Cumhuriyet gazetesinin Charlie Hebdo’nun karikatürlerinin basmasıyla birlikte “ifade özgürlüğü” üzerinden yeni bir tartışma açıldı. Avrupa’da bu tartışma islamofobi üzerinden sürerken, Türkiye’de Cumhuriyet'in karikatürleri yayınlaması ve ardından saldırıya ve soruşturmaya uğramasıyla birlikte tartışmalar yeni bir boyut kazandı.
Her şeyden önce Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ve soruşturmalar kabul edilemez. Bununla birlikte ifade özgürlüğü ve islamofobi meselesine yakından bakmakta fayda var.
Avrupa’daki islamofobi ile Türkiye’deki islamofobi farklı temellere dayanmakta. Avrupa’daki islamofobik söylemlerin ve pratiklerin ardında Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin sömürüsü ve bu sömürüyü meşrulaştırmaya yönelik “medeniyet görmemiş”, “kendi kendini yönetmeye muktedir olmayan bölge” fikri yatıyor. 11 Eylül 2001’de ABD’deki ikiz kulelerin patlatılmasından sonra bu retorik başka bir boyut kazandı. 11 Eylül’ün ardından Bush “terörizme karşı savaş” adı altında Afganistan ve Irak’a saldırısını “medeniyetler çatışması” tezi üzerinden meşrulaştırdı. Bu söylemler bir taraftan başta Fransa ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanları gettolaştırıp dışlarken, Ortadoğu ve Afrika’ya yeni müdahalelerin yapılmasının zeminini oluşturmakta.
Türkiye’deki islamofobik söylem ve pratiklerin kökeninde ise laiklik konusu yatıyor. Laiklik, cumhuriyetin kuruluşunu oluşturan en temel meselelerden biri. Cumhuriyeti kuran kadrolar, Osmanlı İmparatorluğu sonrası kurulacak rejimi batılı bir modernleşme projesi olarak tasarladılar. Bu nedenle dinsel inançların sınırlandığı ve denetlendiği bir toplum tarif ettiler. Cumhuriyet rejimi, tekke ve zaviyeleri kapatarak Sünni İslam mezhebine dayalı Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurdu. Böylece çeşitli tarikatların ve Müslümanların faaliyetlerini denetim altına aldılar. Öte yandan toplumun çoğunluğunu oluşturan Müslümanları kamusal alandan dışlayarak, görünmez olmasını sağladılar. Devletin temel ilkesini oluşturan laiklik, “ilericilik” söylemi üzerinden kendini meşrulaştırdı. Başta sol olmak üzere kabul gören bu anlayış, kamusal alanda başörtüsü takmak vb. üzerinden oluşan tüm pratikleri gericilik ve yobazlıkla yaftalandırıldı. Özellikle 2002 yılından beri AKP’ye karşı muhalefetin temelini de buna dayalı muhalefet oluşturmakta. İslamofobi de kendisine buradan dayanak bulmakta.
Mizah mı alay mı?
Bu açıklamadan sonra yeniden Charlie Hebdo karikatürleri üzerinden yapılan “ifade özgürlüğü” tartışmasına dönersek: Charlie Hebdo’nun karikatürleri, “mizah” adı altında sömürgeleştirmeyi meşrulaştıran ve Fransa’da yaşayan Müslümanları aşağılayan bir niteliğe sahip. Mısır’da Sisi’nin darbesi esnasında 2000 kişi öldürüldüğü zaman, kurşunlanan Müslüman bir adamı ve adamın kendini korumak için önde tuttuğu ama kurşunların delip geçtiği bir Kuran’ı göstermek, mizahtan çok Müslümanlara yönelik bir aşağılamanın ifadesidir.
Bu tartışma bağlamında Avrupa’daki “Ben Charlie’yim” söylemi, tüm bu ırkçılık ve nefret kokan alaycılığı sahiplenmek anlamına geliyor. Türkiye’deki Charlie Hebdo karikatürlerini yeniden basmak ise “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganının başka bir ifadesi. Coğrafi açıdan farklı da olsa her iki yaklaşım da ırkçılığı ve milliyetçiliği beslemekte. Bu açıdan Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ve soruşturmalara karşı çıkmakla birlikte, Türkiye gibi laik-antilaik çatışmasının yaşandığı bir konjonktürde Charlie Hebdo karikatürlerini yayınlamanın ifade özgürlüğünden çok kutuplaşmayı derinleştirdiği gerçekliğini teslim etmek zorundayız.
