Çoğu seçmen için önemli olan Erdoğan'ın gidip gitmeyeceği, 20 küsur yıllık AKP iktidarının bitip bitmeyeceği, başkanlık sistemi adı verilen baskıcı rejimin sona erip ermeyeceği.
Yüksek enflasyondan, yetersiz kamu hizmetlerinden, deprem sonrası yaşanan felaketten, tonlarca adaletsizlikten bıkan ve yorulanların bir ön kabulü daha var: Erdoğan gitse de ekonomi düzelmeyecek. Çoğu kişi Türkiye ekonomisinin sorunlarının kısa vadede çözülemeyeceğini düşünüyor.
Bu haklı, fakat eksik ve bu yüzden yanlış bir kanaat.
Döviz krizi ve iflas
Seçimlere günler kala, Merkez Bankası'nın kuru baskılamak ve TL'nin sert düşüşünü önlemek için döviz rezeverlerini satma politikası bir kez daha duvara çarpmış gözüküyor. Rezervlerin eksiye geçtiği söyleniyor. Sıcak para denilen nakit döviz bulanamadığı için piyasada dolar yükseliyor. Devletin denetiminden kaçmak isteyen şirketler, yasadışı fakat fiili pazarlarda kuru gerçekte olduğundan yüksek kabul ediyor.
Türkiye'ye yatırım yapan yabancı finans şirketlerinin aracısı konumundaki büyük uluslararası bankaların seçim sonrasına dönük tahminleri örtüşüyor:
1- Erdoğan kazanırsa, kur yükselecek (TL değer kaybedecek).
2- Kılıçdaroğlu kazanırsa, kur yükselecek (TL değer kaybedecek).
3 - Muhalefet başkanlığı alıp, Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu kazanırsa (TL yine değer kaybedecek).
Bir işçi için bunun doğrudan anlamı, sadece ithal ürünlerin değil hammaddesi ve üretim girdileri dolar üzerinden hesaplanan bir dizi üründe fiyat artışı patlamalarıdır. Geçim maliyet artarken, alım gücünün düşmesidir.
Borç krizinin patlak verdiği 2018'den bu yana, her fırsatta enflasyonun, yani fiyatlarının artış hızının düşeceğini söyleyen iktidar 20 küsur yılın sonunda bunu başaramamıştır. Üstelik tüm ekonomik politikaları iflas etmiştir.
Kaynak sorunu ve borçlar
Türkiye kapitalizminin mali bunalımları, AKP iktidarı ile başlamadı. Türkiye işçi sınıfının emeğini sömüren kapitalist aileler, çarkı döndürmek için gereken dövizi hiçbir zaman elde edemedi ve dış kredilere bağımlı bir ekonomik düzen kuruldu.
İthalat, her zaman ihracattan üstün geldi. Cari açık denen şey bir türlü kapatılamazken, şirketlerin dış borcu toplam 442.9 milyar dolara ulaştı. Bu borcun yıllık ödemesi (çoğu faiz) üzerine cari açık eklendiğinde Türkiye kapitalizminin çarklarının dönmesi için 230 milyar dolar’a ihtiyaç var.
Küresel finans sermayesinin büyük oranda çekildiği Türkiye'ye, doğrudan yatırım yapmak isteyen büyük sanayi şirketleri yok.
Erdoğan yönetiminin sonu yaklaşırken, 2018'deki koşullar yeniden oluşmuş durumda.
Muhalafetin gövdesini oluşturan Millet İttifakı partilerine göre kendi yönetimleri oluştuğu takdirde, gereken "sıcak para" bulunacak. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu 300 milyar dolar yatırım getireceğini vaat ediyor. Bunu neye dayandırıyor belirsiz. Dünyada sıkı para politikaları geçerli. Kredi muslukları kapalı. Ve yatırımcılar “güvenli liman” dedikleri Batı devletlerinin piyasalarında duruyor.
Millet İttifakı alttan alta "acı reçete" uygulanabileceğini, faizlerin yükseltilmesi ile para politikalarının sıkılaştırılacağını, AKP'nin yarattığı "enkazı" kaldırmanın zorlu olacağını söylüyor.
İşte burada "Erdoğan gitse de ekonominin düzelmesi yıllar alacak” kanaatinin eksikliğinin vardığı yanlışa geliyoruz. Eğer kapitalistlerden kazançlarına göre vergi almayı, enerji sektörünü devletleştirip fiyatları aşağı çekmeyi, ücretleri yükselterek tüketimi artırmayı göze alsalar o kadar da uzun sürmeyebilirdi.
Seçimlerde kim kazanırsa kazansın, işçileri zorlu ve mücadele dolu günler bekliyor.
Volkan Akyıldırım
(Sosyalist İşçi)