Katar krizi olarak kodlanan Körfez krizi derinleşerek sürüyor. Katar’a ambargo uygulayan koalisyona yeni ülkeler katılıyor.
Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’a, Bahreyn, Yemen, Libya, Maldivler ve Moritanya eklendi. Katar’a hem karayoluyla giriş imkansız hâle geldi hem de sadece Türkiye ve İran üzerinden havayolu güzergahı kullanılabiliyor. Bu, Katar’da insani bir krizin kapıda olduğunu gösteriyor. Bu arada, konuyla ilgili tartışma, her zamanki gibi, o tartışma birçok açıdan ele alınarak değil, baş düşman analizine göre süzgeçten geçirilerek yapılıyor.
Katar, Katar’da insani kriz potansiyeli, ABD’nin tutumunu tartışmanın merkezine oturtmak da itibar kazandırmıyor, Katar’a yönelik ambargo ve yaptırımları Türkiye’ye yönelik bir komplonun parçası olarak ele alanlarla tartışmak da.
Katar’da ciddi bir gıda krizi kapıda. Katar’a karayoluyla tek giriş Suudi Arabistan sınırından. Bu sınır kapandığı için Katar deniz ve havayoluyla yiyecek ve temel ihtiyaçlarını ithal etmek zorunda. Hem İran hem de Türkiye bu konuda harekete geçti.
2.7 milyonluk ülke, birçok Körfez ülkesi gibi petrol ya da doğalgaz zenginliğinin karşılığında üretim ve tüketim malları ihtiyacını dünyanın geri kalanından ithal ederek karşılıyor. Katar, dünyanın üçüncü büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan ülkesi. Zenginliğine rağmen en temel gıda ve beslenme ihtiyaçlarını kendisi üretmek konusunda oldukça fakir. Bu yüzden, Katar’a yaptırımlara derhal son verilmeli. Bu konuda söylenmesi gereken ilk söz bu olmalı. Katar’da insani bir krizin yaşanmasına göz yumamayız.
Üstelik, bu yeni krizin nasıl adım adım inşa edildiğini düşününce, bu yaptırımlara hoşgörü göstermeyi anlamak mümkün değil. Trilyoner bir maço olan Trump’ın ilk yurtdışı ziyareti Suudi Arabistan’a oldu. Sosyal medya etkisiyle Suudi kralı, Trump ve darbeci Sisi’nin ellerini bir kürenin üzerine koymaları etrafında fazlasıyla espri üretildi ama o espri üretilecek değil, şiddetle kaygılanmayı gerektirecek bir fotoğraftı. Katar’a yönelik yaptırımların başlamasıyla ne diyeceği merak edilen Trump, bölge liderleriyle önceden yaptığı görüşmede her liderin Katar’ı işaret ettiğini söyledi. Trump, Suudi Arabistan’da sadece krala 110 milyar doları peşin yaklaşık 350 milyar dolarlık silah satmakla ve anlaşma yapmakla kalmadı, kuşkusuz ‘teröre karşı mücadeleyi’ de masaya yatırdı. Sisi’yle, Suudi Arabistan kralıyla ‘teröre karşı mücadeleyi’ konuşmak, kiralık katillerle silah kullanmanın ne kadar etik dışı olduğunu konuşmaya benziyor, üstelik tartışmayı açan da bir silah satıcısı!
Alex Callinicos’un Emperyalizm ve Küresel Ekonomi Politik kitabının en başında, 2002 yazının başında, ABD Irak işgaline meşru zeminler yaratmak için tüm dünyaya meydan okumaya başlamışken, Bush’un önde gelen bir danışmanıyla yaptığı görüşmeyi anlatan gazeteci Ron Suskin’den aktardığı şu bölüm, Katar krizini de üreten hangi yaklaşım tarafından “belirlendiğimizi” kanıtlıyor:
Bush’un yardımcısı, “benim gibi adamların, ‘çözümlerin, görülebilir gerçeklerin akla uygun bir şekilde incelenmesinden doğduğuna inanan insanlar’ şeklinde tanımladığı ve ‘gerçekliğe dayalı topluluk’ diye isimlendirdikleri grup içinde yer aldığını söyledi. Başımı sallayarak aydınlanma ilkeleri ve deneycilik hakkında bir şeyler mırıldandım. Sözümü kesti. ‘Dünya kesinlikle artık bu şekilde işlemiyor’ diye devam etti. ‘Şimdi bir imparatorluğuz ve bir eylemde bulunduğumuz zaman kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz. Ve siz o gerçekliği istediğiniz gibi akla uygun bir biçimde irdelerken biz tekrar bir eylemde bulunup onları da irdeleyebileceğiniz başka yeni gerçeklikler yaratacağız ve işler bu şekilde hallolacak. Biz tarihin eyleyicileriyiz ve siz, siz hepiniz sadece bizim yaptıklarımızı inceleyecek kimseler olarak kalacaksınız.”
İnsanı bezdiren, kızdıran bir kibir. Tek kelimeyle emperyal bir kibir. Fakat bir açıdan Katar meselesi, tam da Bush’un danışmanının dediği gibi geldi gündeme. İran-Irak savaşı, NATO’nun Yugoslavya’yı insani yardım gerekçesiyle işgali, ABD’nin Birinci Körfez saldırısı, 11 Eylül’ün ardından ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, Arap Baharı’nın bir perdesi olan Suriye devriminin gerilemesi ve tüm emperyalist, altemperyalist ülkelerin Suriye’ye üşüşmesi. Suriye krizi daha bütün derinliğiyle sürerken, şimdi de Katar krizi. Sosyal medyadaki "Bir Ortadoğu ülkesinde kriz olmuşsa, bilin ki oradan tombul bir ABD’li geçmiştir" esprisi, Trump’ın Suudi Arabistan kralıyla yaptığı görüşmenin hemen ardından Katar krizinin başlamasının bir tesadüf olmadığını gösteriyor.
Sorun önce bir medya tartışması biçiminde başladı. Katar’ın resmi haber ajansı QNA, Emir Şeyh Tamim Bin Hamid es-Sani'nin askeri okul mezuniyet töreninde yaptığı bir konuşmayı yayınladı. Bu konuşmada Emir, hem Körfez ülkelerinin İran’la ilişkilerinin gergin olmasını eleştiriyor, hem Hizbullah ve Hamas’a anlayışlı davranılması gerektiğini söylüyor ve bunlar yetmezmiş gibi Trump’ın kendi ülkesinde sevilmediğini ekliyor. Katar yetkilileri daha sonra sistemlerinin hacklendiğini ve böyle bir konuşma olmamasına rağmen varmış gibi basına sızdırıldığını söyleseler de medya savaşları çoktan başlamıştı. Basına sızdırılmış ya da uydurulmuş olsun, Katar krizinin özünde, ABD emperyalizminin çerçevesini belirlediği “terörist” tanımını bütünüyle benimseyip benimsememek, ABD’nin ve Körfez’deki ittifaklarının çizdiği sınırın ötesine geçme cüreti gösterip göstermemek yatıyor. Trump’ın başkanlığı kazanmasıyla ABD’de Müslüman Kardeşler’in terörist örgüt listesine alınması tartışması hız kazandı. 2016 Kasım’ından itibaren bu konu her ay gündeme geldi. Şubat ayında bu yöndeki eğilimler hız kazandı. ABD’de tartışılan bu konu, Suudi Arabistan ve Mısır için bulunmaz nimet oldu. Mısır zaten Müslüman Kardeşler’e terörist yaftasını yapıştırmış, Sisi yaptığı darbeyle Mursi iktidarını devirmişti. Körfez’de petrol zengini aristokrat aileler ve diktatörler, bırakalım Arap Baharı’nda aşağıdan patlayan halk hareketlerinin taşıdığı demokratik potansiyeli, siyasal demokrasinin sınırlarının özgürce tayin edildiği parlamenter seçimlere bile tahammül gösteremiyorlar. Katar’a yaptırım uygulayan ülkelerin egemen sınıfları kendi iktidarlarını korumak için, ABD ise “eyleyici emperyal kibrinin” gerektirdiği askeri ve politik adımları atmak için “terörle mücadele” eksenine muhtaçlar. ABD’nin her küresel askeri müdahalesi çok insancıl bir gerekçeye dayandırılır: Bazen insani yardım, bazen kadınları kurtarmak, bazen demokrasi taşımak, bazen kitle imha silahlarını yerinde yok etmek ve son dönemde olduğu gibi “terörle mücadele etmek”.
