Antikapitalistler ve DurDe, Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarını andı

Antikapitalistler kampanyası ile Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformu, dün İstanbul’da gerçekleştirdikleri üç oturumlu bir forumla 24 Nisan’a yaklaşırken Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarını andı.

Cezayir Restoran’da 13:00-19:00 arasında gerçekleştirilen forumun başında, DurDe platformundan Levent Şensever, soykırımın 101. yıl dönümünde sokakta yapılacak anma ile ilgili bilgi verdi.

24 Nisan anma programı

Antikapitalistler aktivisti Yıldız Önen’in moderatörlüğünü yaptığı ilk oturumda, Hrant Dink sonrası Ermenilerin mücadelesi tartışıldı. İlk olarak söz alan Mazlum-Der aktivisti Jülide Tunakan, utanma duygusundan, birlikte yaşadığımız insanları tanımamasından ve Hrant Dink’i ölümünden sonra tanımış olmaktan utandığından bahsetti. Tunakan şunları söyledi:

“Hrant’la tanıştıktan sonra Ermeni Soykırımı’yla tanıştım. ‘Ben utanmayayım da kim utansın?’ duygusunu yaşıyorum o gün bugündür, bir Müslüman olarak. Birlikte yaşıyoruz dediğimiz Kürt halkının acılarıyla çok geç tanışmış olmaktan dolayı utandım. Bu ülkede yaşanan onca acıya rağmen kabuğumun içinde ne kadar boş ve amaçsız yaşadığımla ilgili kendimi çok sorguladım. Öğrendikten sonra bunlarla ilgili sesin duyulması için en küçük çabaya dahi destek verdim. Yapamadıklarım, başaramadıklarım için tüm halklardan özür diliyorum.”

“Birleşik mücadeleden başka bir seçeneğimiz yok”

Daha sonra söz alan öğrenci Ferhat Bakırcıoğlu, “Süryani Soykırımı, Rum Soykırımı, Ermeni Soykırımı, bugün Kürtlerin uğradığı saldırıların hepsi aynı paydada benim için. Birbirinden ayırmıyorum. Hrant’ın ölümü bir milattır. Ermeni halkı şunu gördü: Yazmadın, çizmedin, konuşmadın, öldün. Yazdın, çizdin, konuştun yine öldün. O zaman bir tercih yapmak zorundasın. Benimle birlikte, son nesil, yeni jenerasyon böyle bir ayrım noktasına geldi. Biz bu tercihin sonucunu Kamp Armen’de gördük. Orayı bırakmayan, ne pahasına olursa olsun mücadele eden bir gençlik vardı. Bunlar tercihini yapmış olan kitlelerdi. Üstelik orada Türkler de vardı Kürtler de vardı, her halktan her inançtan insanın ortak emeği ve birleşik mücadelesiyle kazandık. Demek ki bizim birleşik mücadeleden başka bir seçeneğimiz yok” diye konuştu.

“Hrant Dink milat oldu”

Müzisyen Stephan Epremyan da Agos diye bir gazetenin çıkmasıyla birlikte Hrant Dink’i takip etmeye çalıştığını, onun etkisiyle kimliğini ve kültürünü haykırmaya başladığını belirterek, “Gösteriler yapmaya başladım, şarkılar söyledim, slaytlar hazırladım. Hrant Dink, Ferhat’ın dediği gibi böyle bir milat oldu. Kendi dilinde şarkı söylemenin gurur duyulacak bir şey de aşağılanacak bir şey de olmadığını öğrenmeye başladık” diye konuştu.

“Kamp Armen’de barış talebi vardı”

Antikapitalist Öğrenciler’den İdil Ügüt, Ermeni mallarının gaspının nasıl hukuksal bir kisveye sokulduğunu anlatarak sözlerine başladı ve şöyle devam etti:

“Kamp Armen’in gasbedilmesiyle direniş başladı. Ben onun aktivistlerinden biriyim. LGBTİ’lerden kadınlara, Rumlardan Ermenilere, her kimlik vardı Kamp Armen’de. Barış talebi vardı. 7 Haziran sonrası hep beraber halay çekiyorduk. Katliamlar olduğunda, Suruç olduğunda hep beraber ağlıyorduk. Her gece nöbete kalıp birlikte direniyorduk. Sürekli olarak dayanışmanın içerisinde olduğumuzu hatırlatan bir mekandı.”

Kamp Armen direnişi aktivistlerinden Arev Mirakyan ise Ermenice başladığı konuşmasında “Kamp Armen’de gördük ki müziğin coğrafyası, dili yokmuş. Umutla direndik kazandık, Kamp Armen’i aldık. Umutla barış istiyoruz, buradayız” dedi.

Daha sonra salondan söz alan Ermeni gençler de Kamp Armen direnişindeki deneyimlerini ve coşkuyu aktardılar.

“Devletin inkâr politikası 100 yıldır değişmedi”

Forumun ikinci oturumunun başlığı “Soykırımın inkârı ve Türk resmi argümanları” idi. İlk olarak konuşan DSİP MK üyesi Atilla Dirim, şunları söyledi:

“Devletin inkâr politikası 100 yıldır değişmedi. Kimi zaman daha açık, kimi zaman örtük şekilde hep devam etti. En fazla üzerinde durulan argüman, suçu mağdurların üzerine atma, “Onlar bizi kesti” diyerek kendini mazlum göstermeye yönelikti. Ermeni Soykırımı söz konusu olduğu zaman, başka konuulardda birbirleri arasında çelişen partiler hemen inkâr safında birleşiyor. Doğu Perinçek’in davasında AKP adına Egemen Bağış ve CHP adına Deniz Baykal vardı. Devlet aklı bir blok olarak karşımıza çıkıyor.

Eğitimde inkar politikası

“Kötü şeyler oldu, insanlar öldü ama bunların bir sebebi vardı. Bizden ayrılmaya çalıştılar, arkamızdan vurdular, düşmanlık ve hainlik yaptılar” vs. 100 yıl boyunca bunları anlatmaya devam ettiler. “Millî eğitim” kitaplarında, okullarda, bu söylem sürekli olarak yeniden üretildi.

Ders kitaplarında 1928’e kadar Ermenilerle ilgili pek bir şey ele alınmadı, Ermeni lafı bile geçmiyordu. Daha sonra ilk mektep çocuklarına 4. sınıf tarih kitabında, meşrutiyet rejiminin anlatıldığı bölümlerde “Rumlar, Arnavutlar, Ermeniler, Türklerden ayrılmaya çalışıyorlardı, yabancı devletler buna çok sevinip koca imparatorluğu taksim etmeyi planlıyorlardı” gibi ifadeler yer alıyordu.

Daha sonraki dönemlerde de resmi tarih tezi kapsamında Ermenilerin “Türklüğün düşmanı” olduğu anlatılıyor.

Anaokulundan başlayarak böyle bir eğitime tabi tutulan gençlerin ileride gerçekleri görmesi daha zor. Milli eğitim baknalığının bu politikasına karşı çıkmak ve teşhir etmek çok önemli.”

Kaba inkâr, yorumlayıcı inkâr ve zımni inkâr

Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Arus Yumul, inkârın farklı tiplerini tanımladı:

“Kaba inkâr, anlatılanların yalan olduğunu söyleyen, sözde ile başlayıp biten inkârdır.

Yorumlayıcı inkâr: Ham gerçeklein inkârı. İstenmeyen şeylerin olduğunu ve masumların öldüğünü kabl eder ama bunlara farklı anlamlar yükler. Yaşananların uyduğu bilimsel kategori reddedilir. “Vatandaşın devletine yer göstermesi vakası” gibi.

Zımni inkâr/zan altında bırakan inkâr: Ne gerçekler ne de onların neye tekabül ettiği yadsınır. Yapılanın ahlaki sonuçları rahatsızlık yaratmaz.”

Ekşi Sözlük’ten örnekler veren Yumul, “Daha sonra şiddetle reddedilecek olsa da İttihat Terakki liderleri, Ermenilein yok edilmesini kabul etmeye hazırlar. “Hain bir halka karşı alınmış haklı bir tedbir” olarak tanımlıyorlar. Talat Paşa “hani ve sömürücü” olarak tanımladığı Ermenilere karşı her türlü şiddeti meşru gördüğünü ABD büyükelçisine söylüyor” dedi.

