Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayımlanan bir rapora göre, son 30 yılda afet olayları nedeniyle tarımda tahmini 3,8 trilyon dolar değerinde verim kaybı yaşandı; bu da yılda ortalama 123 milyar dolara veya yıllık küresel tarımsal gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 5'ine tekabül eder.
Aynı günlerde Babet Fırtınası İngiltere ve İskoçya’da ölümlere yol açan sel felaketleri yaratıyordu ki yine tam olarak aynı bölgeler, bu yazının yazılmakta olduğu saatlerde hızının saatte 170 km’ye ulaşacağı bildirilen bir başka fırtınaya, Fransa’ya kadar yıkıp geçecek Ciaran’a hazırlanıyordu. Sel felaketinin ardından paylaşılan çevre analizi verilerine göre, İngiltere bu felakete en önemli sel savunma sistemlerinden 4.204'ü kullanılamayacak duruma gelmiş halde yakalandı.
Sel felaketinden birkaç gün önce yayımlanmış bilimsel bir çalışmada, iklim çöküşünün böcek türleri için tam anlamıyla bir kıyamete yol açtığı gösteriliyor, böcekler sayesinde sürmekte olan tozlaşmanın gün geçtikçe azalacağı söyleniyordu. Böcekler iklim çöküşü etkileriyle başa çıkamayıp yok oldukça tozlaştırıcı olarak onlara bel bağlayan mahsuller de yok olacak – tüm tarım ürünlerinin yüzde 75’i!
Aynı gün yayımlanan bir diğer araştırma ise küresel amfibi nüfusunun yüzde 41’inin yine bizatihi iklim çöküşü yüzünden yok olmaya yüz tuttuğunu gösteriyordu. Bu, 8.000'den fazla kurbağa ve semender türünün gezegenden silineceği anlamına geliyor.
İnanılmaz ama, neredeyse aynı saatlerde Science dergisinde yayımlanan başka bir makale, dünya genelinde 23 milyondan fazla insanın metal madenciliği yüzünden tehlikeli toksik atıklara maruz kaldığını gösterdi. Araştırma, küresel ölçekte yaklaşık 479 bin kilometrelik nehir kanalını etkileyen ve 164 bin kilometrekarelik taşkın yatağını kapsayan kirliliğin ne kadar muazzam bir alana yayıldığını gözler önüne seriyordu. Etkilenen bu taşkın yataklarında yaklaşık 23,48 milyon insan, 5,72 milyon hayvan nüfusu mevcut ve zehirli içerik 65 bin kilometrekareden fazla tarım arazisini tehdit ediyor.
Maalesef yine aynı gün son derece büyük bir endişeyle okumakta olduğumuz başka bir araştırma daha mevcuttu gündemimizde: Küresel sıcaklıklar mevcut seviyelerin 1C üzerine çıkacak olursa (ki mevcut durumda 2C’ye yaklaşıyoruz), milyarlarca insanın fizyolojik dayanıklılık sınırını aşacak kadar aşırı sıcak ve nemli bir dünyaya katlanmak zorunda kalacağımız ortaya çıktı. Bu, tarih boyunca görülmüş bir şey değil. Zira insanlık tarihi boyunca, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya başta olmak üzere, fizyolojik dayanma sınırlarını aşan sıcaklık ve nem olayları sadece sınırlı sayıda – ve her seferinde yalnızca birkaç saat sürecek şekilde–kaydedilmiştir. Küresel sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelerin 2C üzerine çıkması halinde, Pakistan ve Hindistan'ın İndus Nehri Vadisi'nde yaşayan 2,2 milyar kişi, Çin'in doğusunda yaşayan bir milyar kişi ve Sahra Altı Afrika'da yaşayan 800 milyon kişi aşırı sıcaklıklara dayanamayacağı için ölüme mahkum edilmiş olacak.
Bunların hepsi yalnızca birkaç gün içinde karşı karşıya kaldığımız ya da haberdar olduğumuz felaketlerdi ki bu birkaç günlük gündem bile, aklı yeterince başında olan herkese, gezegendeki yaşamın ne kadar büyük bir tehditle karşı karşıya olduğunu göstermeye yeter.
Dokuz ‘gezegensel sınırın’ altısı aşıldı, hâlâ fosil yakmaya devam
Yer Sisteminin, yani gezegen yaşamının istikrarı ve dirençliliğini korumak adına kritik öneme sahip dokuz sınırın altısında güvenli bölgenin çok ötesine geçtiğimiz anlaşıldı. Aşılanlar şunlar; biyosfer (canlı organizmalar ve çevre) bütünlüğü, arazi kullanımı, içme suyu sistemleri, biyojeokimyasal bütünlük (azot ve fosfor döngüsü), iklim sistemi ve kimyasal kirlilik sınırları.
Bunların çoğu geri döndürülebilir değişimler değil. Ve hepsi, kapitalizm, fosil yakıtları ve savaş makinelerini her şeyin üzerinde tuttuğu için yaşanıyor. Bize de işte yukarıda kısacık bir özetini bulabileceğiniz bu ‘ölümlerden ölüm beğen’ listesini uzatıyorlar.
Terör devleti İsrail’in hastanelere sığınmış çocukları hedef alan bombalarına sponsor olan bir sistemden bahsediyoruz, etik bir kapitalizmin asla mümkün olamayacağı ortada değil mi?
Öyleyse, mevcut konjonktürde iklim krizinden çıkışın tek gerçekçi yolu olduğunu söyleyerek talep ettiğimiz ‘Adil Geçiş’, yani fosil yakıtlara veda edilip küresel bir yenilenebilir enerji dönüşümü yapılması ve bu dönüşümün işçilerin liderliğinde gerçekleştirilmesi gibi bir talebi kapitalist dünya düzeninde hayata geçirmek mümkün mü?
Dürüst olalım, kazanmak için kapitalizmin ta kendisiyle mücadele etmek zorundayız.
Küresel İklim Hareketi’nin ‘Adil Geçiş’ talebi yakından incelendiğinde bunun aslında bir tür ‘sosyalist geçiş’ talebinin öncülü olduğu görülebilir. İşte gezegen üzerindeki yaşamın devamlılığı için, insanca yaşayabilmek, özgürce nefes alabilmek için yapmamız gereken şey tam da bu. Ve bunu başarmanın yolu da bir araya gelmemizden, dünyanın her yerinde milyonların sokağa döküleceği muazzam bir isyan dalgası başlatmamızdan geçiyor.
Artık bu gidişata dur demeliyiz.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)