Bütün bu gerekçeler, adım adım ABD askeri gücünün ABD’den Pasifik Okyanusu’na kadar tüm kürede konuşlanmasına yardımcı oldu. NATO’yu da kullanan ABD, küresel ölçekte 700’e yakın askeri üsse sahip. Tam bir savaş, cinayet ve kitlesel imha makinesi. Bu makine 21. yüzyılın kendi egemenliğinde sürmesini ve emperyalist hegemonya prizmasının tepesinde kalmasını garanti altına alıncaya kadar, bölgesel ya da küresel krizler yarata yarata yıkıma devam edecek (ya da kitlesel bir savaş karşıtı hareket tarafından durdurulacak). Katar, tıpkı daha önce Afganistan ve Irak gibi bir araç Trump yönetimi açısından. Trump, Körfez diktatörleriyle ilişkisini pekiştirip, Katar’ın atacağı geri adımlara da onay verip, krizin daha fazla derinleşmesine izin vermeden sonlandırabilir süreci. Ama dünya artık “terörizme karşı mücadele” tehdidi altında. Bugün Katar, yarın bir başka ülke. Piyango kime çıkarsa, hangi ülke işlevselse, hangi ülkede sınıf ilişkileri bu türden zokaların yutulmasını kolaylaştırıyorsa.
Katar krizi, bu köşede sık sık değinilen bir sorunu da bir kez daha gündeme getirdi. Daha önce Erdoğan-Trump ziyaretiyle ilgili olarak yazmıştım: “Bu nedenle Trump-Erdoğan görüşmesine, sanki Trump çok hayırlı bir lidermiş gibi yaklaşmanın bir barış hareketi inşa etmeye hiçbir faydası yok. Aynı Trump, Müslüman nüfusu yoğun olan 7 ülkeden ABD’ye girişleri yasaklamaya çalışırken, bölgenin birçok sorununun altında imzası bulunan Suudi Arabistan kralını ziyaretiyle sadece iki yüzlülüğünü göstermedi, 110 milyar dolarlık askeri anlaşma ile bölgedeki çatışmalarda aktif taraf olduğunu da kanıtladı. Kralın yanı sıra Mısır’da Mursi’yi deviren askeri darbenin liderini yere göğe sığdırmayan açıklamalar yapması, Trump’ın, Erdoğan’la kaç dakika görüştüğünden bağımsız olarak dünya halkları açısından tam bir tehlike olduğunu kanıtlıyor.”
Bu tehlike devam ediyor. Körfez ülkeleriyle birlikte, burada muhalefet içinde, başını CHP’nin çektiği bir kanat, Müslüman Kardeşler'in Türkiye tarafından da terörist ilan edilmesi gerektiğini ilan ediyor. İnsan bir kere kendisini ABD’yle aynı terörist tanımını yaparken bulabilir. Buna kötü şans da denebilir. Ama mütemadiyen ABD’yle aynı düşman tanımını yapmak, ABD’nin belirlediği düşmana hemen düşmanlık ilan etmek cıvık, yani AKP’nin ekmeğine yağ süren bir AKP karşıtlığıdır ve bu AKP karşıtlığının zaman zaman en anti-emperyalist kılıklarla karşımıza çıkması, Türkiye’de siyaset alanıyla dalga geçilmesi anlamına gelir. “Seküler dünya terörist Müslümanlara karşı” diye düşünülüyorsa, Usame Bin Ladin’in yükseliş sürecine biraz daha yakından bakılmasında fayda var.
Müslüman Kardeşler bir terör örgütü değildir! Katar’a yaptırımlar da doğru değildir.
İkinci ve daha önemli sorun ise iktidarın bakış açısında yatıyor. Öncelikle dünyadaki her sorunu, Türkiye’ye karşı yeni bir oyunun başlangıcı olarak gören bu bakış açısına ilk söz: Türkiye sizin için önemli olabilir ama dünya dengelerini belirleyen esas güç değildir. Katar sorunu, etkileri Türkiye’yi de kapsayabilecek bir krizdir ama o kadar. Katar krizi, ABD emperyalizminin bölgesel ortaklarını harekete geçirerek “teröre karşı mücadele” politik ekseni etrafında güç gösterisidir ve hedef Katar, Katar üzerinden İran ve IŞİD, El Kaide vs dışında Müslüman Kardeşler’dir. ABD bu ekseni yenileyip güç gösterisi yaparken, Arap üllkeleri de bölgesel güç gösterisi yapıyor.
Türkiye tanımlarını ABD’ye göre yapmak zorunda değil ama dış politika, esas olarak barışçıl bir temelde yeniden tayin edilmelidir. Katar’a yaptırım uygulanmasına karşı çıkmak ve insani yardımı gündeme getirmek doğrudur ama ilk iş Katar’a asker yollama tezkeresini meclisten geçirmek, krizin merkezine yerleşmek anlamına gelir. Buna ne Türkiye’de emekçilerin ihtiyacı var ne de bölge yoksullarının ve emekçilerinin bundan bir çıkarı var. Katar egemen sınıfı, yaptırımlara maruz kaldığı ölçüde Katar halkı bir bütün olarak acı çekecek. Fakat başka bir açıdan Katar egemenleri, o kadar masum değil. 10 bin ABD askeri, Katar’daki ABD askeri üssünde görev yapıyor. Katar egemen sınıfı Türkiye egemen sınıfıyla kardeşçe bir çıkarbirliği içinde olabilir ama biz Katar’da yaşayan yoksullarla ve tüm Arap halklarıyla kader birliği içinde olmaktan yanayız. Bu nedenle Trump’a, Katar’a yaptırım uygulayan Körfez ülkelerinin bu yaptırımına, darbeci Sisi’yi meşru görenlere, keyfi bir şekilde kullanılan “terörist örgüt” tanımına, Trump’la görüşme yapmak için sıraya girilmesine, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle askeri işbirliğine, bölgeye asker göndermesine ve Türkiye’nin Kürtlerin haklarının kazanılmasını yerli-milli beka sorunu olarak görmesine neden olan politik yaklaşımına karşıyız.
Yazıda Alex Callnicos’tan yaptığım ve Bush’un nezdinde ABD emperyalistlerinin kibrini gösteren yılların altından çok sular aktı. Tarih, kendilerini eyleyici sanan kibirli emperyalistlerden farklı olan başka eyleyicileri bir kez daha ortaya çıkarttı. Arap Baharı milyonlarca yoksul Arap’ın kitle eylemleriyle diktatörleri birkaç haftada devirmelerine tanık olmamızı sağladı. G. W. Bush ise bugün dünya kamuoyunun gözünde eyleyici değil, katil, savaş suçlusu ve apaçık bir yalancı. Trump’ın yalancı, açgözlü ve maço olduğuysa Bush’un teşhir olmasından çok daha kısa sürede açığa çıkan gerçekler. Arap halklarıysa hepimize özgürlüğün nasıl kazanılacağı konusunda ilham verdi. Hafızalarımızda öyle yer etti. O isyan dalgasını IŞİD’le, dolayısıyla terörle özdeşleştiren herkes, “İmpartatorluğun” eyleyici olduğu şişirilmiş yalanına ortaklık ediyor. Ezilenlerin kendi tarihi ve kendi gerçekliği var. Buradan beslenmeyenlerin işi zor.
Şenol Karakaş