahu’nun antisemit liderlerle kurduğu iyi ilişkilerden, esas derdinin antisemitizm ya da Yahudiler ile dayanışmak olmadığını, İsrail Devleti’nin çıkarlarının Yahudilerin çıkarlarının önüne geçtiğini görüyoruz. Nazilerle iş birliği yapan devlet adamı Miklos Horthy’yi “Müstesna devlet adamı” olarak öven ve George Soros’u hedef gösteren Macaristan başkanı Viktor Orban ile kurulan iyi ilişkiler, eski İsrail Mossad ajanı Rafi Eitan’ın Almanya’daki Neo-Nazi partisi AfD’ye twitter üzerinden açık destek vermesi ve bu desteği “Avrupa’daki Müslüman topluluklar büyürse Avrupa ülkelerinin İsrail ile ilişkisi zedelenir” şeklinde açıklaması Yahudilerle dayanışmanın çifte standartını gözler önüne seren önemli örnekler. Genel olarak dünyadaki sağcı liderlerin ve onların destekçisi politik grupların/figürlerin ortak çıkarlarının antisemitizm ile mücadelenin önüne geçtiğini, antisemitizm kavramınının politik çıkarlar gereğince suistimal edildiğini görüyoruz.
Benzer bir şekilde, Charlottesville’de Nazi bayrakları ile yürüyen gruptaki kişilerin arasında da iyi insanlar olduğunu söyleyen Trump’ın başkanlığı döneminde ırkçılığın aşırı yükselişine paralel olarak ABD’de Yahudilere yönelik nefret suçlarında ciddi bir artış olduğunu görüyoruz. Tüm bu süreçte Netanyahu, Trump’a desteğini sürdürürken son Pittsburgh’taki Yaşam Ağacı Sinagogu’na düzenlenen saldırıdan sonra ABD’deki Yahudiler büyük oranda Trump’a tepki gösterdi. Netanyahu ise Trump ile ilişkilerini hiçbir zaman gözden geçirmedi.
Tüm bu tabloya baktığımızda, başa dönecek olursak, Cumhuriyetçiler ve hasbaracıların Omar’ın tweet’ine karşı İslamofobik bir refleks gösterdiklerini söylemek çok da yanlış olmazmış gibi duruyor. BDS hareketini destekleyen başörtülü, göçmen, siyah bir kadının kongrede olmasını sindiremeyen gruplar her fırsatta İlhan Omar ve Rashida Tlaib’in üzerine gidiyor, karalamaya çalışıyor ve maalesef yükselen antisemitizmi kendi çıkarları doğrultusunda suistimal ediyorlar. Neyse ki Bernie Sanders gibi politikacılar, Jewish Voice for Peace ve If Not Now gibi ilerici Yahudi oluşumlar bu ikiyüzlü tutuma karşı durup İlhan Omar ile dayanışıyor, antisemitizme karşı mücadele verirken Sanders’ın dediği gibi “Müslüman kardeşlerimizle birlikte” duruyorlar.
Eli Haligua
(Avlaremoz)