Zımni inkârın sonuçta bir bıkkınlık yarattığını anlatan Yumul, “Tarihi kurcalarsak herkesin tarihinde böyle kanlı olaylar vardır” denildiğini anlattı.

Kurucu mit

Bilgi Üniversitesi’nden Tarih Bölümü öğretim görevlisi Bülent Bilmez, bireyleri ulus yapan sürecin inşasındaki önemli faktörlerden biri olarak kurucu mitlere değinerek, “İnkârın araçlarına baktığınız zaman, kurucu mit olayı ikinci anlamıyla karşınıza devasa bir sorun olarak çıkıyor. Bu anlam şu: Sadece kimliğin söylemsel inşası anlamında değil; günlük hayatta, iktisatta, sosyal yaşamda. Örneğin şehir dediğimiz şeyin 1915’ten sonra değişmesinden bahsediyorum. İnsanların sokakla ilişkisi, iktisat, mülklerin el değiştirmesi gibi…” dedi.

İnkârın argümanlarında üç aktörün bulunduğunu, devletin kendisiyle aydınlar arasında organik bir bağ olduğunu dile getiren Bilmez, diplomatların direkt devlet tarafından görevlendirilerek yurtdışında soykırımla ilgili yapılmış çalışmalara “yanıt” olan çalışmalar yaptığını aktardı.

Devletin uzun süre soykırımı görmezden geldiğini, ASALA’dan sonra ise inkâra başladığını belirten Bilmez, inkârda toplumun rolüyle ilgili olarak da “Devlet, milletinden o kadar emindi ki, inkâr metinleri hep dışarıya yönelik yazıldı” dedi.

Bilmez, DurDe gibi kurumlar ve soykırımı programına alan siyasi partiler sayesinde bu inkârın kırılmasıyla ilgili konuşulmaya başlandığını, ancak gelinen noktada marjinalliğin aşılamadığını dile getirdi.

Devletin kırmızı çizgisi “soykırım” kelimesi

Toplantıda son olarak konuşan İrvin Cemil Schick ise “İsimlendirmeyle bir olayın doğası değişecekmiş gibi bir isim fetişizmi var. Bugün artık bir sürü Ermeninin öldüğünü, tehcir olduğunu devlet bile kabul ediyor. İnkârın dayandığı yer ise soykırım kelimesi, gelip dayandığı kırmızı çizgi bu, her şeyi kabul etse bile. Soykırımın tanımını yapmak gibi bir lüksümüz yok. Uluslararası hukukta bu var. Bunun soykırım olduğu konusunda en ufak bir şüphemiz olamaz” dedi.

Schick, sözlerine “Türkiye ise soykırım olduğunu kabul ederse, veya uluslararası mahkemelere bu iş düşerse, bunun arkasından tazminat gelecek, arkasından toprak talebi gelecek. Devlet bu yüzden önemsiyor. Türkiye gibi bir ekonominin de soykırım mağdurlarının çocuklarına tazminat ödemesi, yapması gereken asgari şeydir” diye devam etti.

Schick, son olarak “Tayyip Erdoğan ve hükümeti Kaliforniya’da iki tane PR şirketi ile anlaşmış. Gülen cemaatiyle PR mücadelesine giriyor. Çok kötü hatıralar getirdi aklıma: 80’lerde Özal hükümeti de New York’taki çok pahalı PR şirketleriyle soykırım inkârı için çalıştı. Bu paraların ne kadar boşa gittiğini anlatmama gerek yok, dünyaya bakarsanız anlarsınız” ifadelerini kullandı.

Solun Ermeni Soykırımı’na ilgisizliği

“Türkiye’de Ermeni Soykırımı’nın tanınması mücadelesi” başlıklı son oturumda ilk olarak konuşan yazar Ümit Kıvanç ise Türkiye solu olarak geçmişte tüm ulusal kurtuluş hareketlerinin liderlerini, siyasi çizgilerini ve eğilimlerini bildiklerini, ancak Anadolu’da gayrimüslim halklara yapılan fena şeylerle ilgili bilgilerinin çok kısıtlı olduğunu dile getirerek sözlerine başladı. Kıvanç şöyle devam etti:

“Kürtler daha rahat bir konuydu çünkü Kürt hareketleri vardı. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı vardı ve “Kürtler ne isterse yapar” diyince konu halloluyordu. Ama en az Türk solu kadar güçlü de Kürt hareketleri olduğu için o meselenin en azından sahibi vardı, o kadar da bir şey yapmamız gerekmiyordu.

