Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı üçüncü dönemi, 'büyük ekonomik kriz geliyor' iddialarıyla başladı. Büyüğünden küçüğüne patron örgütleri ise sonuçtan gayet memnun.
Seçimlerin ertesi günü iki şey oldu:
► Borsa İstanbul'daki hisselerin neredeyse tamamımı yükselişe geçti. En fazla değer kazanan hisseler, sırasıyla bankacılık, sanayi ve gayrimenkul şirketlerine aitti.
► 1 dolar 20 TL'nin üzerine çıktı. TL'nin değer kaybı dalga dalga arttı. Uluslararası büyük bankalar ve finans piyasası uzmanları yıl sonuna kadar TL'nin üçte birlik değer kaybına uğrayabileceğini söylüyor. Seçimlerden bir hafta önce Merkez Bankası'nın döviz stokları eksiye geçmişti. Bazı bankaların 1 milyon dolar getirene peşin yüzde 30 faiz verdiği duyuldu.
Finans sermayesi, iktidara "faizleri yükselt" baskısı yaparken, ihracattta faaliyet gösteren şirketler (Bunların çoğu aynı zamanda ithalatçı) düşük faiz, değersiz TL politikasından memnun gözüküyor. Bazıları hızını alamayarak Erdoğan'a "TL'yi dolar karşında düşür" çağrısı yaptı.
"TL düşecek, Türkiye kapitalistlerinin ürünleri uluslararası piyasalarda ucuzlayacak, böylece satışlar dolayısıyla üretim artacak, dış satım sonucu elde edilen döviz, Türkiye'nin dış borç ödemelerinde kullanılacak" - 2018'de patlak veren mali krizde Berat Albayrak'ın devreye soktuğu bu ekonomik politika ise çoktan iflas etti.
İhracat, her zaman gibi ithalatın gerisinde kaldı. Cari açık büyümeye devam etti. Bir ekonomiste göre "dış finansman ihtiyacı Haziran 2023-Ekim 2023 döneminde ortalama aylık 3,3 milyar dolardan Kasım 2023-Şubat 2024 arasında 12,3 milyar dolara çıkacak."
TL'nin değersizleştirilmesi ve bir noktada sabit tutulması, kurun baskılanması için "arka kapıdan" piyasa döviz rezervlerinin satılmasıyla döndürülen tekerlek duracak mı?
Kriz, ekonomideki tanımıyla, üst üste iki dönem (üçer aylık periyodlarla) ekonomik büyümenin durmasıdır. Türkiye ekonomisi ise büyümeye devam ediyor. Şirket bilançolarına bakıldığında, kapitalistler mali kriz ve "sıcak para" sorunu ile geçen beş yılda kârlarını katlamış durumda. Buna karşılık, dış kredilere ve yatırımlara olan ihtiyaç akut bir şekilde yaşanıyor.
Alarm veren ekonomik göstergeler, günü birlik ekonomi politikaları ve keyifli kapitalistlerin penceresinin dışından bakıldığında ise asıl kriz bölüşümde yaşanıyor.
► AKP'nin "ekonomik marifeti" ucuz işçiliğe, yaygın emek sömürüsüne, sendikal örgütlenmelerin bastırılmasına ve grevlerin yasaklanmasına dayanıyor. Toplam verginin üçte ikisini ödeyen emekçi sınıfların alınteriyle, bankalar ve şirketler destekleniyor. Kur Korumalı Mevduat adı verilen uygulamayla zenginlere servet transferi yapılıyor. Sosyal yardımlarla ayakta kalmaya çalışan 4 milyon insan, açlık sınırında bir hayata mahkum ediliyor.
► 2020 yılında nüfusun en düşük gelirli yüzde 20’si gelirden yüzde 6,1 pay alırken bu oran 2021’de yüzde 6’ya geriledi. Gelirden en yüksek payı alan nüfusun yüzde 20’si 2020’de gelirin yüzde 46,7’sine sahip olurken, 2022’de yüzde 48’ini aldı.
► Hanelerin en zengin yüzde 5’lik kesiminin gelirden aldığı pay ise yüzde 23,3'e çıktı.
► Yüzde 1’lik azınlık toplam servetin yüzde 41’ine sahip durumda. İşçiler ve yoksullar ise yüksek enflasyon altında yaşamaya zorlanıyor.
İster faizleri artırsın (ki bunu arka planda zaten yapıyor) ister düşürsün kapitalistlerin partisi AKP ve lideri Erdoğan'ın ekonomik politikası, gelir adaletsizliğine, bölüşümdeki eşitsizliğe dayanıyor. Ve her zamanki gibi işi zor. Uygulanan politikaların en önemli sonucu yüksek enflasyon. Buna dair bir çözümleri yok
Mutfaktaki krize emekten yana bir çözümü, güçlü bir sendikal mücadeleyi nasıl var edeceğimizi konuşmanın tam sırası.
Volkan Akyıldırım
(Sosyalist İşçi)