Araya hem teknik bir sorun hem de AKP’nin metal yorgunluğuyla ilgili bir yazı girdiği için sosyal şovenistlerle alakalı son yazıyı hazırlayamamıştım. Şimdi kısaca bir sosyal şovenistle konuşmanın neden zor olduğuna dair tartışmayı tamamlayabiliriz.
İlk yazıda, “Olay bütünüyle seküler dünyada cereyan etmektedir: Önce CHP sol ilan edilir, CHP’nin solunda yer alan sol, esasen CHP’ye endeksli politika yapar, CHP’nin solunda olan solun solundaki sol ise CHP’nin solunda olup da CHP’ye endeksli politika yapan solu kazanmaya çalışır sürekli.” demiştim. Buna dair enteresan gelişmeler yaşandı. CHP’nin solunda yer alan CHP’ci sol, Katalonya bağımsızlık referandumuna da karşı çıkarken hem Kürdistan hem de Katalonya referandumunda ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini tanıyanlar, birinci kategorideki solcularla birlikte tartışma çabasından zerre kadar taviz vermiyorlar. Bu arada bir partinin sözcülerinden birisi yoğun istek üzerine kitaba bir kez daha dönüyorum diyerek Lenin’in Ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda yaptığı tartışmaların derlendiği kitaba alakayı artırdı. Ahmet Hakan ilk elden okunacaklar listesine bu kitabı aldı. Oysa sorun kitaba geri dönmekte değil. Geri dönerken, Lenin’in anlattığını Lenin’in anlattığı şekliyle anlayacak önyargılardan, Kemalizm ve Stalinizm’in etkilerinden arınmış bir şekilde okumak.
Bu açıdan, ilk yazıda ele aldığım tartışma başlıklarına şu konuları eklemekte fayda var:
4. BOP tartışması. Kürdistan referandumuyla yeniden gündeme balıklama dalan BOP, yani Büyük Ortadoğu Projesi tartışmaları yeniden devreye girdi. BOP’u yeniden gündeme alanların bazı sorunları var. Bu BOP milliyetçiliği okşamak için ne kadar işlevsel bir teori olursa olsun, gerçek dışı bir yalanlar manzumesinden ibarettir. Yalanlar arasında tutarlılık aramak da bizim hakkımızdır. 2003 yılında Irak işgaline hazırlanan Batı dünyasının eleştirisiyle, kategorik AKP düşmanlığının el ele tutuşmasının ürünü olan ilk dönem BOP’a göre Erdoğan BOP eşbaşkanıydı. Bugün gündeme gelen BOP ise Erdoğan’la Batı dünyası, yani BOP’u aslen icat eden ve hayata geçmesi için tüm ajanlar mekanizmasını ve askeri gücünü harekete geçiren Batı emperyalizmi arasındaki çelişkiyi görmezden geliyor. Oysa bu açıklamaya muhtaç. Ama açıklamaya muhtaç olan daha önemli bir nokta var: ABD bir yandan Çin ve Rusya, öte yandan Kuzey Kore gibi ülkelerle cebelleşirken ve henüz 2008 ekonomik krizinin etkilerini atlatabilmiş değilken Ukrayna, Suriye ve Ortadoğu’da bırakalım istediği gibi at koşturmayı kesin bir askeri ve politik hegemonya sağlamaktan çok uzakken, BOP adı verilen bir operasyonu hayata geçirmesi mümkün değil. ABD, Ortadoğu’da bir gelecek projesiyle değil, tüm dünyada 21. yüzyılın egemen emperyalist gücü olup olmayacağıyla ilgili ve bu devlet, Irak işgalinden beri büyük bir gerileme içindeydi. Irak’ta attığı her adım geri tepen, Irak işgaliyle bölgede oluşan kaotik ve patlamalı siyasal koşulları oluşmasının ilk sorumlusu olan ABD’nin, adı BOP olan bir Ortadoğu projesi de böyle bir projeyi hayata geçirecek gücü de yoktur. Bu nedenle, Barzani liderliğinde ilan edilen bağımsızlık referandumunun BOP’la bir ilgisi yoktur. BOP, ulusalcı bir sosyalistin hayallerini süsleyen bir yatıştırıcıdan başka bir şey değildir.
