İşçi hareketinde gündem: Ücretleri yükseltmek, sendikal örgütlenmeyi büyütmek

06.07.2023 - 08:42
Volkan Akyıldırım
Haberi paylaş

Erdoğan'ın üçüncü cumhurbaşkanlığı dönemi, TL'nin değerini bilinçli olarak düşürme ve banka kredilerini (nakit avanslar) yükseltmeyle başladı. İşçilerin çıkarları, sermaye piyasalarının sözcülerinin vazettikleriyle hiçe sayıldı: "Mehmet Şimşek'i ve faiz artırımını alkışlıyoruz. Daha fazlasını yapın!"

- Türk Lirası yılbaşından bu yana yüzde 28 oranında değer kaybetti.

- Bu kaybın yüzde 10'luk parçası Erdoğan'ın faiz artırmaya karar vermesinden sonra gerçekleşti.

- Seçimler öncesi 20 TL'nin altında olan 1 dolar, 26 TL seviyesine ulaştı.

- Küresel finans kuruluşlarının beklentileri, yılsonunda 1 doların 30 TL olması.

Bu değer kaybı, 2018 Ağustos'unda yaşanan kur krizinden farklı dinamiklere sahip. O zaman yüksek faiz ve Merkez Bankası müdahalelerine rağmen, içeride azalan döviz pahalılaşırken ABD ile Türkiye arasında büyük bir gerilim yaşanmıştı. İç ve dış faktörlerin birleşmesi sonucu iktidar ekonomideki kontrolü yitirmişti. Ekonomistler TL'nin kaybını "dramatik serbest düşüş" olarak adlandırmıştı. 

Bugün ise Erdoğan yönetiminin – seçimler öncesi 27 ay boyunca uyguladığı faizleri düşürüp enflasyonu indireceği iddiası boşa çıkarken– bilinçli siyasi tercihi ve kontrolünde bir devalüasyona gitmesi, yani ulusal para biriminin dış satın alma gücünün bilerek düşürülmesi durmu yaşanıyor.

Devalüasyon

Bu yeni bir yöntem değil. Türkiye kapitalizmi ne zaman mali krize girse aynı şey, farklı sermaye hükümetleri tarafından uygulanmıştır.

Yerli para biriminin değerinin düşürülmesi, dış piyasalarda satış yapacak kapitalistlere kazandırır. Farklı devletlerin sermaye sınıflarıyla rekabette avantaj sağlar.

TL'nin değersizleştirmesi, ithal ürünlerin de pahalanmasına yol açıyor. Bu ürünler sadece Türkiye'de üretilmeyen mallar değildir. Aynı zamanda ham madde fiyatları dünya çapında dolar para birimi üzerinden hesaplandığı için her şey zamlanır. Kurun her yükselişinde, hatta yükselmeden önce fiyatlama yapan kapitalistler yine kazanır.

Devalüasyonun tek kaybedeni, ücretli emekçiler ve küçük işletmelerdir. Küçük işletmeler iflas eder. Ücretli emekçiler ise yükselen geçim maliyetleriyle baş etmeye zorlanır, bankalara borç prangalarıyla yaşamaya mahkum edilirler.

Şimdi yaşanmakta olan yine budur.

Faiz yükseltmenin faturası kimlere kesildi?

Muhalif ya da iktidar yanlısı kimi ekonomistler (çoğu dünyaya finans sermayesinden bakıyor) Erdoğan'ın ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek'i faiz artırımı ya da para sıkılaştırma denilen neoliberal taktiği uyguladığı için alkışladı.

Merkez Bankası faizleri artırdı, bunun sosyal sonuçları ise vahim:

- MB'nin politika faizi, bankaların müşterilerine verdiği faiz oranlarını belirliyor. Politika faizi artırılınca, kredi kartı, nakit avans ve tüketici kredileri de zamlanıyor.

- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) verilerine göre Türkiye'de bireysel kredi kartı borçlarının miktarı 16 Haziran itibarıyla 740 milyar TL'ye ulaştı.

Yani bir yandan TL'nin değeri düşürülüp zam dalgalarının önü açılırken bunun faturası da ücret ve gelirin yetmemesi sonucu hayatı nakit avans ile döndürenlere kesildi.

Ayrıca kredi faizlerinin artırılması sonucu küçük ve orta ölçekli işletmelerin yeni yatırımlara yönelmesi de zorlaştı.

İki ayrı, zıt ses

Piyasayı, yani sermayenin sınırsız tahakkümünü savunan neoliberaller, maliyetleri ve kayıpları hep toplumun üzerine yıkmaya çalışır. Kârdan zararlarını geniş kesimlere fatura ederek karşılamak isterler. Rekabete dayanamayan şirketler ise iflas edip yutulur. Kapanan işletmelerde çalışanlar işsiz kalır. Diğer çalışanlar ise işten çıkarma tehdidiyle karşı karşıya bırakılır, düşük ücretlerle sendikasız çalışmaya zorlanır.

Erdoğan yönetiminin, U dönüşü olarak geçmişte yıllarca uyguladığı reçeteye dönüşü rasyonel, yani akılcı bulmak için bundan kazanç elde etmek gerekir. Neoliberal doktrin, ekonomiyi ayakta tutan işçilerin gelirlerini yani ücretleri aşağıda tutmayı baz alır. Biz işçilerin ise bu politikadan hiçbir kazancı yok. Asgari ücret pazarlıklarında patronlar ve iktidarın dayattığı miktarı 400 lira artırmakla övünen Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın yaptığı gibi, bu işi, enflasyonun düşeceğine bağlanan ilahi umutlara bırakamayız.

- TL'nin değerinin düşürülmesi, ithal mamul ve ürünlere bağımlı bir ekonomik düzende her şeyin pahalanması demektir. AKP iktidarı 'yüksek enflasyonla ekonomik büyüme' denen, para birimini ve ücretleri ucuzlaştırma kararını çoktan verdi. Yeni ve rasyonel denilen şey aslında oldukça eskidir. İktidar, çalışan kitlelerin alım gücündeki radikal değişikleri umursamıyor.

- Para sıkılaştırması denilen egemen sınıf politikası yüksek enflasyonla baş edemediği gibi alım gücünü, yani talebi azaltarak ekonomileri küçültmeye (durgunluğa) yol açmakta.

- Uygulanan otoriter politikalar, işçilerin örgütlenmesini ve ortak çıkarları doğrultusunda başkaldırmasını zorlaştırıyor.

Piyasa kapitalizminin savunucusu "muhalifler" ile işçilerin çıkarı taban tabana zıttır. Finans piyasalarına, Borsa'daki yükseliş ve düşüşlere ya da yatırım araçlarındaki duruma değil, gelir dağılımına bakmamız gerekiyor.

'Erdoğan yönetimi 2-3 ayda battı batacak' türünden çıkışlar, esas olarak küçük ve orta yatırımcıları sermaye piyasalarında yönlendirmeye yarar. İşçiler haklarını istemedikçe sistem 'faiz indir, faizi kaldır'la devam eder.

Yüksek faizlerin dış kredilere bağımlı ekonomilere yaradığı tezi doğru olsaydı Arjantin kapitalizmi yüzde 40 oranında faizlerle "sıcak para" sorununu çözerdi. Bunu defalarca uygulamalarına rağmen hedeflediklerini elde edemediler.

İşçi hareketinin talepleri ne olmalı?

İşçi hareketinin aktivistleri, ücretlerin artırılmasına ve sendikal örgütlenmenin işçi kitlelerine yayılmasına odaklı kalmalı.

- Enflasyon bir sınıf savaşıdır. Asgari ücret ve kamuda yapılan toplu sözleşmelerdeki ücret artışı oranı, devletin resmi kurumu TÜİK tarafından yayınlanan resmi veriler üzerinden hesaplanmaktadır. Sendikaların yaptığı geçim maliyeti araştırmaları, TÜİK ile aynı yöntemi uygulayan ENAG gibi bağımsız araştırmacıların resmi enflasyon oranlarının hayli üzerinde. Bu, teknik gibi gözükse de aslında siyasi bir sorundur. Ortalama ücretleri belirleyen verilerin gerçekliği ne yazık ki biz işçiler için pratik bir sorundur.

- Kim ne derse desin, nasıl reçeteler verirse versin, bölünmüş işçi hareketi ücretleri artırma mücadelesine girişmelidir. Görünen o ki asgari ücret, memur ve emekli maaşlarına Temmuz'da yapılan zam da eriyecek. Kurdaki yükseliş karşısında düşük kalan ücretler yüzünden alım gücüne fayda sağlamayacak. Yaz bitecek, sonbahar gelecek, daralma mevsiminde hayat pahalılığı artacak. Gerçek/doğru enflasyon verileri baz alınarak genel ücretler yılda dört kez artırılmadığı takdirde yoksulluğa yenik düşeceğiz.

Volkan Akyıldırım

 

Bültene kayıt ol