Ezilenler ve iktidar meselesi
Şunun altını özellikle çizmek istiyorum ki, ezilen kesimlerin bir kısmının ya da birinin iktidarda olması, o toplumdaki ezilmeyi ortadan kaldırmaz. Siyah bir lideri olan ABD'de siyah iki genç bizzat polis tarafından öldürüldü. Üstelik mahkemeler ırkçı katilleri suçsuz bularak salıverdi. ABD’nin siyah bir başkanının olması, siyahlara yönelik ırkçılığı ortadan kaldırmadı. Aksine ABD’de ırkçılık kurumsal boyutta. Türkiye’de İslam kökenli bir partinin iktidarda olması, islamofobi sorununun otomatikman ortadan kalktığını göstermez. Dolayısıyla AKP gibi İslam temelli bir partinin iktidar olmasından yola çıkıp “peygamberlerle dalga geçmek” üzerinden, bir ifade özgürlüğü üzerinden bir muhalefet ile aynı anda islamofobiye karşı mücadele fikri sürdürülemez. Elbette bu yaklaşım günün sonunda şampiyonluğu AKP’ye verir. Öte yandan bu tartışma, ifade özgürlüğünün kazanılmasından çok ezilenlerin bölünmesine yol açar. Başta Türkiye’de olmak üzere dünyanın hiçbir yerinde bir Müslüman, peygamberle dalga geçilmesine hoşgörüyle yaklaşmaz.
İfade özgürlüğünü nasıl kazanacağız?
Öte yandan ezilenlerin iç çekişiyle dalga geçmek, sosyalistlerle işçi sınıfı arasına mesafe koymaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sosyalistler her zaman işçi sınıfının çoğunluğuyla nasıl ilişkiye geçecekleri üzerine kafa yorarlar. İşçi sınıfının büyük bir çoğunluğunun Müslümanlardan oluştuğu bir ülkede “peygamberlerle dalga geçme özgürlüğü”nü savunmak, işçi sınıfına kapılarını kapatmak anlamına gelir.
İfade özgürlüğü, işçi sınıfının ve ezilen kesimlerin taleplerinden bağımsız bir şekilde tartışılamaz. İfade özgürlüğü ve her türlü özgürlüğümüzü aşağıdan ve birleşik bir mücadeleyle kazanabiliriz/kazanıyoruz. Örneğin: Türkiye’de Ermeni Soykırımı'nın konuşulması bir tabuyken, Hrant Dink’in katlinin ardından kadın, erkek, Müslüman, Ermeni, sosyalistlerden oluşan on binler “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla yürüyerek, bu tabunun ortadan kaldırılmasını sağladılar. Türkiye’de 2010’dan beri soykırım anması düzenleniyor. İki gün önce üyesi olduğum partinin gazetesi olan Sosyalist İşçi'yi sokakta satabildik. Gazetenin kapağında kocaman Hrant Dink’in resmi vardı, resmin altında "1915-1954" yazıyor. Ne kimse saldırdı, ne de laf attı. Aksine gelip gazeteyi satın aldılar. Bu örnekleri elbette çoğaltmak mümkün.
Temel vurgu: Emperyalizme karşı tüm ezilenlerin ve işçilerin birliği
Kaldı ki, Charlie Hebdo katliamının ardından yakalanması ve tartışılması gereken asıl mesele “ifade özgürlüğü” değil. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırının hemen sonrasında ikiyüzlülükle “Bu saldırı ifade özgülüğüne karşı yapılmıştır” açıklamasını yaptı. Ardından ikiyüzlülük katmerlenerek devam etti. Charlie Hebdo katliamına neden olan iklimin yaratıcıları, Başbakan Davutoğlu da dahil, Merkel’den Netanyahu’ya kadar Ortadoğu’da ve Afrika’da meydana gele katliamlarda imzası olan şahıslar, yürüyüşte yer aldılar. Ardından Fransa, Irak’taki askeri gücünün süresini dört ay uzatılmasını içeren kararı mecliste onaylattı. Paris'te bir araya gelen Amerikalı ve Avrupalı bakanlar, terör zirvesi düzenlemeye karar verdiler. Zirvede “terörizme karşı mücadele” adı altında bir Ortadoğu’ya yönelik yeni bir dizi katliamlar planlanacak.
Kuşkusuz, işçi sınıfını ve ezilenleri birleştiren slogan “ifade özgürlüğü” değil, küresel haydutluğa karşı ezilenlerin ve işçi sınıfının birlikte mücadelesini savunmak olacak.
Çağla Oflas