Erkeklerin iktidarına tekmeyi basmak!

17.11.2022 - 09:35
Atilla Dirim
Haberi paylaş

Türkiye devletinin temel hak ve özgürlüklere saygı gösterme konusunda çok da başarılı olmadığı bir sır değil. En temel haklardan biri olan anadilinde konuşma hakkı, hem de Türkiye gibi çok çeşitli dillerin - gayrıresmi - olarak konuşulduğu bir ülkede, halen tanınmış değil. Tanınmak bir yana dursun, hemen her gün ayaklar altında çiğneniyor. 

Temel hak ve özgürlüklerden birinin çiğnenmesi, kaçınılmaz olarak diğerlerinin de çiğnenmesinin kapısını aralıyor ki, an itibarıyla olan şey de tam olarak bu. LGBTİ+’ların eşit, onurlu ve özgür yaşam hakları, hemen her gün ağır saldırılara maruz kalıyor. LGBTİ+’lar yok sayılıyor, dış mihrakların kuklası, emperyalizmin Türk halkını yozlaştırmak için oynadığı bir oyun ve buna benzer birçok şey ilan ediliyor. Son olarak da Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunu gündeme getirmesi üzerine, Erdoğan LGBTİ+’ların aileyi yok edeceği paranoyasını dile getirerek, bu konuda anayasal düzenleme yapılması, mecliste bu düzenleme yapılmazsa, referanduma götürülmesi çağrısı yaptı. Referandumda kazanma ihtimalini düşük görmesinden olsa gerek, düzenlemeyi mecliste yapmayı istiyor ve bunu “Temel hak ve özgürlüklerin referanduma götürülmesini doğru bulmuyorum” diye gerekçelendirmeye çalışıyor. Erdoğan’ın temel hak ve özgürlüklerden anladığı da başörtüsü özgürlüğü. LGBTİ+ hakları söz konusu bile değil; aksine, ‘Aile, kadın ve erkekten oluşur’ ifadesiyle, LGBTİ+’ların - şu an aslında kanunen serbest olan ama uygulanmayan - evlenme hakkını yasal olarak ortadan kaldırmaya hazırlanıyor.

Aile de aile! Neden?

Başta Erdoğan ve Soylu olmak üzere, devletin üst düzey yöneticilerinin neredeyse tümü koro halinde - sanki saldırı altındaymış gibi - ailenin korunmasından söz ediyor. Onlara göre aile LGBTİ+’ların - ne demek olduğunu anlayamadıkları - cinsiyetsizleştirme ve eşcinsel evlilik saldırısı altında, toplumun tamamını etkisi altına alan büyük bir eşcinsellik kampanyası yapılıyor ve Türk halkının önemli bir kısmı bu kampanyadan etkilenerek eşcinsel evlilikler yapmaya hazırlanıyor. Yoksa sabahtan akşama kadar aile de aile diye sızlanmaları nasıl açıklanabilir ki?

Ama biz eşcinselliğin bulaşıcı veya tercih edilebilir bir şey olmadığını bildiğimiz için, bu anlatılanların doğru olmadığını da biliyoruz. Ancak haklı oldukları bir nokta var: Aile kurumu gerçekten de giderek geriliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’de son 20 yılda evlenme oranı düşerken, boşanma oranı hızla yükseliyor. 2021’de 562 bin evlilik yapılmış, 174 bin de boşanma kayda geçmiş. 2001-2021 arasını kapsayan son 20 yılda bin kişilik nüfus başına düşen evlenme sayısını ifade eden 'kaba evlenme hızı' yüzde 20 düşerken 'kaba boşanma hızı' ise yüzde 47 artmış. En önemli boşanma sebebi de ‘ilgisiz ve sorumsuz davranışlar’ olarak gösteriliyormuş.

‘Mahallenin delikanlısının’ namusu

Kadınlar artık aile denilen cenderede kocanın, babanın, abinin, dayıoğlunun, hatta ‘mahallenin delikanlısı”nın namusu olmayı, evde erkeğe kölelik yapmayı, hayatını çocuk yetiştirmekle yükümlü kutsal anne olarak geçirmeyi istemiyor. Kadınların verdiği mücadele, sayısız kadının özgürleşme yolunda büyük adımlar atmasını sağladı. Şu anda ‘aile’ artık 30 yıl önceki aile değil, bir daha da olmayacak.

Bu da hem AKP-MHP iktidarını hem de muhalefet partilerini çok korkutuyor, çünkü aile denilen şey aslında küçük bir devlet. Çocukların ileride ‘devlet baba’nın baskısına gönüllü olarak boyun eğmeyi, işçi olarak ezilmeye ses çıkarmamayı, hatta kapitalist patronların daha fazla kâr elde edebilmesi için savaşlarda gönüllü olarak ölmeyi ve öldürmeyi öğrendikleri en önemli kurum, aile. İkili cinsiyet sistemine dayanan erkek egemen aile, erkek ile kadının eşitsizliğinden ötürü, antidemokratik bir yapıya sahip. Bu yapı demokratikleştiği takdirde, yeni işçi, tüketici ve asker kuşaklarını oluşturacak olan çocuklar ‘sorgulayan / reddeden’ insanlar olarak yetişecek ki, bu da kapitalist düzen için en büyük tehlike anlamına geliyor.

LGBTİ+ mücadelesi ve sosyalizm

LGBTİ+’ların birliktelikleri hem aşka dayandığı hem de çocuk yapamayacakları varsayıldığı için - bu gerçek değil, günümüzde çocuk yapmanın bin farklı yolu var - sınıflı toplumlarda egemenler tarafından çoğu zaman tehlikeli ilan edilmiş. Şu anda da öyle yapılmaya çalışılıyor. Çatırdayan aile kurumunu kurtarmak için LGBTİ+’ları hedef gösterirken, aslında kurtarmak istedikleri erkek egemen kurallar, yani kadının hizmetçi ve kuluçka makinesi olarak görüldüğü, temel hak ve özgürlüklerinin ‘mahallenin delikanlısının’ insafına terk edildiği sistem.

Son aylarda ‘Büyük Aile Yürüyüşü’ adı altında düzenlenen LGBTİ+ karşıtı nefret yürüyüşleri de sistemi koruma çabalarının bir ayağı. Önce İstanbul’da, sonra Konya, Urfa ve Ankara’da, son olarak da İzmir’de düzenlenen bu yürüyüşlere katılanlar, aralarında faşistlerin de bulunduğu bir avuç örgütlü militan. Toplumda karşılığı yok ama olmayacağı anlamına gelmiyor; özellikle faşistlerin etkinliklerine karşı çok dikkatli olmak gerekiyor, çünkü Ankara’da düzenlenmeye çalışılan Onur Yürüyüşü, şehrin göbeğine polis gözetiminde gelen elleri sopalı faşist grupların saldırısına uğramıştı.

Faşistlerin sadece LGBTİ+lara, kadın hareketine değil, hak ve özgürlüklerin tümüne düşman olduğunu biliyoruz. Bugün LGBTİ+’lara saldıranlar, göçmenlere saldıranlar, HDP’ye saldıranlar, yarın kendilerinden olmayan herkese saldıracaktır. Bütün bu saldırılara örgütlü olarak karşı koymak, temel hak ve özgürlükleri çiğnenen bütün kesimleri birleştirmeye çalışmak, sömürülenlerin, ezilenlerin mücadelesini yükseltirken erkeklerin iktidarına tekmeyi basmak… Bütün bunlar sosyalizm mücadelesinin temel bileşenleri değil de nedir?

Atilla Dirim

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol