2019 seçimleri politik tüm gelişmelerin merkezine yerleşmeye başladı. Hem AKP ve Erdoğan’ın hamleleri hem de başta CHP olmak üzere muhalefetin odaklandığı konu 2019 seçimleri. Politik müdahaleler, gelişmelere yönelik tutumlar, taktikler ve stratejiler 2019 düşünülerek şekilleniyor.
Kuşkusuz ittifaklar da 2019 partili cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine göre tayin ediliyor. En son, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş, aylardır tutuklu bulunduğu cezaevinden CHP-HDP ittifakının önemine değinen bir mesaj yolladı.
OHAL döneminde baskılar
Bir yandan 2019 seçimlerine yönelik bir yoğunlaşmadan söz edilebilecekken öte yandan 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL koşulları, hükümetin muhalefet üzerinde baskı uygulamasını çok kolay bir hâle getiriyor. Yargıda, bürokraside ve emniyette yaşanan ve 2000’li yıllarda elde ettiğimiz kazanımlardan radikal bir şekilde geriye gidiş anlamına gelen keyfilik, hukuksuzluk, baskı, ve kuralsızlık, aktivistlerin moralini bozuyor. Son iki KHK’nın özellikle MİT ve emniyetle ilgili bölümleri, MİT’in doğrudan cumhurbaşkanına bağlanması gibi adımlarla binlerce bekçinin emniyet bünyesine alınmasının hedeflenmesi bu duyguyu güçlendiriyor.
2014 yılında yerel seçimlerde bir çok belediyeyi AKP’nin kazanmasının ardından sık sık duymaya başladığımız “Türkiye değişmez, boşuna uğraşmayalım” yaklaşımı gidişatın iyileşme ihtimali taşımadığı fikriyle birleşiyor. Çelişkili bir durum ortaya çıkıyor böylece: Bir yandan 2019 seçimlerine yönelik bir odaklanma, öte yandan ve aynı zamanda devlet baskısının keyfiliği ve kuralsızlığından desteklenen bir “değişim mümkün değil” fikri el ele ilerliyor.
Misak-ı Milli’nin ötesinde
Bu nedenle, öncelikle yaşananların Türkiye’yle sınırlı olmadığını görmeliyiz. Özellikle ABD’de çeşitli yazarların Türkiye analizlerinde sık sık dile getirilen iç savaş senaryolarının ABD’de iç savaş senaryoları halini aldığını hatırlamakta fayda var. Fransa’da Macron (OHAL’in bazı uygulamalarını yasal hale getirip OHAL’i kaldırmak istemesiyle), ABD’de Trump, Macaristan’da Orban, Almanya’da Merkel ve Neonaziler, Rusya’da Putin, otoriter yönetimlerin küresel bir eğilim olarak öne çıktığını gösteriyor. 2008 küresel ekonomik krizine egemen sınıfların gösterdiği çaresiz tepkinin bir ürünü olarak bu eğilimler öne çıkıyor. Neoliberal konsensüs bozulurken, krizden nasıl sağ salim çıkacağı konusunda kafası karışık olan egemen sınıfların çaresizliğiyle neoliberal dönemin yarattığı ekonomik, sosyal ve politik sıkıntı ve açmazları derinden hisseden kitlelerin açmazları üst üste geldikçe, otoriter siyasi eğilimler sundukları kaba alternatiflerle, seçim sandığında elde edilen seçim zaferlerini kalıcı rejim değişikliklerinin zemini hâline getirmek için iktidar gücünü merkezileştirmeye çalışıyorlar. Ama bu, bütün ülkelerde aşağıdan bir muhalefetin örgütlenmesiyle yanıtlanıyor. Macaristan’da on binlerce insan Adalet Nöbeti tutuyor, Trump’a karşı milyonlarca insan harekete geçiyor, ırkçılara karşı kitlesel eylemler örgütleniyor, Macaristan, ABD ve Türkiye’de kitlesel kadın hareketleri sokağa çıkıyor, Fransa’da Macron OHAL’i olağanlaştırmak için yasal düzenleme hedefini dile getirdiğinde birçok akademisyen imza kampanyasına başlıyor, Türkiye’de akademisyenler barış ve ifade özgürlüğü için harekete geçiyor, Macaristan’da kürtaj yasağına karşı kadınlar sokakta mücadele edip kazanım elde ediyor, Türkiye’de önce 16 Nisan referandumunda AKP İstanbul ve Ankara gibi çok sayıda ilde geride kalıyor, ardından 1 Mayıs yığınsal bir şekilde kutlanıyor, Kıdem Tazminatı hakkını yok edecek yasa tıpkı zeytinlik alanları tırpanlayacak yasa tasarısı gibi geri çekiliyor, Trump’ın göreve başladığında yanında olan tüm çalışma arkadaşları ya istifa etmek zorunda kalıyor ya da Trump tarafından görevden alınıyor, Erdoğan partisinin İstanbul toplantısında racon kesme tartışmasını noktayı kendi taraftarlarının bir bölümüne uyarılarda bulunarak koyuyor, AKP liderliği partilerinin metal yorgunluğu içinde olduğunu tartışıyor.
