AK Parti’nin hikâyesi, Türkiye’nin 90’ların başındaki büyük rejim krizine dayanıyor. Dünyadaki değişime paralel laik, Türk, sosyal devlet yapısını sarılmaya başladı. Küreselleşmeye uyum sosyal devletin tasfiyesini dayattı. Cumhuriyetin kuruluşunda dışlanan Kürdlerin ve siyasal İslamcıları gelişen mücadelesi rejimin eskisi gibi sürmesine izin vermedi.
Geleneksel siyasi partiler, kurumsal yapılar, sendikalar, meslek örgütleri ve bütün sivil toplum örgütlerin gerilemeye, zayıflamaya başlamasına paralel olarak, Kürd ve İslami hareketler hızla, güçlü siyasal, sosyal ve kültürel öznelere dönüştüler.
Her iki hareket, farklı yollardan, farlı konsept ve farklı çerçevede Türkiye’ye siyasal, sosyal ve kültürel değişimi dayattı, rejimi çatlattı. Artık mızrak çuvala sığmaz olmuştu.
Krizi aşmayı beceremeyen geleneksel yapıların demokratik olmayan vesayetçi, askeri (28 Şubat gibi) müdahaleleri ve statükocu güçleri aşan demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi değişim ve dönüşüm dinamiklerinin geliştirilememesi siyasal İslami harekete büyük bir fırsat sundu.
28 Şubat askeri muhtırası, siyasal İslami hareketten “milli mücadele” gömleğini geçici olarak çıkaran, demokrat muhafazakâr AK Parti’nin doğuşu ve merkez siyasetin çöküşü sonucunu doğurdu. Sağ merkez siyaset boşluğunu, krizden krize geçiş sürecinde AK Parti doldurdu. Çeperdekileri merkeze taşıdı, yeni bir merkez inşa etti.
ABD’nin Irak işgaliyle başlayan Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme hareketi, bu sürece paralel Kürdleri Ortadoğu siyasetinin temel aktörü yaptı. Rejim krizinin aşılmasında siyasal rol üstlenen AK Parti, Türkiye’nin 40 yıllık rüyası Avrupa Birliği’ne girme hedefini fırsata dönüştürdü. AB ile müzakere sürecinin yapılması gereken düzenlemelerin, evrensel kriterler ekseninde yapılması konusundaki tereddütler derinleşti, demokratikleşme yerini zamanla İslami ölçütlere ve geleneksel kültüre dönüşe ve eski devlet kurumlarını kontrol etme/ele geçirmeye bıraktı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ile çıkarılan “milli mücadele” gömleği yeniden giyildi.
Rejim krizinin aşılması demokratik bir muhtevada gerçekleşmediği gibi, Kürd siyasal hareketinin dışlanması, tasfiye girişimleri ve Kürd korkusunun yeniden depreşmesi de, Kürd Meselesi’nin kronikleşmesine ve Türkiye sınırlarının dışına taşmasına yol açtı. “Yeni devlet”, eski devlete çokça benzeyen bir yapıya dönüştü. Ölçüsüz ve hukuksuz işleyiş, devlet kurumlarını ve toplumu kontrol etme arzusu, bir taraftan geleneksel devlet zihniyetini güçlendirdi, diğer taraftan yeni krizin, yeni aktörlerini üretti.
Kürd siyasal hareketi ve Kürd Meselesi, AK Parti iktidarının yol açtığı krizin aktörü ve dinamiği olmaya devam ediyor. Diğer taraftan ise, eski krizin statükocu, ergenekoncu aktörler yeni krizin de aktörleri oldular.
AK Parti’nin rejim krizi
AK Parti kendi rejimini tesis ederken, aynı zamanda izlediği mezhep eksenli politikayla yeni toplumsal yarıkların oluşmasına ve gerilimlere yol açtı. Alevi, suni gerilimi, ayrımcılığı ve yeni toplumsal sorun alanları üretti. Bu bakımdan Kürd Meselesi’nde de yeni bir veçhe belirdi.
16 Nisan referandumu, bu yarılmanın derinleşmiş halinin göstergelerinden biri oldu. Ancak, referandumdaki beş benzemez saflaşmasını kalıcı ve kriz dinamiklerinin kümeleşmesi biçiminde okunması, AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın plan ve programın hayata geçmesini kolaylaştıran en önemli unsur oluyor. Krizin ömrünü uzatıyor.
Evet, Türkiye eski Türkiye değil artık. Demokratik Türkiye olmadığı da eskisinden iyi olmadığı da çok açık ve ortada. Ancak, AK Parti iktidarlarının yol açtığı bu krizi aşmanın yolu, AK Parti iktidarına karşı olan bütün siyasi aktörlerle aynı tarafta durmak, görünmek ve davranmak değil. Bu nedenle referandumda ortaya çıkan %48,5, %51,5 oranı krizi aşmanın verisi olarak kabul edilemez. AK Parti devletinin krizini aşmak eski devletin statükocu güçleriyle birlikte başarılacak bir şey değil.
Çıkış ya da krizin aşılması
Yeni kriz, eski statükocu yapıların ürettiği krizin boyutlarından çok daha derin. Türkiye krizi olmaktan çıktı, bölge krizinin en önemli dişlisi oldu. AK Parti devleti ele geçirerek, tek kişi iktidarı yaratarak ve eski devlete benzeyerek, hem 2001 yılının AK Parti’si olmaktan çıktı, hem de kendi krizini de içeren daha büyük bir krize yol aştı.
Bu kriz ancak, evrensel boyutlarda demokratik değerler sistemiyle, kurumlarıyla, işleyişiyle ve hukukuyla aşılabilir. Yukardan aşağıya siyasetin demokratikleştirilmesi ve sivil toplumun yeniden inşası gerek. Krizin demokratik muhtevada aşılması, siyasetin ve sivil toplumun yerli yerine oturtturulmasına bağlı. Bunun için karşı karşıya bulunduğumuz bölgesel, evrensel değişimin doğru kavranması şart. Bu süreç uzadıkça bu günleri arar hale geleceğiz. ‘Beterin beteri var’ sözünü akıllardan çıkarmamakta yarar var. Türkiye karaya oturmaya hızla yaklaşıyor.
Siyasetin çöken merkezinin dirilmesi, merkez sağının ve solunun yeniden şekillenmesi ve özgürlükçü, eşitlikçi toplumsal dinamiklerin kendi ayakları üzerine kalması bu sürecin zorunlu ihtiyacı ve olmazsa olmazıdır. Erimiş merkez sağ siyasetsiz, yolunu şaşırmış merkez solla ve merkez solun, solunda yalnız başına kalmış ve ötekileştirilmiş Kürd siyaseti ile kriz aşılamaz, aksine kriz kronikleşir.
Bugünkü CHP’nin merkezinde olduğu bloklaşma, yeni kriz ve sorun üretme merkezi işlevi görmenin ötesine geçmez. Bu nedenle bu doğrultuda uzun süredir demokratik Kürd siyasetine yapılan basınç ve beklentiler yanlıştır, sağ sapmadır. CHP’nin statükoculuk ve sağ sapma batağından çıkarılması, demokratik Kürd siyasetinin “kendisi olmasıyla” ancak mümkün olabilir.
Demokratik Kürd siyaseti, Çözüm Süreci fırsatının kaçırılmasının, cumhurbaşkanı ve 7 Haziran seçimlerinin, Kürd şehirlerin yıkımına yol açan siyaseti ve hükümetin siyasal kırım politikasının muhasebesini yaparak kendi doğal potansiyeline güven verir bir yola girmelidir. Bu önümüzdeki birkaç ayın ivedi sorunudur. Bunun gecikmesi AK Parti rejiminin yerleşmesi sonucunu doğuracağı için tüm bölge Kürdlerinin kaybetmesi ve krizin kronikleşmesi tehlikesini barındırıyor. Kürd siyasal hareketinin bu yola girmesi aynı zamanda krizin aşılmasında anlamlı ve etkili rol üstlenebilecek yeni, demokratik solun filizlenmesine de fırsat sunacaktır.
Sözün özü siyasetin, sivil toplumun bütün renkleri ve kümeleri önce kendisi olmak ve değişime ayak uydurmak mecburiyetinde. Siyaset ve sivil toplumdaki boşluk nasıl şekillenecek veya şekillenmeli bir sonraki yazıda.
Hakan Tahmaz