Önceki yazıda Yargıtay’ın bir dairesinin AYM’nin Can Atalay kararını tanımaması ve bu yetmezmiş gibi AYM’nin bu kararının altında imzası bulunan üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasının, iktidar bloku içinde konumlanan, etkisini giderek artıran faşist örgütlenmeyle bağlantısına değinmeye çalışmış ve iktidar blokunun her sözcüsünün gerçeği eğip büktüğünü vurgulamıştım. “Yargısal aktivizm” gibi sözlerin, iktidar cenahının ve bizzat Yargıtay’ın aktivizmini gizlemesi bu tartışmanın can alıcı noktalarından birisiydi. Geçen yazıda önemine vurgu yapmaya çalıştığım bir konu da bu krizin iktidar tarafından çıkartıldığı ve özünde demokrasinin kökünün kazanması tiyatrosunun önemli bir perdesi olduğuydu. Ayrıca yakın geçmişin çok önemli değişikliklerinin hafızalardan silinmesi gerekiyordu. Darbecilerin yargılanabileceği, Kürt sorununda çözüm yönünde adım atılabileceği, referandumda vatandaş lehine düzenlemelerin yapılabileceği gibi radikal süreçler hafızalardan silinmeli. 2010 referandumunda elde edilen bireysel başvuru hakkı da bu kazanımlardan birisi. Yazıyı şöyle bitirmiştim:
Evet AYM’ye bireysel başvuru hakkı, darbeci Kemalist bürokratların yargılanabileceği olgusu, bu talepler için yüz binlerce insan kitlesel hareketinin inşa edilebileceği gerçeği de yakın tarihin hafızalardan silinmesi gereken öğleleri arasında. AYM’nin elinde bireysel başvuruları değerlendirme, kanunların yapılışını denetleme, yargılama süreçlerindeki haksızlıkları açığa serme gibi, iktidardan biraz da olsa mesafeli her özerk karar alma alanı, iktidar ittifakı açısından yakın tarihin demokratik kazanımlarına yapılan göndermelerdir. Bu, elbette ki esas olarak bugün ve yarın iktidarın atmak istediği adımların önünde devlet bürokrasisi, yasama, yargı, yürütme arasındaki ilişkiler bağlamındaki son engellerden birisidir. AYM budandığında hem hafızaya “reset atmak” için çok önemli bir iktidar avantajı oluşacak hem de AYM’nin devleti değil yurttaşları savunmayı aklına getirerek arada sırada aldığı olumlu kararlarla iktidar blokuna çelme takma olasılığı ortadan kalkacak. Dezonfarmasyon yasası, rant alanlarına ilişkin düzenleme, Kobanê davası gibi sayısız başlık AYM’nin gündemine gelecek. Devlet heyetinin Öcalan’la görüşmeler yaptığı koşullardan Demirtaş’ı övmenin yasal açıdan tehlikeymiş gibi kodlandığı koşulları yeterli görmeyen iktidar bloku, Erdoğan’ın AYM ve Yargıtay arasında hakem rolü oynuyormuş gibi yaptığı ama esasen Yargıtay’ı desteklediği yeni dönemin hedefinde, her alandaki krizin sorumluluğunu AYM’ye atarak Türk usulü başkanlık rejimine uygun bir “anayasa” inşa etme arzusunu açığa vuruyor.
Fakat yazıya devam edeceğim bağlamdan önce değinmek gereken iki konu var. Birisi, Hrant Dink’in katilinin tahliye olması. Tahliye edileceğini biliyorduk ancak kuralların bir tetikçiye bu şekilde uygulanması esnasında hapishanelerin hiçbir suçu olmayan, hiçbir gerçek kanıt gösterilemeyen gazetecilerle, yazarlarla, politikacılarla, insan hakları aktivistleriyle dolu olması muhalefetin sinir uçlarıyla oynadı. Gülten Kışanak serbest kalması gerekirken serbest bırakılmıyor, yasal hakkı kullandırılmıyor ama bir tetikçi serbest bırakılıyor. Hukuk alanında yaşanan krizin boyutunu göstermesi açısından kritik bir gelişme bu.
Hafızaya sahip çıkmak lazım
Öte yandan Yargıtay AYM’ye meydan okuduğunda hemen hemen tüm muhalefet temsilcileri haklı bir şekilde anayasaya karşı bir isyanla yüz yüze olduğumuzu ilan etmiş, bu darbe girişimini engellemek gerektiğini söylemişti. Aradan on gün geçmeden, bu “kriz” unutulmuş durumda. Bir darbeden söz edip sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmek, yeni bir yargısal krize kadar konuyu halı altına süpürmek, sadece ve sadece iktidar blokuna cesaret verir. Her düzeyde muhalefetin ilk gün mangalda kül bırakmayan ikinci gün ise mangalın yerini unutan bu hafızasızlığı, tuhaf, açıklaması zor bir muhalif şımarıklık olarak da görülmeli.
Buradaki sorun, AYM’ye yönelik bu hedef gösterme ve yıpratma kampanyasının arkasında yeni anayasa girişiminin yattığının ve bu girişimi meşrulaştırmanın bir aracı olarak bu “yargısal krizin” kullanıldığının kavranamaması. Bu, durduk yere gerçekleşen bir “darbe” değil, hayatın olağan akışı içerisinde gündeme gelen bir kriz de değil. Bu Türk usulü başkanlık sisteminin doğal sonucu olan bir tartışma da değil. Bu, Türk usulü başkanlık mekanizmasının mevcut yargısal sistem üzerindeki denetimini yeterli görmeyen iktidar ittifakının koordineli eyleminin ürünü olan bir müdahale. Önceki yazıda yazdıklarımı tekrarlamadan devam edersem, kısa vadede AYM’ye korku salarak iktidar için acil olan hukuki kararların sorgusuzca kabul edilmesini sağlamak bir hedefken, diğer hedef, demokrasiden elde kalan kırıntıların kökünün kazınmasını sağlamak. Bunun için yapılması gereken anayasa değişikliği ve tüm bu değişim sürecinde AYM’nin mevcut yapısının, başkanının paralize edilmesi.
İktidar ittifakı için demokrasinin kırıntısı dahi büyük bir tehlike. Bu hem bu ittifakın hedeflerinin korkunçluğunu hem de kırılganlığının seviyesini gösteriyor. Yoksa Anayasa’nın 153’üncü maddesi açık bir şekilde şunu söylüyor: “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Kararlar Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Herkesi bağlaması gereken AYM hükümlerine bir başka yüksek yargı organı, ben anayasanın tanımladığı çerçeveye uymam diyerek ayak diriyor. Bunu kendi kendisine yapmadığı açık. Hukuki bir kaygı güdülmediği de açık. Buradan 2010 referandumuyla elde edilmiş büyük bir kazanım olan anayasaya bireysel başvuru hakkına yönelik, hatta bu hakkı da aşarak AYM üyelerine yönelik cüretkâr bir saldırı var. Bu saldırı, iktidarın bu saldırı sırasında yakındığı tutum, gerekli görüldüğü her seferinde AYM kararlarının tanınmayabileceği yönünde güçlü bir eğilim oluşturuyor.
Eskiye özlem hatası
Elbette bu yeni bir eğilim değil. Ali Topuz’un listelediği gibi “AYM, Enis Berberoğlu’na tahliye yolu açtı, tabii ceza mahkemeleri direndi… AYM Mehmet Altan İçin de ihlal kararı verdi, iki ceza mahkemesi direndi de işi ancak istinaf çözdü... Şahin Alpay kararı da var, mahkemelerin takmadığı…İki site, sendika.org ve siyasihaber.org kararları var uyulmayan…Barış Akademisyenleri hakkında da tanınmayan kararı var.”
AYM’den önce Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş’la ilgili kararını da tanımamıştı. AİHM’in Demirtaş derhal serbest bırakılmalı, tutukluluk hukuki değil siyasi diye özetlenebilecek kararına Erdoğan, “AİHM kararları bizi bağlamaz. Bugüne kadar örgütle ilgili çoğu kararlar hepsi aleyhe. Karşılığında yapabilecek çok şeyler var. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz.” diyerek bugün yaşanan krizin kapısını çoktan açmıştı. Yine Erdoğan AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül kararını da “Karara uymuyorum. Saygı da duymuyorum.” diyerek yorumlamıştı. Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi.
Kaldı ki bugün iktidar karşısında AYM’nin toptan uygulamalarını savunuyor, bu kuruma kol kanat geriyor değiliz. AYM’nin Selahattin Demirtaş kararı dün gibi aklımızda. AYM Demirtaş’ın bireysel başvurusunu uzun bir değerlendirmedi. Değerlendirdiğindeyse Demirtaş’ın suçlu olduğu yönünde kuvvetli şüphe olduğunu söyleyerek bu başvuruyu reddetmişti. Elbette bugün yaşanan krize tepkilerini gösterirken 1982 anayasasını savunan Kemalistlerden, sol bir partiymiş gibi görünerek andımızı savunan milliyetçilerden farklı olarak, ne eski anayasayı savunuyoruz ne de AYM’yi. Devleti, demokrasinin kırıntısını ima eden kendi kurallarına uymaya çağırıyoruz. Bu kurallara uymadığında, Can Atalay kararında olduğu gibi, bireysel başvuru hakkı, elde kalan demokratik kazanımlar, sayısız direnişin tosladığı yargısal alanda bütünüyle kanunsuzluğun hâkim olması gibi problemlerle karşılaşacağız. İstanbul Sözleşmesi, 6824 sayılı Kanun, grev hakkı, örgütlenme hakkı, sıradan bir gösteriyi düzenleme hakkı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yarattığı krizle hızla şekillenen topyekûn bir kanun tanımazlığın dalgaları altında kalacak.
Bu yüzden eski anayasa kitapçığıyla gezen Kemalistler gibi değil ama aşırı sağcı bir iktidar blokunun kanun tanımaz bir düzeni inşa etmesi anlamına gelecek olan yeni anayasa tartışmalarıyla vakit kaybederek de değil, şimdi, şu anda, elimizdeki kazanımlara göz bebeğimiz gibi bakmak anlamına gelecek bir mücadele önemli olan. Amnezi muhalefete musallat olmuş görünüyor. Hafızamızı canlandırmak ve demokratik haklarımıza yönelik saldırılara karşı yan yana durarak mücadele etmek zorundayız. Yargı alanındaki krizden çıkmak ve demokrasinin hayatımıza dahil olması için yeni anayasa tartışması açanlara yanıtımız net olmalı: Yargısal krizi bilerek çıkarttınız! Demokrasi için ise yeni anayasaya gerek yok, mevcut anayasa ve yasalarda olan demokratik hükümleri uygulayın yeter. Örneğin hasta tutsakları, Demirtaş’ı, Kavala’yı, Çiğdem Mater’i, suçsuz bir şekilde hapiste yatan insanları serbest bırakmakla işe başlayabilirsiniz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)