Mesele koltuk değil geleceğimiz

22.02.2024 - 14:29
Volkan Akyıldırım
Haberi paylaş

Yerel seçimler yaklaşıyor. Farklı partilerden çeşitli adaylar karşımıza çıkıyor. Bunların çoğunun karşımızda bürokratlar, iş adamları, müteahhitler, “ünlüler”, kendi partilerinden aday olmayıp başka partilerden seçime girenler, kısaca ayrıcalıklı ve zengin sınıfların temsilcileri olduğu görülüyor.

Çoğu parti için 31 Mart belediye seçimleri bir “ölüm kalım” mücadelesi. İktidar bileşenleri karşıtlarını “teröristlerle işbirliği” halinde olmakla suçlarken, muhalefettekiler bu seçimi “son kavga” olarak gösteriyor.

Biz sıradan insanlar, işçiler, en alttakilerin sosyal çıkarları ve geleceği açısından bakıldığında ise ortada uçuşan politikaların, vaatlerin, kutuplaştırmaların, hesapların bir bardak suda fırtına olduğu kolayca görülebilir. 

Peki 31 Mart seçimleri, hangi koşullarda yapılıyor ve ne anlama geliyor? 1 Nisan’da bizi ne bekliyor? Sandıktan öncesine, sandığa ve seçim sonrasına nasıl bakılmalı?

Yerel seçimlerin anlamı

Yerel seçimler, başkanlık ve meclis genel seçimlerinin üzerine geldi. 14 Mayıs-28 Mayıs’ta yaşanan bu seçimlerin açık sonuçları şunlar oldu:

• Yenilecek denilen Tayyip Erdoğan yeniden başkan seçildi. AKP oyları gerilese de MHP ve diğer iktidar ortaklarıyla birlikte mecliste çoğunluk oldular.

• Parlamenter muhalefet, ilkesiz ve günü birlik hesaplar, kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar, milliyetçiliğe karşı milliyetçilik derken genel olarak sağcılık ekseninde hareket etti ve yenildi. 

• Cumhuriyet tarihinin en sağcı meclislerinden biri oluştu.

• Muhalefetin yenilgisi, iktidar blokuna ya da devlet ittifakına karşı oy kullanan ve tüm ümitlerini seçimlere bağlayan kitlelerin moral bozukluğuna yol açtı.

• Yerel seçimlerde, özellikle Batı’daki büyükşehirlerde belediyelerin muhalefet (esas olarak CHP) elinde kalıp kalmayacağı temel sorun haline geldi. 

• 31 Mart nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Erdoğan liderliğindeki başkanlık rejimi dört yıl boyunca seçim olmadan iktidarını koruyacak.

• Tüm bunlar ağır ekonomik koşullarda oldu. Ve devleti yönetenler açık açık, 1 Nisan itibarıyla “acı reçetenin” geleceğini, yani emekçi sınıflara karşı sermaye yanlısı katı politikaların uygulanacağını söylüyor.

• Milyonlarca Kürt yurttaş için ise eşit haklar talebi, seçme ve seçilme haklarının tanınması, belediyelerde kayyumlara son verilmesi ve sorunun siyasi çözümü önem taşıyor. 

• İktidar blokunun seçim sonrası en büyük hedeflerinden biri anayasayı değiştirmek. Bu değişikliğin, başkanlık rejiminin önündeki yasal engelleri ortadan kaldırmak, düzeni tahkim etmek ve daha otoriter bir yönetim kurmak olduğunu daha önce Sosyalist İşçi sayfalarında yazmıştık.

