Adalet mitingi: Bir bilanço

11.07.2017 - 18:49
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Adalet mitinginin etkisi, İstanbul Valiliği'nin ışık hızıyla mitinge kaç kişinin katıldığını açıklama çabasında görülebilir. Aynı alanda AKP mitinginin 2 milyondan fazla insanı toparladığını söyleyenler, adalet mitinginin 175 bin kişiyi toparlayabildiğini söylemek ve bunu matematiksel hesaplamalarla kanıtlamak için büyük bir çaba sarf ettiler.

Adalet mitingine kaç kişinin katıldığının hükümet çevrelerini bu ölçüde rahatsız etmesi, mitinge katılımın güçlü olduğunun bir kanıtı. Ama katılımdan daha önemli olan, hem yürüyüşün hem de mitingin yarattığı toplumsal etki. Adalet yürüyüşü ve mitingi, başladığı andan itibaren darbecilikle, Fethullahçılıkla, teröristlikle, “batı uşağı” olmakla suçlandı. Başka suçlamalar da yöneltildi yürüyüşe ama esas suçlama darbeye zemin hazırlamak suçlamasıydı. 15 Temmuz’dan bir hafta önce neden böyle bir yürüyüşün yapıldığı eleştirisi, yıl dönümünde yeni bir kalkışma için toplumsal psikolojiyi hazırlama amacının taşınıp taşınmadığı imasıyla el ele ilerledi. Adalet yürüyüşü, cumhurbaşkanı ve başbakanın tüm alaylarına ve eleştirilerine rağmen, kitleselleşerek ilerledi. Daha 10 gün önce kitle Kocaeli’ne yaklaşırken katılımın 20 bin kişiyi geçtiği söylenmişti. İstanbul girişinde yürüyüşe 215 bin kişinin katıldığı söylendi. Bütün korkutma kampanyasına rağmen hem yürüyüşe hem de mitinge bu katılım, “adalet” talebinin bam teline dokunduğunu gösteriyor.

Darbeci bir yürüyüş mü dediniz!

Bazı gazeteler ve hükümetten sesler, adalet yürüyüşü ve mitinginin darbeye zemin hazırlamak için örgütlendiğini iddia ediyor. Yürüyüşün 15 Temmuz’dan önceye gelmesinin tek nedeni, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasındaki zamanlama. Başka bir nedeni yok. Bu zaten başlı başına CHP’nin tutarsızlığının bir göstergesi. Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına neden olan süreç, CHP’nin milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıran değişikliğe izin vermesiyle başladı. CHP değişikliğe “anayasaya aykırı ama evet” diyerek destek verdi. "HDP’li vekillere destek veriyor gibi görünürsek terörü destekliyormuş gibi aleyhimizde propaganda yapılır" diye ortağı oldukları dokunulmazlık süreci, kendi milletvekillerine dokununca adalet için yürüyüş yapmak akıllarına geldi. Bu sefer de yürüyüş boyunca terör örgütüne desten vermekle suçlandı CHP liderliği.

Adalet yürüyüşü, bir açıdan yürüyenlerin yürüyüş sırasında değiştiği özeleştiri süreci olarak da görülmelidir. Kılıçdaroğlu yürüyüş boyunca Kürt milletvekilleriyle, HDP yöneticileriyle, Roboskili ailerle kol kola girerek önemli bir değişikliğe imza attı. Bu kol kola girişin CHP’liler tarafından ağır bir şekilde eleştirilmemesi ise bir olumluluktur.

