İsrail’in Lübnan saldırısı: Bölgesel savaşa doğru tehlikeli bir adım daha

26.09.2024 - 11:16
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

İsrail, geçen ay Lübnan’da üst düzey Hizbullah komutanlarına suikast düzenlemiş, hemen ardından da İran’ın başkenti Tahran’da Hamas lideri Haniye’yi bir suikastla öldürmüştü. Haniye, aynı zamanda ateşkes müzakerelerinin de görüşmecisiydi.

Bu suikastların ardından İran, uygun vakit geldiğinde karşılık vereceğini duyurdu. Hizbullah da sınırlı sayıda roket atarak yanıt verdi ama daha sert bir saldırı beklentisi sürüyordu. Birçok yorumcu, İran’ın vereceği yanıtın, nisan ayında 110 balistik füzeyle yaptığı saldırı gibi olmayacağını, bunun yerine Hizbullah üzerinden İsrail’e saldıracağını öngörüyordu.

İsrail, muhtemelen Hizbullah’ın harekete geçebileceğine kanaat getirdi ve tarihin ilk kitlesel suikast eylemlerini gerçekleştirdi. Önce Hizbullah’ın toplu olarak sipariş verdiği ve üyelerine dağıttığı söylenen çağrı cihazları patladı. Parkta, bahçede, çarşıda, pazarda, evde, markette patlayan binlerce cihaz birkaç bin kişinin yaralanmasına ve ondan fazla kişinin de ölümüne neden oldu.

Filistin’e Özgürlük Platformu’nun etkinliklerinden birinde de konuşmacı olan Dr. Ghassan Ebu-Sittah, saldırıyı öğrenir öğrenmez Londra’dan Beyrut’a giderek ameliyatlara girdiğini anlattığı Democracy Now yayınında, Lübnan’ın dört yıldır büyük bir ekonomik kriz yaşamakta olduğunu, dünyanın en yüksek enflasyonunu yaşadığını ve zaten çökmüş olan sağlık sisteminin binlerce yaralıyı kaldıramadığını söyledi. Cihazların başta doktorlar olmak üzere siviller tarafından da kullanıldığını hatırlattı.

Bu kitlesel suikastın üzerinden 24 saat geçmişti ki bu kez de yüzlerce telsiz patladı. Telsizlerin içine çağrı cihazlarından daha fazla patlayıcı yerleştirilmiş olduğu için çok daha ölümcül oldu patlamalar.

Bu iki patlama serisi sonunda toplamda 30’un üzerinde kişi öldü ve 4 bin kadar kişi yaralandı. 

Bu iki saldırıdan 24 saat sonra İsrail bu kez de yüzlerce Hizbullah hedefini vurduğunu ilan etti. Birkaç gün boyunca bu saldırılar devam etti. Sonunda da İsrail, Hizbullah’a yönelik en geniş kapsamlı saldırısını başlattı.

Binden fazla noktayı vurduğunu söyleyen İsrail ordusu, bu yazı kaleme alındığı sırada 50 kadarı çocuk olmak üzere 600’e yakın Lübnanlıyı öldürmüştü.

İsrail neden Lübnan’a saldırıyor?

İsrail, kuruluşundan beri birçok kez savaşa girerek Filistin, Lübnan, Mısır, Ürdün ve Suriye topraklarını işgal etmiş bir devlet. Ancak tarihinde ilk kez bu kadar yalnızlaşmış ve uluslararası örgütler nezdinde de soykırım yapmaktan uluslararası hukuku ihlal etmeye kadar son derece ağır suçlamalarla karşı karşıya kalmış durumda.

Pervasızca sürdürdüğü işgalin yol açtığı ağır insani ve çevresel yıkımı ne yaparsa yapsın örtemiyor. Yahudi diasporasında ilk kez bu kadar büyük bir anti-Siyonist eylemlilik var. BM kurumları ve Uluslararası Adalet Divanı ilk kez İsrail’e yönelik sert kararlar alıyor. Tüm dünyada boykot çağrıları yüksek sesle dillendiriliyor. Gazze’de yaşananlar ABD, Britanya, Fransa gibi İsrail’in müttefik gördüğü ülkelerde seçim sonuçlarını etkiliyor. 

İsrail, bu yalnızlaşmayı kırabilmek için ve aynı zamanda gerçekten saldırı beklediği için Lübnan’ı vuruyor. Aynı nedenlerle sürekli olarak esas sorunun Hamas değil İran olduğunu vurguluyor. Çünkü İran’ın oluşturduğu Direniş Ekseni içinde yer alan Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki silahlı gruplar bölgede İsrail ve ABD askerleriyle veya onların desteklediği gruplarla silahlı çatışmalara giriyorlar.

İsrail, ABD’yi ve NATO’yu bölgesel bir savaşa çekerek, Gazze ve Batı Şeria’yı bir daha geri çekilmemek üzere tamamen işgal etmeyi ve kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü Direniş Ekseni’ni yok etmeyi amaçlıyor.

Emperyalizmin krizi

Dünya, Çin ve ABD etrafında ekonomik ve askeri bir saflaşma yaşıyor. ABD’nin ekonomik gerileyişi ve beraberinde özellikle Ortadoğu’da azalan etki gücü İran, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, İsrail gibi alt emperyalist güçlerin öne çıktığı bir hesaplaşmayı getiriyor. 

7 Ekim’e kadar İsrail bölgenin sermaye birikim merkezi olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordu. İbrahim Anlaşmaları gibi anlaşmalarla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, İsrail ile normalleşme sürecine girmişti. 2020’deki İbrahim Anlaşmaları’nın ardından Suudi Arabistan’la normalleşme süreci başlamıştı. 

1990’ların ortasında da Oslo Anlaşması Filistin topraklarını İsrail ekonomisine bağlamıştı, kurulan Filistin Otoritesi de İsrail güvenlik aygıtının bir parçası haline gelmişti. Ardından Ürdün de benzer şekilde İsrail ile yakın ekonomik ilişkiler geliştirmişti. 

Tüm bu anlaşmalar İsrail teknolojisinin, gazının ve ürünlerinin bu ülkelere satışını içeriyordu. Özellikle de Ortadoğu Devrimleri sonrasında bu baskıcı rejimlerin artan askeri teknoloji ve güvenlik teknolojisi ihtiyacının karşılanması öngörülüyordu. İsrail’in deniz tuzunun arıtılarak su üretilmesi, güneş enerjisi ve tarım gibi alanlarda bu ülkelere teknoloji transferi ve yatırımı yapması da hesaplanıyordu.

7 Ekim her şeyi değiştirdi. Unutulan Filistin tekrar bütün ağırlığıyla dünyanın gündemine geldi. Artık piyasa koşulları içerisinde Filistin meselesini yeniden sönümlendirmek mümkün değil. İsrail’in elindeki tek seçenek askeri seçenek. Fakat bu kez İsrail’in karşısında dünyanın dört bir yanındaki İsrail karşıtları, anti-Siyonist Yahudiler, BM kurumları ve Batı emperyalist blokundaki fikir ayrılıklarının sonucu olan yarılma var. 

İsrail’in kendi aleyhine gördüğü bu dengeyi bölgesel bir savaşla lehine çevirmeye çalışması dünya çapında savaş karşıtı bir hareketi de doğurabilir üstelik.

Hemen hemen her analizde belirtildiği gibi İsrail’in Gazze ve Lübnan’da savaşın nasıl sona erdirileceğine dair bir çıkış planı yok. En büyük beklentisi, Trump’ın kasım ayında seçimleri kazanarak İsrail’e tam destek vermesi ve hatta İran’a saldırması yönünde. Trump ise İsrail’e Gazze konusunda açık çek verse de Ortadoğu’da asker bulundurmak yerine Çin’e yönelmeyi hedefliyor. İsrail her anlamıyla köşeye sıkışmış durumda.

Özdeş Özbay

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol