HDP komisyonuna 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayımızın Selahattin Demirtaş olması gerektiğini önermemizin üzerinden yıllar geçti. Önerinin ne kadar doğru olduğu Demirtaş’ın sürdürdüğü kapsayıcı seçim kampanyası, kampanyasının yarattığı heyecan ve alınan oy oranlarında açığa çıktı. Demirtaş, sıra dışı bir sosyalist olduğunu, ilk kez cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında gösterdi. ‘Sıra dışı olmak’ derken kastım, ne mevcut sosyalist kadrolardan teorik ya da politik bir üstünlüğü olduğunu iddia etmek ne de bir lider kültü yaratılmasına katkıda bulunmak. Lider kültü bizden uzak olsun olmasına da, her biri hafızasında başka bir devrimciyi kült hâline getirmiş olanların Demirtaş tartışmasında aklına külte karşı olduğunu getirmesi meselesini de bir kenara bırakalım. Demirtaş’ın sıra dışılığı, kitleleri elektriklendirmede, solun tarihinde hiçbir siyasi figürün başaramadığı bir yeteneğe sahip olmasında.
2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ceketini koysa Demirtaş’ın alacağı oyu alabileceğini düşünenler olabilir. Olsun. Politikada hayal kurmak serbest. Demirtaş, öne çıkmaya başladığı dönemde siyasal alanda liderlerinden birisi olduğu hareketin boyut değiştirmesinde en belirleyici olan siyasi figürdür. Bu açıdan Demirtaş’ın sıra dışılığının sıra dışı koşulların ürünü olduğunun altını çizmek gerekir. Ama Demirtaş’ın da bu koşulları kavrayıp, koşulların özgürlük mücadelesi için daha da uygun bir düzeye gelmesinde yaptığı katkının aynı anda altını çizerek yapmak lazım bu vurguyu. Ümit Kıvanç, Demirtaş’ı çok yönlü bir şekilde çok başarıyla tanımladı. Yeniden tanımlamaya gerek yok. Ama 7 Haziran seçimlerinden önce yapılan İzmir mitingine katılan on binlerce ama on binlerce insan, Demirtaş’ta yıllardır sürdürülen tüm özgürlük mücadelesinin örtüştüğü, kendi arasından, sadece kendisinden değil, bizzat kendisi olan bir sosyalist gördüğü için HDP lideriyle kitle arasındaki ilişki, diğer tüm HDP liderleriyle kitle arasındaki ilişkiden farklı bir düzeyde kuruldu.
Bu düzey Demirtaş’ın hazırcevaplığından, nüktedanlığından, muzipliğinden; gelişmeleri kavrayışındaki keskinlikle, bu keskinliği sarih bir şekilde ifade etme yeteneğinin bu özelliklerle birleşmesinden oluşuyor. Kitlelerin, büyük politikanın döndüğü alanda bizden birisinin geri kalan siyasi figürleri geride bıraktığına kâni olması çok önemli bir eşiktir. Bunu yapanın halktan birisi gibi görünen değil gerçekten halktan birisi olan bir sosyalist olması Demirtaş etrafında yaşanan gelişmeleri kavramaya yardımcı olabilir.
Demirtaş’ın hataları yok mu? Elbette var. Hafızama kazınmış olan bir hatası, Suriyeli göçmenlerin vatandaşlık hakkıyla ilgili yaptığı yanlış yorumdu. “Ama bu da olmaz ki” diyene kadar, ertesi gün hatasını düzeltti ve vatandaşlık hakkının tüm göçmenlere tanınmasının en temel insan hakkı olduğunun altını çizdi. “Dün dündür”cülüğün ve hata yapmaz sarsılmaz politikacılığın geçer akçe olduğu siyaset arenasında hata yaptığını hızla kabul edip hatasını düzeltmek de önemli.
Ama Demirtaş’ı özeleştiri müessesi bağlamında daha da özel kılan bir süreç hakkında verdiği özeleştiri. Cezaevinden genel bir değerlendirme yaptığında, barış ve çözüm sürecinin ilerletilememesi konusunda başarısız olduğunu kabul etti. Demirtaş bir yandan Kürt halkının verdiği zorlu mücadelenin bir ürünü bir yandan da tüm toplumda zaman zaman devasa bir özlem olarak açığa çıkan barış mücadelesinin bir ifadesi. HDP de çözüm ve diyalog dönemi adı verilen süreçte dikkat çekici bir sıçrama yaşadı. Bu süreç önce rafa kaldırıldı, ardından sürece ne yapıldığı konusunda hiçbir bilgimiz yok. Şimdilerde çok uzakta bir yerlerde duruyor gibi görülüyor.
İşte Demirtaş’ın eş başkanlıktan feragat etmesinin ve bu feragat edişin HDP liderliğince hızla kabul görmesinin geniş kitlelerce kabul edilmemesinin temel nedeni bu: Demirtaş cezaevinde, çözüm sürecinden çok uzaktayız ve Demirtaş eşbaşkanlığı bıraktığında, barış ve çözüm süreciyle özdeşleşen bir isimle beraber, sürecin kendisi de rafa kaldırılıyormuş gibi geliyor.
Yoksa “ahde vefa”, “Türk eşbaşkan olur olmaz”, “bedel ödemek ödememek” gibi bir dizi başlıkta yaşanan tartışmaların ve Demirtaş’ın yerine kimin seçilip seçilmeyeceğinin bir önemi yok. Bunlar iç tartışmalar ve HDP bu iç tartışmalarını kendisi yapabilir. Bu tartışmaların HDP’yi içinden çıkılmaz çelişkilere evriltmesi de aynı derecede tehlikeli. HDP liderliğinden beklediğimiz Demirtaş’ın görevi bırakma talebini, görevi bırakmasının ne yeri ne de zamanı olduğunu açıklayarak kabul etmemesidir. Olağan koşullarda iki yıl liderlik yapma şartı gibi tüzüksel sorunlardan söz edilebilir. Ama adı üstünde olağan değil Olağanüstü Hâl koşullarında yaşıyoruz. Demirtaş cezaevine nasıl girdiyse öyle çıkmalıdır, çözüm sürecinin tarihin tozlu raflarında zamanı gelince devreye girecek bir süreç olmaktan çıkartılıp her günkü mücadeleye ışık tutacak bir talep halinde algılanmasıyla Demirtaş arasında doğudan bir ilişki var.
Siyasal alanda sürekli bir sağa kayışın yaşandığı, solda da sağ ittifakların geçer akçe olduğu bir dönemde Demirtaş solu başarıyla temsil etmektedir.
Barış ve Demirtaş’ın özgürlüğü el ele gitmelidir.
Şenol Karakaş