Daha önce yürüyüşü değerlendirirken şunları söylemiştik: “CHP darbe için, Fethullahçı darbecilerle dayanışmak için yürümüyor. 15 Temmuz darbesini sulandıran bir iddia da CHP’nin darbeci olduğunun dillendirilmeye başlanması. CHP, 15 Temmuz darbesine karşı çıktı. Hatta, 15 Temmuz darbesine karşı mücadelenin halkın elinden yerli-milli koalisyona devredilmesinin başlangıç seremonisi olduğu bugün net bir şekilde görülen Yenikapı Mitingi’ne Kılıçdaroğlu konuşmacı olarak katıldı. CHP, OHAL koşullarında hükümet ve Erdoğan’dan farklı politikalar sahiplenmeye başladıkça, özellikle 16 Nisan referandumunda ‘Hayır’ kampında yer aldığı için, 15 Temmuz’la ilişkilendirilmeye çalışıldı. Kılıçdaroğlu’yla birlikte, 15 Temmuz gecesi darbeye karşı sokaklara çıkan demokrat Müslüman aktivistlerin de yürümesi, “Adalet yürüyüşü”nü sulandırmaya çalışan bu darbe söylemini boşa çıkartıyor.”

Adalet mitingiyle 2007 yılında örgütlenen Cumhuriyet mitinglerini eş tutmanın ise hiçbir anlamı yok. 27 Nisan muhtırasına yol açan, parti kapatma davalarının, AKP’li bir cumhurbaşkanının seçilmesinin engelleme çabalarının kitlesel bir hareketle taçlandırılmaya çalışıldığı Cumhuriyet mitingleri, gerçekten de milliyetçi, askeri vesayetin iştahını kabartan bir sürecin parçasıydı. Adalet yürüyüşü ise gerçekten mağdurların bir hareketiydi. Cumhuriyet mitingleri demokrasinin alanının daraltılmasını amaçlıyordu, adalet mitingi demokrasinin sınırlarının genişlemesini hedefliyor. Cumhuriyet mitingleri hükümete yönelik bir e-muhtırayla taçlandı, adalet mitingi 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesiyle birlikte askeri vesayetin gerilediği koşullarda ve bu vesayetle arasına sahici bir mesafe koyarak örgütlendi.

Kılıçdaroğlu mitingde yaptığı konuşmada net bir şekilde darbecilere karşı olduğunu söyledi. Hem darbecilere hem de darbelere karşı altı çizilerek yapılan vurgular önemliydi. Kaldı ki hükümet, canı istediği her yürüyüşü darbeci ilan etme hakkını kendisinde görüyor. Bazı yazarlar, mitinglerin meşruluğu hakkında kendi özel düşüncelerini yasal ölçek olarak dayatıp, “şu yürüyüş cuntacı, bu yürüyüş demokratik” diyebilme hakkını kendisinde görürken, düşünce, gösteri, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini sonuna kadar savunmak demokrat olmanın temel kriteri hâline gelmiş durumda.

CHP ve yerli-milli koalisyon

Adalet yürüyüşü ve mitingi, milyonlarca insanı etkiledi. Hınca hınç dolu bir miting alanında görkemli bir mitingin gerçekleştiğini teslim etmek, mitinge metrekare başına kaç kişinin düştüğünü hesaplama çılgınlığına teslim olmaktan daha doğru. Kılıçdaroğlu’nun kürsüde dile getirdiği talepler, demokratik alanın sınırlarının genişlemesine yönelikti. 15 Temmuz’da gerçek darbecilerin yargılanması, OHAL’in kaldırılması, yargı bağımsızlığı, yargıya erişim hakkının açılması, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması, hükümet muhalifi akademisyenlere darbeci muamelesi yapılmasına son verilmesi, parlamenter sistem üzerindeki vesayetin kaldırılması, laiklik ilkesinin aşındırılmaması, tüm adaletsizliğe son verilmesi, kadın haklarının güvence altına alınması, saldırgan dış politikaya son verilmesi. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği talepler arasında, özellikle en sonuncusu çok önemli: “Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara kardeşçe yaklaşan adilane bir dış politikaya dönüş yapmalıdır.”

Bu, CHP’nin yerli-milli koalisyonla ilişkisini gözden geçirdiğine işaret eden ve belki de adalet mitinginde dile getirilmiş en farklı talep. Çünkü bu, CHP’nin, devletin beka kaygısına mevcut AKP-MHP-devlet uzlaşmasından daha farklı bir pencereden bakma ihtimali olduğuna işaret ediyor. Suriye’de yaşanan gelişmeler, sadece dramatik bir dağılma yaşayan Suriye halklarını değil, küresel sistemin bütün dengelerini belirliyor. Suriye’ye sınırı olan ülkeler ise Suriye’deki gelişmelerden ayrıca etkileniyor. Suriye’nin kuzeyinde şekillenecek ve Kürtlerin başrol oynadığı bir statüko, Esad rejimini, Türkiye’yi, İran'ı ve Irak’ı doğrudan etkiliyor. Bunu en uç kavramlarla formüle eden Türkiye. Türkiye, Suriye’de yaşanan gelişmeleri bir beka sorunu olarak görüyor. 15 Temmuz darbesiyle, devlet içinde bir devlet gibi örgütlenen darbeci koalisyonunun yarattığı tahribatla birleşince, bu beka kaygısı daha da şiddetli bir hâl aldı. CHP sadece HDP’li vekillerin tutuklanmasına yol açan değişikliğe onay vermekle değil, Türkiye’nin sınır ötesi askeri harekât yapmasına izin veren tezkereleri onaylamasıyla da AKP ve MHP’nin başını çektiğini yerli-milli ve devletin bekası için inşa edilen uzlaşmanın parçasıydı.

Adalet mitinginde Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği sonuncu talep, bu beka kaygısını gidermek için başka bir yöntemin de mümkün olduğuna işaret ederek, önemli bir çıkış oldu.

Bu çıkışla, “teröristlerle kol kola” suçlama korosuna aldırmadan HDP’li vekillerle omuz omuza yürümekte sakınca görmemesi, CHP liderliğinin saflarında değişim yönünde bir tartışmanın yaşandığının net göstergesi.   

Nasıl bir değişiklik?

Adalet yürüyüşünün CHP liderliği arasında ne gibi dizilişler yarattığı, Kılıçdaroğlu’nun genel başkalıktan liderliğe “yükselip yükselmediği”, Baykal ve ekibinin neler yapacağı, 16 Nisan’dan sonra derinleşen Kılıçdaroğlu aleyhtarlığının ne düzeye gerilediği bizim sorunumuz değil. Bizi, liderlik düzeyinde yerli-milli uzlaşma zemininden kopma yönünde bir eğilimin ortaya çıkmış olması ilgilendirir. Bu sayede, Kılıçdaroğlu, miting konuşmasında sadece bir milletvekilinin tutuklanmasına değil tutuklu tüm milletvekillerinin serbest bırakılmasına vurgu yaptı.

Liderlik düzeyindeki bu değişiklik bir günde gerçekleşmeyecek. Toplumun adalet isteyen sesleri CHP’yi demokratik bir açılıma zorlarken, milliyetçi ve devletçi CHP’liler, CHP’yi uzun süredir durduğu sağdaki konumuna geri sürüklemeye çalışacak. Bu, aynı zamanda alanda da görülen bir çelişkiydi. Yer gök Türk bayrağıydı. Bir yandan hükümetin “bunlar milli değil” basıncını püskürtmek için, öte yandan da gerçekten milli oldukları için, miting alanının simgelerini böyle belirlediler. Ama bu, başından sonuna milliyetçiliğin değil, adalet haykırışının hakim olduğu bir miting olarak tüm toplumu etkiledi. Yürüyüşün her kilometresi, yürüyenleri olumlu yönde değiştirdi apaçık ki.

Önümüzdeki günlerde CHP liderliğinin adalet yürüyüşünün ardından nasıl bir hamle yapacağını bilmiyoruz. Titreyerek yerli-milli uzlaşmaya geri mi çekilecekler, yoksa beka kaygısını gidermek üzere daha demokratik bir yolu tercih edip devleti böyle ikna etmeye mi çalışacaklar, bilemiyoruz.