• İşçiler açısından bölünmüşlük, sınıfımızın çıkarlarını temsil edecek siyasi güçlerin eksikliği, sermaye partilerinin at koşturması bu seçimlerin de gerçeği. Sol adına yapılan girişimlerin ufku, parlamentarizm ve 31 Mart’ta alacakları oylarla sınırlı. Ne yazık ki kitlesel, kutuplaştırmaları antikapitalist temelde boşa çıkartan, ezilenlerin mücadelesini (ki bu mücadelelere katılanların çoğu kadınlar, işçiler ve yoksullardır) “kimlik mücadelesine” indirgemeyen, Kemalist ve Stalinist olmayan bir seçeneğimiz henüz yok. Karşımızdaki “belalar” ise çok büyük ve ancak birleşik, tabandan mücadeleyle başa çıkılabilir.

• Genel seçimlerde her beş seçmenden biri milliyetçi/ırkçı partilere oy verdi. Bu partilerden biri, gerçek gücünden çok daha etkili bir şekilde söz sahibi olan faşist MHP. Bir diğeri ise yakın zamanda yükselen ama artık düşüşe geçen, MHP’den kopanların kurduğu ırkçı İYİP. Ve son seçimlerde Ümit Özdağ-Sinan Ogan’ın temsil ettiği çizgi de (Nazilerin çizgisi) yükselen bir akım olarak ortaya çıktı. Bunlar da eski MHP’li ve İYİP’li faşistler. BBP ise düşük oy oranıyla fakat devlette bir karşılığı olmasıyla bu faşist partilerden sonuncusu durumunda. Kimileri Kürtleri kimileri hem göçmenleri hem de Kürtleri hedef gösteriyor, topluca demokratik kazanımların ve ifade özgürlüğünün yok edilmesini savunuyorlar.

• Aşırı sağın diğer bir yüzü ise AKP ve AKP içinde Trumpvari muhafazakârlar yer alıyor. Faşistlerle zaman zaman ortak noktalarda buluşuyorlar. Bunlar kadınların kazanımlarını kökten yok etmek, LGBTİ+ varoluşunu suç haline getirmek, demokratik kurumları ortadan kaldırmak istiyor. Bu cephe iktidar blokundan muhalefet alanına uzanıyor. AKP’nin aşırı sağcılıkla etkileşen uygulamaları ise –özellikle, göçmenler kadınlar, LGBTİ+lar için– hayatları karartıyor. 

Üstelik 1 Nisan’dan sonra bizi otoriter rejimde bir dört yıl bekliyor. Yoksullaşma dalgaları, iş cinayetleri, çevre felaketleri, insan hakları ihlalleri, ucuz emek sömürüsüyle ilerleyen bir dönemde zorlu koşullara girebiliriz.

Alternatif nasıl şekillenecek?

Bu koşulların üstesinden birleşik, demokratik kitle hareketleri ile gelebiliriz. Aşırı sağı geriletmenin ve faşizmi engellemenin kitle hareketleriyle mümkün olabileceğinin canlı tanığıyız.

31 Mart seçimlerinde kime oy verip isteyeceğimiz, 1 Nisan’da mücadele için avantajlı konuma gelip gelemeyeceğimiz ölçütüne bağlı.

Bu seçimde oyumuzu bulunduğumuz şehirlerde ırkçılığa, faşizme, baskıya karşı olan adaylara vereceğiz. 

Oy vereceklerimiz koltuk hesapları yapanlar değil, 1 Nisan’dan sonra verilecek birleşik mücadeleleri savunanlar olacak.

Kürt şehirlerinde DEM Parti’yi destekliyoruz. 

Bu, onlar için sıradan bir seçim değil: Kürt halkı iki dönemdir süren kayyum yani baskı politikasını oylayacak.

Bu seçimlerin “son çare” olduğuna inanmıyoruz. Irkçılığa taviz veren, bizzat göçmen düşmanlığı yapan, yönettiği belediyelerde işçileri taşeron düzeninde sömüren CHP’nin bir sol adres olduğunu düşünmüyoruz.

Oylarımız sokakta mücadeleden yana olan adaylara! 1 Nisan’dan itibaren de birleşik mücadeleye!

Volkan Akyıldırım

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol