Geçen sene 10 Ekim'de mültecilerle ilgili bir konferansa katılmak üzere Atina'ya gitmiştim.
Havaalanında beni karşılayan kişiyle güle oynaya şehre giderken, göz ucuyla baktığım sosyal medyada gördüğüm patlama haberiyle kahrolmuştum. Ankara'da olsaydım, mutlaka ben de orada olacaktım, giderken o gün geç kalkan bir yoldaşıma uğrayarak onu da alacaktım. Uzaklarda olmanın, geri dönememenin, yardım edememenin, peş peşe gelen ölü ve yaralı haberlerinin, çaresizliğin ne demek olduğunu o gün daha iyi anlamıştım.
Oysa yoldaşlarım, dostlarım, barışseverler oraya ne umutlarla gitmişlerdi! İşçi sınıfı oradaydı, on binler oradaydı, barışın sesi yükselecekti. Umutluyduk, gelecek daha bir aydınlık görünüyordu. Ama olmadı. Savaştan beslenen caniler, kan içmek için 101 kişinin canına kıydılar, ocakları söndürdüler. Yetmedi, görevi güya barışseverleri korumak olan polisler, yerlerde kıvranan yaralılara biber gazıyla saldırdılar. Zulmün ne demek olduğunu orada bir kez daha gördük.
Kaybettiğimiz yoldaşlarımızın, dostlarımızın, barışseverlerin ardından ağlıyoruz. Ama bu yeterli değil. Öfkemiz çok büyük ve bu öfkeyi dindirmenin en iyi yolu, onların başlattığı görevi tamamlamak. Ölüm değil çözüm, savaş değil barış isteyenler olarak sesimizi yükseltmeli, bu toprakları kana susamış canavarların vahşetine değil, eşitlik temelinde yükselecek barışa, güzel günlere teslim etmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz bu zor günlerde, bu nasıl olacak diye düşünebiliriz. Nefes aldığımız sürece her şeyi yapabiliriz. Yeter ki aramızdaki farklılıkları rafa kaldırıp, barış şiarı etrafında kenetlenelim, örgütlenelim, çoğalalım. Emin olmak gerekir, savaştan beslenen canavarlar, barışın gücü karşısında güneş gören kar gibi eriyeceklerdir.
Örgütlenelim, büyüyelim, ölüme dur diyelim, yaşam için ses verelim!
Atilla Dirim