Kutuplaştıran özellikleri iyice belirginleşen bir referandum süreci yaşıyoruz. Fakat kutuplaşmacı üslubu öne çıkartan, esas olarak “Evet” cephesi. Çok gürültücü bir kampanya yapıyor “Evet”çiler. Sürekli bağırıyor, sürekli meydan okuyor, sürekli hakaret ediyorlar. Bir gün terörist ilan ediyorlar “Hayır”cıları, bir gün darbeci, ertesi gün hain, sonraki gün meclisi bombalayanlarla bir ve aynı olmakla suçluyorlar. Hakaret listesi uzadıkça uzuyor.
Gazete köşelerinden, televizyonlardan, miting meydanları ve açılış törenlerinden sürekli olarak kızgınlık boca ediliyor. Bu kızgınlığın temel işlevi, kutuplaşmayı derinleştirmek. Bunu, iki temel tartışmayı öne çıkartarak yapıyorlar: Birisi “Hayır” oyu verenleri darbecilerle, 15 Temmuz’da meclisi bombalayanlarla eş tutmak; diğeri ise, 16 Nisan’da oylanan Cumhurbaşkanıymış gibi göstermek, referandumu Erdoğan’ın oylanmasına indirgemek. Böylece, 15 Temmuz darbesinin devirmek istediği Erdoğan’ı tartışmanın merkezine oturtarak, “Hayır”cılarla meclisi bombalayan darbeciler arasında kendiliğinden bir bağ kurulması sağlanıyor.
Bütün bu yorumlar, zorlama ve hayali bağlantılar, “Hayır”cıları şeytanlaştıran vurgular, referandum sürecini gergin, kutuplaşmanın daha da arttığı bir koşula sürüklüyor. “Evet” diyenlerin liderliğini yapanların bu gerginliği tercih etmesi “Hayır” tercihinin sandıklarından çok daha geniş bir taban bulmuş olması olabilir. Ama sadece oy tercihlerinin oransal düzeyi bu gerginliği açıklamaya yetmiyor. “Hayır” oylarının “Evet” kampanyasını yapan liderliklerin beklediğinden daha yüksek olmasının yanı sıra, gerginliğin daha temelli nedeni, egemen sınıfın ve devletin ağırlıklı kesimlerinin, AKP, MHP ve hatta CHP liderliklerinin, Suriye’deki gelişmelerin seyrine bağlı olarak bir beka sorunu yaşandığı yönündeki hakim görüş. Sosyalist İşçi, cumhurbaşkanı tarafından ilk kullanılmaya başladığından beri, “yerli ve milli” olmak yönünde yapılan vurgunun tesadüfi olmadığını yazıyor. Bu, Suriye’deki gelişmeleri Türkiye iç siyasetine etkisi açısından ele alan ve Suriye’de Kürt kantonlarının bir tür devlet haline evrilmesini ölüm kalım meselesi olarak gören bir yaklaşım. Trump’la, Putin’le ve daha da önemlisi Esad’la ilişkileri belirleyen de bu beka algısı.
Bu algının kısa sürede değişmeyeceği, dolayısıyla devletin beka sorununu merkezi, güçlü, birleşik, hızlı karar alan bir şekilde karşılama eğiliminin de bir çırpıda son bulacağını düşünmemek gerekiyor. Önümüzdeki dönem, “yerli ve milli popülizmin” kutuplaştırıcı politik ve sosyolojik vurguları temel sorunumuz olmaya devam edecek. Bu, aynı zamanda, 16 Nisan’ın bir son değil bir başlangıç olduğunu kavramamız gerektiğinin altını çizmek anlamına geliyor.
Sosyalistlerin üç işin altından aynı anda kalkması gerekiyor: 1. 16 Nisan’da “Hayır” kampanyasının kazanması için çabalamak, 2. “Hayır” diyenlerin karmakarışık yapısını görüp, özgürlükçü, kutuplaştırıcı olmayan, yeni anayasa değişikliğine karşı eski rejimi değil demokrasiyi savunarak karşı çıkan, halkların eşit koşullarda kardeşliğini içeren yeni, demokratik bir anayasaya vurgu yapan, tüm özgürlükleri aynı anda savunan “Özgürlükçü bir hayır cephesi” inşa etmek. Bu aynı zamanda Suriyeli mültecileri ırkçı fikirleriyle aşağılayan ve suçlayan “Hayır”cılardan bambaşka bir politik içeriği savunduğumuzu göstermek demektir; 3. 16 Nisan’da gelişmelerin yönü nasıl seyrederse etsin, barışı, yoksulluğa karşı eşitlik ve adaleti, bugün “Hayır” diyen işçilerle “Evet” diyen işçilerin birlikte savunmak zorunda olduğunun altını sürekli ve kalın harflerle çizmek.
İşimiz çok, kolları sıvayalım.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)