5. Lenin’in ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ konulu yazılarını okuyanlar şunu akıldan çıkartmamalıdır: Lenin çokuluslu bir imparatorluğun içinde hâkim olan ulusun mensubu bir sosyalist, yani ezen ulusun bir üyesi bir sosyalist olarak yazıyordu. Lenin öncelikle sorunu dünya sahnesinde kapitalizmin bir yoğunlaşması, merkezileşmesi ve askerileşmesi anlamına gelen emperyalizmin derinleştirdiği çelişkiler bağlamında ele alıyordu. Ama bunu Rus olduğunu unutmadan, ezen ulusun bir üyesi olarak bu ezen ulus kibrini Rusya’da işçilerin birleşik mücadelesinin önündeki en büyük engel olarak görerek yapıyordu. Chris Harman, 2009 yılında ‘Yeniden Lenin’ derlemesi için yazdığı makalede “çokkültürlü açıklıkta ısrarın işçi düşmanlarının sınıf mücadelesinin en hain biçimi”dir diyen Zizek’e çok kültürlülüğü savunmanın orta sınıfların işi olarak görülmesinin yanlış olduğunu, bugünkü modern ve farklı etnik gruplara mensup işçilerin birliğinin önkoşullarından birinin çokkültürlülüğün kabul edilmesi olduğunu söyleyerek yanıt veriyordu. Farklı etnik grupların bir arada yaşadığı ama bu etnik gruplardan birisinin diğerlerini bastırarak, diğerleri üzerinde devlet örgütlenmesi üzerindeki etkinliği aracılığıyla baskı kurarak hegemonyasını inşa ettiği koşullarda, sanki böyle bir çelişki yokmuş gibi, sanki böyle bir baskı biçimi yokmuş ve bu baskı biçimi farklı etnik gruplardan işçilerin birleşik mücadelesinin önüne dikilen en önemli sorun değilmiş gibi havaya bakıp ıslık çalmak, sözde çok devrimci görünebilir ama özde hâkim etnik grubun milliyetçiliğinin sol sos katarak yeniden üretilmesinden başka bir sonuç doğurmaz.
6. Lenin’in ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ tartışmaları sırasında, sadece UKKTH kısaltmasıyla derlenen kitabını değil, ‘Emperyalist ekonomizm’le ilgili tartışmasını da kitabını da okumakta büyük fayda var. Lenin, emperyalizm dönemi ekonomist olduğunu düşündüğü yazarlarla çok sert ve alaycı bir şekilde tartışıyor. Rus muhalif hareketinde 1900’lerin ilk yıllarında ortaya çıkan ekonomistler, Çarlık rejimine karşı ekonomik mücadeleyi sürdürürken bu mücadelenin demokrasi mücadelesiyle bağlantısını kuramıyordu. Birinci Dünya Savaşı döneminde ortaya çıkan emperyalizm döneminin ekonomistleri ise Lenin’e göre, “emperyalizmin ortaya çıkışı ile reformlar ve demokrasi uğruna mücadelenin birbirine nasıl bağlanacağı meselesini çözemiyor.” Bir emperyalizm analizini IKBY’nin bağımsızlık referandumuna karşı çıkmak için kullanmaya çalışanlar da emperyalist-kemalist ekonomizm hastalığından muzdariplerdir diyebiliriz.
7. Lenin aynı konudaki çalışmalarında “Ulusal baskı konusunda ezen ve ezilen uluslarda proletaryanın durumu aynı mıdır?” sorusunu sorarak şu yanıtı verir: “Hayır, aynı değildir, ekonomik bakımdan, siyasi bakımdan, ideolojik bakımdan, ruhi bakımdan, vs. aynı değildir. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı bazıları bir yoldan, diğerleri başka bir yoldan, değişik başlangıç noktalarından hareketle aynı amaca (ulusların kaynaşması) yaklaşacaklar demektir.”
Ancak, emperyalizm analizi her nasılsa ulusal çelişkileri silikleştiren ve ezilen ulusların haklı kızgınlığını emperyalizme karşı işçilerin mücadelesinin müttefiki olarak görmek yerine, bu öfkenin emperyalizmin ekmeğine yağ sürdüğünü ilan eden sosyal şoveniste, Türkiye’de emperyalist-kemalist ekonomist denir. Ekonomik gelişmelerin ezilen ulusların bağımsızlığını kazanmasına izin vermeyeceğini ilan etmek, ezilen ulusların siyasal dinamizmine gözleri kapatmak değildir sadece. Bu, aynı zamanda, kendini ezilen halkların özgürlüklerini tayin etme derneği başkanı olarak görmektir, kibir abidesi olarak gezinmektir.
Ezilen ulusun zenginlik düzeyi, ezilen halkın sahip olduğu petrol kaynakları, bu halkın ayrılırsa ne kadar ayakta kalabileceğinin belirsizliği üzerine tartışmalar, bir sosyalistin uğraşması gereken sınıf mücadelesi alanının değil bir burjuva dış politika uzmanının ilgileneceği uluslararası ilişkiler alanının sorununa tekabül eder. Sosyalistler, daha çok, başka bir ulusu ezen bir ulusun özgür olamayacağı gibi ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ tartışmasının abc’sine sahip çıkarlar. Ulusal her meselede işçi sınıfı içinde egemen sınıfın milliyetçiliğini teşhir etmeyi ve işçilerin siyasal bilincinin daha da billurlaşmasına yardımcı olmayı amaçlarlar. Karl Marx’ın İngiliz proletaryası özgür olmadan ezilen İrlanda halkının özgür olamayacağı fikrinden İrlanda halkının kendi kaderini savunmayan İngiliz proletaryasının özgürleşmesinin mümkün olmadığı fikrine evrimi, Lenin’in ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ analizinin merkezinde yer alır. Boşanma tartışması, bu meseleye başka bir açıdan örnek teşkil eder. Gönüllü bir birlikten, ancak ve ancak boşanma hakkının tanınması koşulunda söz edilebilir. Boşanma hakkı, herkesin hemen yarın boşanmak için kuyruğa girmesi anlamına gelmez ama her gün kadın cinayetlerine, aile içi şiddete, tecavüze, tacize karşı direnen kadınların birlikte yaşamak isteyip istemediğine kendisinin karar vermesi gerektiğine ve verdiği bu kararın sonuçlarını iptal edecek bir hakem heyeti olmasının saçmalığına vurgu yapmaktadır. Ama Irak Kürdistan bölgesinde yaşanan bir bağımsızlık referandumuna Türkiye’den solcuların karşı çıkışı, başkalarının da örnek verdiği gibi, komşu mahalledeki bir adamın, diğer mahalledeki bir apartmanda kocasından, kayınbiraderinden ve kocasının akrabalarından her gün şiddet gören bir kadının boşanma hakkı için oylama yapma talebine karşı çıkmasına benziyor.
Bu da bizi yeniden ilk yazıda gündeme getirmeye çalıştığım soruya getiriyor: Sana ne? Madem kendi kaderini tayin hakkını savunmuyorsun, en azından gölge etme!
Bitirirken, sosyal şovenistlere yönelik affedicilik ve sempatinin insanın gözlerini yaşarttığını belirtmeden geçemeyeceğim. Bu ne yüce gönüllü bir birlikte olma, ama mutlaka beraber yürüme ve birlikte tartışma merakıdır?
Şenol Karakaş