Kız çocuklarının ergenliğe adım atmasının doğal ve sağlıklı bir parçası olan regl (menstrüasyon) olma durumu, pek çokları için saklanması ve utanılması gereken bir durum olarak hayatlarında yerini alır. Üzerine o kadar konuşulamayan bir şeydir ki, pek çok kız çocuğu regl sürecine dair önceden bilgilendirilmedikleri için ilk regl anı oldukça travmatik olabilir.
Cinsiyet adaletsizliği
Ergenlik süreci ve cinsellik eğitiminin bir tabu olması sebebiyle, bu konuda ne kız ne de oğlan çocukları bilgilendiriliyor. Kız çocuklarının regl dönemlerinde hijyen ürünlerine erişimi hala dünyanın pek çok yerinde güncel bir sorun. Bu durumun bir tabu olması, damgalanma, menstrüel ürünlere, sanitasyon hizmetine ya da hijyenik koşullara ulaşım zorluğu nedeniyle dünyanın çeşitli yerlerindeki kız çocukları regl oldukları dönemde okula ara vermek durumunda kalıyorlar. Dünyanın yarısının her ay ihtiyaç duyduğu menstrual ürünlere uygulanan ve “tampon vergisi” olarak da bilinen fahiş fiyatlandırma politikaları nedeniyle erişim daha da zor hale getiriliyor. Bu cinsiyet adaletsizliği çok küçük yaşlardan itibaren hayatımızı etkilemeye başlıyor.
Ergenlik dönemindeki bu eşitsizlikler, kadın yetişkin olduğunda biçim değiştirerek devam ediyor. Yetişkin bir kadın olduğumuzda, kendi bedenimiz üzerinde söz sahibi olmamız engelleniyor. Hastanelerde, jinekoloji kliniklerinde ya da aile sağlığı merkezlerinde muayene esnasında kadına karşı uygulanan cinsiyetçi tavır, kadının rızasının önemsenmemesi, muayene sırasında taciz, doğum kontrol yöntemleri konusunda bilgilendirici uygulamaların eksikliği ya da doğum kontrol ürünlerine erişimin zorlaştırılması sağlık alanında kadına uygulanan şiddet biçimlerinden bazıları. Hastanelerin ya da sağlık merkezlerinin ticarethane gibi işletilmesi ise, herkes için kaliteli ve ücretsiz sağlık hizmetinin önündeki en önemli engel.
Yalnızca anne olmak
Aşırı sağ politikaların uygulandığı ülkelerin ortaklaştığı noktalardan biri, kadınların yalnızca anne olmak için var olduğu ve çocuk doğurmaları gerektiği yönündeki baskı. Kadınların doğum kontrol yöntemlerine ulaşamaması ya da bu konuda bilgisiz bırakılmaları, bilinçli olarak uygulanan politikaların bir sonucu ve bu durumdan özellikle yoksul kadınlar daha fazla etkileniyor. Toplumun doğum kontrol yöntemleri konusunda yeterince bilinçlendirilmemesi, erkeğin bu yöntemleri kullanmayı reddetmesi durumunda kadının beyanının önemsenmemesine ve yalnız bırakılmasına yol açıyor. Kadının anne olmayı isteyip istemediği ve kaç çocuk sahibi olacağı, özellikle daha muhafazakâr toplumlarda, kadının söz hakkının elinden alındığı bir konuya dönüşüyor. Elbette devletin bu konuda uyguladığı politikalar, kadının söz hakkının yok olmasının en büyük sorumlusu.
Kürtaj konusu da bundan bağımsız değil. Ailenin yüceltilerek kutsallaştırılması ve kadının sadece annelik sıfatının içine hapsedilmeye çalışmasının devlet çıkarına olduğu çok aşikâr. Kendi bedeni hakkında özgürce karar verebilen, anne olmayı ya da olmamayı tercih edebilen kadının varlığı bir tehlike. Bu yüzden kürtaj yaptıran kadınlar şeytanlaştırılıyor.
Kürtajı fiilen yasaklıyorlar
Yasaya göre, Türkiye’de gebeliğin 10. haftasına kadar kürtaj yaptırmak kâğıt üzerinde 1983’ten beri bir hak. Ancak gerçek hayatta tam olarak bu kadar kolay değil. Yasal bir hak olmasına rağmen pek çok devlet kurumu kürtaj yapmıyor. Devlet hastaneleri bu konuda ya çeşitli bahaneler üretiyor ya özel bir kuruma yönlendiriyor ya da Türkiye’de kürtajın yasal olmadığı gibi yalan bir beyanda bulunuyor. Yasal zorunluluk olmamasına rağmen evli kadınlarda kocanın izni, 18 yaşın altındakiler için ailenin izni, bekar kadınlarda ise savcılık izni şeklinde kadını ve beyanını tamamen yok sayan uygulamaları bulunan hastaneler mevcut. Hasta-doktor mahremiyetini yok sayarak kadının muayenesini eşine, kocasına, ailesine mesaj olarak haber veren bir uygulama da mevcut.
Kürtaja dair bilgiye ulaşmanın dahi son derece zor olduğu bir yerde, kadınlar maddi durumlarına göre ya merdiven altı sağlıksız ortamlarda, hastalık kapma riskini göze alarak kürtaj oluyor, ya da özel muayenehanelere gidiyor.
Her kadın anne olmayı istemek zorunda değildir. Anne olmaya hazır hissetmemek ya da direkt hayatı boyunca hiç anne olmak istememek, fiziksel ya da zihinsel olarak hazır hissetmemek, maddi olarak gücü olmadığı için çocuk sahibi olmayı istememek veya başka herhangi bir sebeple anne olmak istememek son derece doğaldır. Hiçbir kadının da anne olmak istemediği için çevresine, ailesine, topluma makul bir gerekçe sunma zorunluluğu da yoktur. Gebelik süreci boyunca her türlü hormonal değişim, fiziksel rahatsızlık ya da zorlukla baş edecek kişi kadındır ve sürece dair söz hakkı olacak kişi de kadın olacaktır.
Bugün kadınların sağlık alanında yaşadığı her sorun -ister menstrüel ürünlere erişememek ister güvenli kürtaja ulaşamamak, ister aileye haber verilen mahremiyet ihlalleri olsun- ortak bir kökten besleniyor. Oysa kadınların gerçekten özgür olabileceği bir toplum, sağlık hizmetlerinin ücretsiz ve eşit şekilde sunulduğu; bedenleri üzerinde tek söz sahibinin kendileri olduğu; bakım yükünün toplumsallaştırıldığı bir dünya mümkün. Ve bu uğurda mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.
Dila Ak