Bildiğimiz tek şey, mitingin, OHAL’in ilk birkaç haftasından itibaren hızla örülen korku duvarına milyonlarca insanın enerjisiyle meydan okuyan bir hareket inşa ettiği. Bu hareketi kutuplaşmacı, ulusalcı sosyalistlerin CHP liderliğinden daha geri laikçi, anti-Erdoğan bir çizgiye çekerek söndürmek de olası; bir demokrasi hareketinin manivelası olarak yorumlamak da. Kılıçdarolu’nun hem söylemlerindeki hem de mitingdeki kapsayıcı, uzlaşmaya açık dili, bu yönde olumlu bir eğilimin var olduğunu gösteriyor. Bu eğilimi güçlendirmek ise yürüyüş boyunca yapıldığı gibi Kılıçdaroğlu’yla selfie çekmekten geçmiyor; adalet isteyen milyonlarla 15 Temmuz darbesine hayır diyen milyonlar arasında sahici köprüleri kuracak adalet, barış ve özgürlük zeminlerini yaratmak için aşağıda örgütlenmeyi zorunlu kılıyor.

Adalet yürüyüşüne “kontrollü darbe” gibi gerçek dışı bir tezle başlayan Kılıçdaroğlu, yürüyüşün birinci haftasında bu tezi dile getirmekten vazgeçti. Bu da olumlu bir adım. 15 Temmuz darbe girişimi sulandırılarak, adalet isteğinin yanına barış ve özgürlük taleplerini ekleyen bir hareket inşa edilemez. “Kontrollü darbe” tezi, en az “CHP darbecidir” tezi kadar saçma bir tezdir. Fakat miting konuşmasında benzer bir hata “Saray darbesi” kavramı kullanılarak yapıldı. Bu, 15 Temmuz darbesinin kontrollü bir darbe olduğu fikrini tekrarlamakla açığa çıkan bir eğilim. 15 Temmuz öncesi ve gecesi bazı noktaların karanlıkta kalması bir şey, 15 Temmuz’un kontrollü, yani hükümetin çıkarları için planlanmış olmasını iddia etmek ayrı bir şey. 15 Temmuz darbesi ve bu darbeye karşı direniş bir şey, bu direnişin yerli-milli koalisyon tarafından başkanlık tartışmasına havale edilmesi ve OHAL uygulamalarının yarattığı sıkıntılar ayrı bir şey. 15 Temmuz sonrası hükümetin 15 Temmuz’la hiçbir ilgisi olmayan grupları, toplumsal kesimleri hedeflemesi, darbenin gerçekliğini, şiddetini ve ağırlığını yok etmiyor. Soykırım gibi, darbe gibi kavramlar sulandırıldığında etkileme, değiştirme ve kitlesel hareketlerin inşa edilmesine yardımcı olma yeteneğini kaybediyor. Bu politika, adalet mitinginin zayıf karnı olarak öne çıktı ve mitingin içeriğini kısmen de olsa bulanıklaştırdı. Bu, darbeye karşı direnenleri ama bugün olan biteni, siyasal demokrasinin alanını daraltılmasını kızgınlıkla izleyen insanları kolektif bir hareket inşa etmekten uzak tutan, kutuplaşmayı derinleştiren bir siyasi çizgi.

Şimdi, bizi bekleyen temel sorun şudur: Belli ki ağırlıklı eğilim, “Adalet Yürüyüşü”nden 2019 seçimlerine ortak aday çıkartmak açısından yaklaşacak. “Seçimlere değil, mücadeleye bak” diyenlerin, yürüyüşten sonra siyasal kutuplaşmaya yanıt olacak bir mücadele platformunun ve halkların eşit koşullarda kardeşliğini savunacak bir zeminin oluşması için değerlendirmek isteyenlerin etkisi, yürüyüşün enerjisinden nasıl bir siyasal olanak çıkacağı konusunda belirleyici olacak.

Şenol Karakaş

[email protected]

Bültene kayıt ol