Ama Ermeni konusunun sahibi yoktu. Meşhur Garbis vardı, onu bilirdik, ‘sosyalist Ermeniler de var’ filan diye. Bunun dışında oturup konuyu ciddice araştırmadık. Mesela Ermeni Soykırımı konusundaki tavra göre de örgütlerin bölünmesi gerekirdi. Bizdeki garip bir mesela, toplumun bir bölümünü yok ediyorsun. Biz bunları hiç konu etmedik, bu ilginç bir şeydir.

“Soykırımın bugün konuşuluyor olması Agos ve Hrant Dink sayesinde oldu”

Ermeni Soykırımı’nın bugün konuşulabiliyor olması, Hrant Dink’in ve Agos’un çıkması, ama daha çok öldürülmüş olması sebebiyle. Hrant’ın konuşmaları, üslubu birçok insanı ikna etti. Ben bunun, Ermeni Soykrıımı konusunun, memlekette her ne olacaksa veya olmayacaksa anahtar rolünde olduğunu düşünüyorum. Dink cinayeti aydınlatılsaydı, rejim değişmiş olurdu. Soykırım da toplumsal ve kültürel meselelerde böyle anahtar rolde, turnusol görevi görüyor.

“Bu mesele halledilmeden Türkiye’de hiçbir şey olmaz”

Devlet, inkârı bu topluma ideolojik olarak ve ahlak olarak empoze etmiş. Bu cumhuriyetten de önce, Abdülhamit’e dayanıyor. İttihatçılar da onun izinden gitmişler. Bizim hayatımızı mahveden konu bu konudur. Ermeni Soykırımı ile bu toprakların üstüne çökmüş olan ahlaksızlık, cehalet ve medeniyetsizlik. Suçlunun cezasızlığı. Bunları toplayınca varacağımız yer orasıdır. Ermenilerden sonra sıra Kürtlere geldiği için onlar bi noktada buna uyandılar ve bu pislikten temizlenme konusunda daha ilerideler. Kendi haklarını ararken, kendilerinin de iştirakiyle yapılmış bu gerçeğin üstünden atlanmayacağını fark ettikleri için bir hesaplaşma sürecine girdiler. Türk tarafında böyle bir şey çok fazla yok. Bu mesele halledilmeden Türkiye’de hiçbir şey olmaz.”

“Vahşi kapitalist akıl, neoliberalizmle kuşanarak üç maymunu oynuyor”

Son oturumdaki ikinci konuşmacı, Agos yazarı Pakrat Estukyan, bugün Kürt illerinde uygulanan baskı politikalarına ve JÖH-PÖH birliklerinin yaptıklarına dikkati çekerek, “Bu yaşananlar bir rejimin meşruiyetini tartışmalı kılacak bir şey. Erdoğan “Esad’ın meşruiyeti kalmamıştır, kendi halkını bombalıyor” demişti. Şu an da aynı meşruiyet sorgulanacak hâlde ama bunu yapacak mecra kalmadı. 100 yıl önce de yaşananları dile getirecek mecra kalmamıştı. En can acıtanı, Batı dediğimiz uygarlık için model aldığımız aklın, o zamanki dünyayı paylaşma iştahıyla bulanmış olan vahşi kapitalist aklın, 100 yıl sonra daha da vahşi bir neoliberalizmle kuşanarak üç maymunu oynadığına şahit oluyoruz” dedi.

“Yan yana durmak zorundayız”

Estukyan şöyle devam etti:

“Türkiye’de yaşıyoruz, başka çaremiz yok, birbirimizi görmek, anlamak ve yan yana durmak zorundayız, dünyaya belli bir bakış açısıyla bakanlar. Ermeniler 100 sene önce bunu yaşadılar, sandılar ki kendileri Hristiyan bir toplumdur, Batı tarafından Hristiyanların katledilmesine izin verilmeyecek. Onlar öyle zannederken ne pazarlıklar sürdürülüoyrdu, bugün de sürdürülüyor.

Bush, Irak’ı kendi uydurduğu bir yalanla işgal etti, gelişmişiyle gelişmemişiyle bütün dünya seyretti. BM’den icazet alamamsıyla hiç ilgilenmedi. Irak’ı yıktı.”

“Ermeniler yalnız kaldılar”

Nor Zartonk aktivisti Norayr Olgar ise toplantıda şunları söyledi:

“Ne yazik ki Ermeniler birçok zaman bu konuyla ilgili en çok mücadele etmesi gereken sosyalistleri yanlarında bulamadılar, yalnız kaldılar. Hrant’tan önce bu topraklarda soykırımdan bahsedilmesi ve bir hak arayışında bulunulması bu kadar kolay değildi. Bizim, Nor Zartonk’un önünü açan, hem 1996 tarihinde Agos gazetesinin kurulması hem de sonrasında Ermenilerin bu topraklarda var olduğunu, ancak silinmeye çalışıldığını anlatmaya çalışan Hrant Dink’tir.

Biz, Hrant Dink katledilince, “bir şeyler yapmalı” diyerek bir araya geldik ve davaları takip etmeye başladık. Bu dava bir türlü bitmedi ve devletin işlediği bu cinayet, Ermeni Soykırımı’nın önemini, inkârın başımıza bugüne kadar getirdiği bunca zorbalığın hâlâ devam ettiğini gösterdi.

Dink’ten sonra Ermeni toplumunda bir hareketlilik başladı ancak bir araya gelme meselesi kaybedilmiş bir pratikti bizim için. Soykrıımdan sonra kamusal kurumlarımızın yok edilmişti, kurduğumuz tiyatrolar ve diğer sosyal ilişkiler yok edilmişti. Davayla birlikte Ermenilerin haklı taleplerini dile getirmeye başladık.

“Soykırım devam ediyor”

Sevag’ın katledilmesine tanık olduk ve bu davanın da takibine başladık. Bunları yaparken gördük ki, bu topraklarda soykırım devam ediyor. Hem birebir yaşadığımız katliamlarla hem de inkâr politikalarla bu durum sürüyor. Bugün Doğu’da yaşananlarla bu hafızanın canlı olduğunu görüyoruz.

24 Nisan için sosyalist partilerde soykırıma yaklaşım neydi, bu hiç bilmediğimiz bir konuydu. Şimdiye kadar konuşulmadığı gibi, geçen seneden hatırlıyoruz, birçok parti buna nezaketen “ortak acı” veya “büyük bir felaket” olarak baktığını zar zor dile getirmeyi başardı. Bizim 2007’den beri bir araya gelmemizin sebebi sözümüzü kendimizin söylemesiydi. En azından Ermeni toplumu içerisinde bu konunun önemine dair bir değişim yarattığımızı düşünüyoruz.

Birlikte mücadele etmenin pratiğini ise Kamp Armen’de edindik. Bu salondaki birçok arkadaşımız orada bizimleydi. Sermayenin Türkleştirilmesinin ve Ermenilerin tüm kültürel varlıkların yok edilişinin bir pratiğini gördük orada. 175 gün süren bir direniş sonucunda, birlikte mücadele ederek devletin bizden çaldığı sadece küçük bir parçayı koparmış olduk. Fakat bu tabii ki de ilk soykırım anmaları gibi, bu ülkedeki yüzleşme atölyeleri gibi, aslında büyük bir değişime yol açtı.”

“Solda soykırıma bakışta istisnalar var”

Eski İstanbul milletvekili ve YSP üyesi Ufuk Uras ise forumu başından beri takip ettiğini, DurDe’nin çok önemli bir iş yaptığını söyleyip teşekkür ederek konuşmasına başladı.

Uras, şöyle konuştu:

“Türkiye solunda soykırıma bakışta istisnalar var. Eskiden Kaypakkaya hareketi vardı. Şimdi DSİP, Yeşil Sol Parti, HDP gibi partiler, kazanımlarımız var.

2007’de milletvekili olduğumda, Ermeni Soykırımı’nı tanıyan tek milletvekili olarak lanse edildiğimde tedirginlik yaşadığımı hatırlıyorum. Şimdi bunu çok daha rahat konuşabildiğimizi, mütedeyyin kesimlerle çok daha bağlar kurabildiğimizi ve ortak bir dil yakalayabildiğimizi görmüyoruz.

Nokta değil süreç analizi içerisinde baktığımızda, AKP’ye oy veren geniş mütedeyyin kesimlerle nasıl bir ilişki kuracağımız konusunda, görüyoruz ki 2008 sonrası konuşabilir bir hâle geldik. Önemli olan bunun siyaseten mümkün kılınması ve bu gelgitleri olan bir süreç içerisinde olacak.

“Barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi besleyelim”

Gerçek her zaman en devrimci olan şey. Yeter ki bu diyalog zemini kaybetmeyelim. Yoksa aklın çıktığı yere bağnazlık giriyor. Bir kimseye yapılmış adaletsizlik tüm topluma yapılmış adaletsizliktir. Ergenekon davası 2006 yılında başlasaydı Hrant’ın yaşayacağını söyleyebilirim. Ondan bize kalan miras, siyaseti devam ettirme kararlılığıydı.

Konu çok masum bir mesele değil. Tek başına karşımızda Ergenekon-kontrgerilla örgütlerinden söz etmiyoruz. Talat Paşa Derneği gerçeği var, Mehmet Aksoy gibi önemli heykeltıraşlarımızdan biri bile oraya girebiliyorsa, demek ki bizim aydın kesim üzerinde de yeterince hegemonik bir tutum oluşturamadığımızı görmemiz gerekir.

Bugünkü konjonktürde Ermenilerin taleplerini önceliklendirmek, siyasetimizin önemli bir parçası olmalı. Bütün bu süreçlerde elde edilen kazanımlar son derece önemli, Ergenekon süreciyle Cumartesi Anneleri’nin başlaması bir alan kazanma meselesidir. Yeter ki bu meseleyi toplumsallaştıralım, karşımızdaki argümanları çürütecek bir özgüvene sahip olalım.

Barışı, özgürlüğü ve demokrasiyi besleyelim.”

“Egemen sınıf bir korku duvarı inşa etmeye çalışıyor”

Oturumda son olarak DSİP Eşsözcüsü Şenol Karakaş söz aldı. Egemen sınıfın 10 Ekim’den beri aşmamızın mümkün olmadığı bir korku duvarı inşa etmeye çalıştığını dile getiren Karakaş, bunun önemli öçüde bir illüzyon olduğunu düşündüğünü aktardı ve sebeplerini sıraladı:

“Birincisi, kemalizmle ilgili bir mesele. Askeri darbe döneminde lisede okudum. Her gün hizaya girerdik. PKK diye bir şey çıktı, kemalizmin ‘Türkiye’de Türkten başka bir şey olmadığı’ tezi hızla çöktü. Devletin birçok şeyi “terör örgütünün elebaşı” ile konuşmak zorunda kaldığı bir döneme evrim geçirdi bu ülke. ‘Türk’ten başka bir millet yoktur’ tezlerinin geçer akçe olduğu dönemden sonra bu, yöntemini beğenirsiniz beğenmezsiniz, bir halkın mücadelesiyle oldu.

Türkiye’de Türklerden başka Kürtlerin de olduğu fikri yaygınlaşmaya başlayınca, Kürtlerden başkalarının olduğu fikri de gündeme geldi. Pakrat abiler, Hrantlar, daha önce sol örgütlerde Ermeni isimlerinden farklı isimlerle mücadele ederken, PKK’nin devleti geriletmesiyle Agos gazetesi ve birçok mücadelenin alanı oluştu.

Türkiye’nin bir halklar hapishanesi olduğunu anlatmaya başarabildiğimiz sürece, bunu anlamaya müsait bir zeminin olduğunu görüyoruz.”

“Yerli ve milli ekseninin başarıya ulaşması zor”

Bir önceki dönemin, laik-dindar bölünmesinin devletin temel ekseni olduğu dönemin mağdurları olan Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının iktidara yürürken kocaman bir sosyal hareketle birlikte davrandığını dile getiren Karakaş, “Bir demokrasi cephesi ihtiyaçları vardı; başörtüsü mücadelesiyle, azınlıkların hakları mücadelesi kontak noktası oluşturabiliyordu. Şimdi dönem değişti, Erdoğan “550 yerli ve milli vekil verin bana” dedi. Bunun sonu Türk tipi bir başkanlık rejimi, demokrasinin son derece daraltıldığı bir alan. “Yerli ve milli” diyenlerin zafere ulaşmaları için çok zamana ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. AKP tabanının da CHP tabanının da kafası karışık durumda” dedi.

Çözüm sürecinin bitmesinin nedeninin Türkiye’de değil Suriye’de olan bitenler olduğunu ifade eden Şenol Karakaş, “Devlet, yıllarca Öcalan’la özerkliğin detaylığını konuşabilirdi. Ama Suriye’de bir gerçeklik hâline gelince, daha fazla konuşmamak gerektiğine karar verdiler. Bu savaşın Erdoğan’ın başkan olma hevesiyle değil devletin Suriye politikasıyla açıklanması doğru olan. Bu yüzden HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları geldiğinde, AKP, CHP, MHP birleşiyor, harflerin bir önemi kalmıyor” diye konuştu.

“Hrant’ın arkasından yürüyen yüz binler, muazzam bir dalga yarattı”

Karakaş sözlerini şöyle sürdürdü:

“Egemen sınıfın ve devletin korku duvarı inşa etmeye çalıştığını ve kazanımlarımızın ortadan kalkmadığını düşünürsek, daha rahat mücadele edebiliriz. Eğer biz umudu anlatmayacaksak, nereden kazanacağımızı anlatmayıp sadece karamsar bir mücadele anlatırsak, birbirimizi motive etme ve 24 Nisan’a gitmemiz zorlaşır. Bugünlere adım adım, bazı büyük mücadeleler ve bazı küçük mücadelelerle geldiğimizi unutmamak lazım.

Bilgi’de yapılamayan ama Boğaziçi’nde yapılan forumun mücadelesi, İHD’li arkadaşların mücadelesi, hepsinden önemlisi Hrant’ın verdiği mücadele, onun öldürülmesinin ardından Hrant’ı öldürenlerin planını programını bozan yüz binlerce kişinin başlattığı mücadele muazzam bir dalga yarattı.

İçinde bulunduğumuz bütün mücadele alanlarının birileri tarafından bahşedilmediğini, bizim mücadelemizle kazanıldığını düşünüyorum. AKP bu alanlarda tabandan gelen basınca taviz vermek zorunda kaldı.

“Yerli ve milli diyenler mevzilerimizi elimizden almaya çalışıyor, biz de direneceğiz”

Ergenekon davalarında çarpıtmalar olabilir ama Veli Küçük gerçek, onun davasına geldiğini gören Hrant Dink’in korkusu gerçek. Bu yerli ve milli bir eksen kurma çabasında mevzilerimizi elimizden almaya çalışıyorlar. Biz de direnmeye çalışacağız.

Kürtlere yönelik savaşı durdurma mücadelesiyle soykırımla yüzleşme mücadelesinin bir ve aynı olduğuun düşünüyorum. ‘Kasabanın sırrı’ diyordu Hayko Bağdat, artık böyle olmaktan çıktı. Soykırımla yüzleşmek, Cizre’de katledilen bebeklerin katledilmesini engellemek mücadelesiyle aynı olduğunu düşünüyorum.”

Ermeni Soykırımı Anma Forumu, 19 Nisan’da saat 10:00’da Hrant Dink cinayeti davası için Çağlayan Adliyesi önünde olma ve 24 Nisan’da saat 19:15’te Tünel Meydanı’nda soykırımın kurbanlarını anmak için buluşma çağrılarıyla sona erdi.

ilginizi çekebilir

td
Trump ABD'nin gücünün sınırlarını zorluyor
nikolas-gannon-DNN_008JieA-unsplash
Gazze'de soykırım sürüyor, küresel intifada büyümeli
hloho
"Taha Elgazi’yi sınır dışı etmek hukuksuzluktur"