Sorunlar, zaaflar
Bu liste, yani sertleşen yönetimlerin düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü alanına ve işçilerin, kadınların ve ezilenlerin kazanılmış alanlarına yönelik sert bir müdahalede bulunduğunu gösteren gelişmelerle, bu türden her gelişmeye karşı direngen ve aşağıdan bir mücadelenin şekillendiğini gösteren sayısız örneğin biriktiğini gösteren liste uzatılabilir. Bu listeden çıkan ilk sonuç şu: Henüz hiç kimse son sözünü söylemedi. Trump basın toplantısında Amerikan İç Savaşı’nın ırkçı liderlerini kollayan sözler sarf ederken, Boston’dan on binlerce ırkçılık karşıtı sokaklarda ırkçılığa ve Trump’a karşı ses çıkartıyordu. Türkiye’de de en umutsuz gibi görünen koşullarda başlayan Adalet Yürüyüşü, milyonlarca insanı etkileyen bir ezilenler buluşmasına dönüştü. Koşullar güllük gülistanlık mı? Elbette değil! Fakat kurumsal faşizm iktidarı ele geçirmiş ve ülke on yıllar sürecek bir karanlığa gömülmüş gibi politik fikirler, eğilimler ve modalar üretenler, işçi sınıfının mücadele etmek isteyen kesimlerine zarar veriyor.
Kürtler, 16 Nisan’da bir ölçüde AKP’ye yeniden kredi vermiş olsa da büyük bir çoğunlukla, hem de 2015 yılının ortalarından beri süren çatışma koşullarına rağmen 16 Nisan referandumunda “Hayır!” oyu verdiler. “Adalet ve Vicdan nöbet”leriyle HDP moral toplamaya çalışıyor.
16 Nisan referandumunda AKP-MHP oylarının İstanbul’da evet oylarının gerisinde kalmış olması, açık açık adı konmasa da AKP içi bir tartışma sürecinin yaşanmaya başlanması, bazı AKP’lilerin çıkışlarının Devlet Bahçeli tarafından Erdoğan’a şikâyet edilmesinde sıklık yaşanmaya başlanması, Akşener’in kuracağı partinin (Akşener’in kuracağı partiden demokrasi adına medet uman kimse olmamalı) “günün en güçlü siyasi figürü” olarak gösterilen Devlet Bahçeli’yi zorlayacak olması, ordu komuta kademesinden emniyet atamalarına ve ÖSYM yerleştirme sistemine kadar her alanda çatlak, sıkıntı, çekişme ve gerilimin yaşanması, Erdoğan etrafında oluşan “yerli-milli” koalisyonunun bir dizi soruna ve zaafa sahip olduğunu gösteriyor.
Pazartesi günü bu sorunların temelinde yatan iki soruna değinmeye çalışacağım.
Şenol Karakaş