Kafranbel’in efsanesi, devrimin vicdanı ve en kararlı aktivistlerinden biri, bugün sabah uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Raed Fares, Suriye ile ilgili bilgi aktarımını ve yorumlarını Fehim Taştekin’den alan, örneğin birkaç ay önce Fares’in de kuşkusuz sempati beslediği Beyaz Miğferler için “Nusra Cephesi dahil cihatçı örgütlerin sivil maskesi” diyen Gazete Duvar’da bile hayırla anılmış. Ölümüyle ilgili hazırlanan haberde, kendisinden “hem Beşar Esad yönetimine, hem de bölgedeki cihatçı gruplara muhalif bir isimdi” diye bahsedilmiş. Fares için söylenen doğru; ancak Suriye’nin en kahraman evlatlarını istediği zaman “El Nusracı” ilan eden, El Nusra tarafından öldürüldüklerinde ise “cihatçılara da karşıydı” diyen bu mide bulandırıcı Ortadoğu perspektifine tahammül etmek her geçen gün zorlaşıyor.
Çocukluğundan beri nefret ettiği Baas rejimine karşı 2011 yılında başlayan ayaklanma, pek çok Suriyeli gibi 37 yaşında yaşamını yitiren aktivist için de dönüm noktası oldu. Kafranbel’de her Cuma yapılan gösterilerde sergilenen ve tüm dünyanın ilgisini çeken pankartların yaratıcısıydı. Devrimi ve rejimin şiddetini kendi tarzıyla resmediyor, rejimin yaptıklarını ve onun uluslararası destekçilerini mizahi bir dille eleştiriyordu. Bu yetmedi, kendi deyimiyle gerçeklerin duyulması için rejimin kontrolünden çıkmış bölgelerde etkin olan bir radyo istasyonu kurdu. Burası iki kez rejim tarafından bombalandı. El Nusra Cephesi tarafından binası birkaç kez basıldı, Fares örgüt tarafından kaçırıldı ve işkenceye maruz kaldı. 2014’te IŞİD militanları onu göğsünden vurdu, neredeyse ölüyordu, iyileşmesi dört ay sürdü.
Vahşi bir diktatörlüğe karşı şiddetsiz bir aktivizmin muazzam bir örneğiydi Fares. Yaşadığı yeri ve mücadelesini asla ve asla bırakmadı. Sürekli olarak demokratik bir toplum hayali kurdu, buna katkı sunacak yurttaşlar yetiştirmeyi hedefledi. Sivil toplumu ve bağımsız gazeteciliği çok önemsedi; 500 binden fazla insanın öldürüldüğü ve milyonlarca kişinin kaçmak zorunda kaldığı, yıkık bir ülkede tüm enerjisini bunları inşa etmeye harcadı. Suriye’nin çocuklarının barışçıl, demokratik seslerin yokluğunda, savaş ve nefret ortamında büyüyerek “terörist” gruplara katılmasını engellemeye çalıştı.
Suriye’deki devrimi içgüdüsel olarak destekleyen, ancak Esadçıların karşı propagandasına direnecek enerji veya bilgisi bulunmayan dostlarımız, bazen iyi niyetle sorarlar: “Suriye Devrimi’nin içindeki demokratik ve sol örgütlere örnekler verir misiniz?”
Kendilerini bugüne kadar Suriyeli demokratların, sosyalistlerin hazırladıkları kimi makalelerle yanıtladık. Ama öncesinde sorunun kendisindeki büyük haksızlığa dikkat çekerek. Suriye Devrimi’ne uygulanan bu kriterlerin, başka mücadelelere uygulanmadığını hatırlatarak. Örneğin, şüphesiz ki milyonlarca makul ve demokrat aktivisti sokağa döken Gezi direnişinde, İstanbul da dahil olmak üzere birçok şehirdeki eylemlere baktığımızda görünür ve baskın olan güçler Doğu Perinçek’in TGB’si, CHP ve onun etrafında kümelenen irili ufaklı milliyetçi gruplardı. Parka çadır kurmak dışında solun ve enternasyonalist güçlerin ağırlığı kitle hareketinin içinde yok sayılabilecek kadar küçüktü. Fakat meseleye Türkiye dışından bakan hiç kimse, “Kürt sorununda barışçıl çözüme karşı çıkan ve çoğu zaman darbeci-militarist yöntemleri destekleyen örgütlerin ağırlıkta olduğu Gezi direnişine nasıl devrim gözüyle bakalım?” gibi bir soru yöneltmedi.
Suriye için yöneltiliyor ve eylemlerde büyüteçle sol örgüt aranıyor, çünkü her mücadelede kendine yer açmaya çalışabilecek karşıdevrimci unsurlar burada da vardı ama bunlar İslamcıydı ve ayaklanmaya iştirak eden halkın büyük çoğunluğu inançlı Müslümandı.
Bu adaletsizliği bir kenara bırakırsak, bu soruyu soranlara örnek gösterebileceğimiz on binlerce aktivistin en ünlülerinden biriydi Raed Fares. Suriye Devrimi’ni yaratan milyonlarca isimsiz kahramanın içinde en fazla sivrilenlerden biriydi.
Hatası olmayan kusursuz bir militan mıydı? Asla. Cihatçı mihatçı değil, özgür bir dünyayı düşleyen, yaşadığı topraklara demokrasi ve eşitlik gelmesini isteyen, bunun için canını dişine takan güzel bir insandı. Ama bunun için umutlarını “demokratik” Batı’nın kendilerine yapacağı yardımlara bağlamıştı. Trump’ın emriyle ABD, Baas rejimine füze attığında seviniyor; aynı Trump ülkedeki sivil toplum örgütlerine yapılan mali yardımı kestiğinde Washington Post’a üslubunca yazarak bu tavrın “teröristleri güçlendireceğini” söyleyerek ABD yönetimini kararından vazgeçmeye ikna etmeyi umuyordu. Batı kapitalizminin Suriye’deki kaosa uzunca bir süre duyarsız kalması, daha sonra ise bizzat kıyımın faillerinden biri hâline gelmesi karşısında hayal kırıklığına uğradı.
Ama halkına olan inancını asla ve asla kaybetmedi. “Devrim fikirlerdir ve fikirleri silahlarla yok edemezler” diyordu. İdlip’te en zor koşullarda faaliyet yürütmeye, eylemlere katılmaya, sosyal medyadan dünyaya Suriye halkının derdini anlatmaya devam etti. Onu Esad rejimi de öldürebilirdi, IŞİD de öldürebilirdi, El Nusra da. Zira bunların hepsi, Suriye Devrimi’nin düşmanlarıydı. Kurşunlarını Fares’in şahsında Suriye Devrimi’ne sıktılar.
Acımız ve öfkemiz büyük. Tüm dünyada, dönem Raedlerin değil Trumpların, Bolsonaroların, her yerde otoriterliğin, sağcılığın, ırkçı ve nefret dolu bir şiddetin dönemi. Raed Fares gibi insanların varlığıysa bu berbat dünyayı değiştirme mücadelemize umut ve azim aşılıyor. Son sözü 2013’te Kafranbel’de sokağa çıkanlara bırakalım:
"Gurbetçi Suriyeliler, biz her gün bombardıman altındayız ve umut etmekten vazgeçmedik. Siz neden umutsuzsunuz?"
Ozan Tekin