Almanya’nın İsrail ile bağları tehdit altında mı?

18.04.2024 - 13:52
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Dünya Merkezi Mutfağı katliamı, son altı aydır Gazze’ye saldıran İsrail’in nasıl bir ölüm makinesi olduğunu gözler önüne serdi. Katliamın giderek artan etkisi, Muhafazakâr Parti’yi bile bölüyor. Winston Churchill’in torunu Nicholas Soames İsrail’e silah satışlarının durdurulması çağrısında bulunurken, aşırı sağcı Suella Braverman, Netanyahu hükümetine ‘sağlam raporu’ verdi.

Almanya bile baskı altında. Olaf Scholz hükümeti şimdiye kadar açık bir şekilde Netanyahu’nun arkasında durdu ve İsrail’e silah satışlarını artırdı. Fakat bunun diplomatik maliyeti giderek artıyor. Kalkınma Bakanlığı genel sekreteri Niels Annen, “Arap dünyasında çok fazla yumuşak güç kaybettik” diye itiraf ediyor.

Bu politikanın, Nazilerin Holokost’ta yaklaşık altı milyon Yahudi’yi öldürmesinin kefareti olduğu iddia ediliyor. Mart 2008’de İsrail parlamentosunda yaptığı meşhur konuşmasında, dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Almanya’nın İsrail’in güvenliği konusundaki özel tarihi sorumluluğu, ülkemin devlet aklının bir parçasıdır. Bu nedenle Almanya Şansölyesi olarak benim için İsrail’in güvenliği asla müzakereye açık olmayacak” demişti. Der Spiegel dergisinin belirttiği üzere, “devlet aklına dair formülasyon aynı kaldı ve Merkel'in mirasının bir parçası haline geldi.”

Fakat İsrail ile Batılı işgalci güçler tarafından 1949’da kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti arasındaki ilişkinin geçmişi 1950’li yıllara kadar uzanıyor. İlk Batı Almanya şansölyesi Konrad Adenauer, Holokost'tan sonra uluslararası olarak yeniden kabul görmek için İsrail ile yakın bir ilişki kurmayı çok önemli görüyordu. Bunu antisemitik bir dille ifade etmişti: “'Yahudilerin bugün bile, özellikle Amerika’daki gücü hafife alınmamalı.” Almanya’nın 1953’te kabul ettiği tazminat ödemeleri, yarım milyon Orta Doğulu Yahudi mülteciyi kabul eden İsrail ekonomisini canlandırdı. 1957’den itibaren Batı Almanya, İsrail’in en büyük silah tedarikçilerinden biri haline geldi.

Tarihçi Adam Tooze, Merkel’in müdahalesinde silahların büyük bir rol oynadığını savunuyor. “Almanya'nın son yıllarda İsrail’e teslim ettiği en önemli silahlar büyük ve hantal, tasarlanmaları ve teslim edilmeleri yıllar alıyor ve milyarlarca avroya mal oluyorlar. Denizaltılardan bahsediyorum. 1990’lardan beridir Alman tersaneleri İsrail’in denizaltı filosunun ana müteahhidi oldu.”

Alman yapımı altı denizaltı, İsrail’in yaklaşık 90 nükleer savaş başlığının önemli bir kısmını taşıyan seyir füzeleri ateşlemek için tasarlandı. 1960’ların başlarından itibaren, Alman-İsrail savunma işbirliğinin önemli bir yönü bu gizli nükleer gücün geliştirilmesiydi. Tooze, Merkel’in kendi nükleer silahlarını geliştirmeye çalışmakla suçladığı İran'ın İsrail'e tehdit oluşturmasından endişe duyduğunu savunuyor.

Ülke içindeyse İsrail yanlısı “devlet aklı” Filistin'le dayanışmanın antisemitizm ilan edilerek bastırılması şeklinde kendini gösteriyor. Alman parlamentosu 2019'da İsrail’e yönelik Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) kampanyasını kınayan bir karar aldı. 7 Ekim’den beri Alman kültür ve akademik kurumları, İsrail’i eleştiren herkesi karalamak için çılgın bir saldırı yürütüyor. Max Planck Sosyal Antropoloji Enstitüsü’nün Lübnanlı-Avustralyalı antropolog Ghassan Hage’i sosyal medya paylaşımları nedeniyle görevden alması, özellikle utanç verici bir örnek.

Akademi de “devlet aklı” çizgisine uyuyor. Almanya’nın yaşayan en ünlü filozofu ve Marksizmin Frankfurt ekolünün mirasçısı Jürgen Habermas, iki meslektaşıyla birlikte şunları söyleyen bir bildiri yayınladı: “Filistin halkının kaderiyle ilgili tüm endişelere rağmen, İsrail’in eylemlerine soykırım niyeti atfedildiğinde değerlendirme standartları tamamen kayıyor.” Uluslararası Adalet Divanı aynı görüşte olmayabilir.

Şimdiyse hakikaten solcu bir filozof olan Nancy Fraser, Köln Üniversitesi’ndeki misafir profesörlük görevinden alındı. Suçu ne miydi? Acil ateşkes çağrısında bulunan “Filistin İçin Felsefe” bildirisini imzalamak. Yahudi olan Fraser’ın görevden alınması, nihayet önde gelen bazı Alman akademisyenlerin tepki göstermesine yol açtı.

Ne var ki tıpkı McCarthy’nin 1950’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde yürüttüğü komünist cadı avında olduğu gibi, baskı toplumun derinlerine işlemiş durumda. Filistin sempatisi ile suçlanabilecek yerel kültür merkezlerinin devlet finansmanı geri çekiliyor. Mesele sadece Alman emperyalizmi ile İsrail yerleşimci sömürgeciliği arasındaki stratejik ittifakla ilgili değil. Aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif), ana akım partileri baskı yapmaya zorluyor. Soykırım ve İslamofobi yakından ilişkili.

Alex Callinicos

 

Bültene kayıt ol