Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinin beşte birinde, 20 yıldır iktidarda olan AK Parti, dünyada çok rastlanmayan bir örnek oluşturuyor.
Üstelik bu süreçte, 2019 yerel seçimlerine kadar, yerel yönetimlerin ezici çoğunluğunu da yönetti.
AK Parti’nin bu hikâyesine; büyük ölçüde dünyada benzeri bulunmayan yüzde on seçim barajı, adil ve demokratik olmayan seçim sistemi de fırsat sundu.
20 yıl, her ülkenin siyasi tarihi açısında uzun bir zaman. Hedefi, programı net, projeleri hazır, yönetici kapasitesi vasat olmayan kadrolara sahip partiler için; ülkenin kaderini, toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasal yapısını, dokusunu değiştirmeye yetecek bir süre.
Türkiye gibi dinamik ve fırsatlara açık ülke iseniz ne emperyalist “dış güçler”, ne statükocu “iç güçler veya odaklar” buna engel olamaz. Hiçbir mazeretiniz, bahaneniz olamaz. Bunun son tipik örneği Çin’dir.
Türkiye bu gün 20 yıl önceye göre neredeyse toplumsal her alanda daha geri noktada, derin bir siyasi ve ekonomik kriz yaşıyor.
“AK Parti 20 yıl her şeyi kötü ve yanlış yaptı” iddiasında bulunanlar, AK Parti nasıl oldu da yüzde 34 oy ile hükümet oldu ve sonraki seçimlerde de bu oyun altına düşmedi. Veya son seçim dışında nasıl oylarını yüzde 40-45 bandında tutmayı başardı sorusuna yanıt vermeliler.
“AK Parti 20 yıl içinde küçük kazalar dışında her şeyi iyi ve doğru yaptı” iddiasında bulunanlar ise, ülkenin içinde bulunduğu kötü ve geri durumu, siyasi ve ekonomik krizin ve toplumsal kutuplaşmanın yoğunluğunun kaynağını izah etmek durumundalar.
Bunu iç mihraklarla, dış güçlerle izah etmeye çalışmanın toplumun geniş kesimleri nezdinde hiçbir inandırıcılığı yok.
AK Parti iktidarının 20 yılı, birbirinden ayrı üç dönemin toplamı. Bu üç dönem birçok yönden birbirinden farklı siyasal toplumsal dinamiklere sahiptir.
2002-2010 yılları Ak Partinin parlak dönemi
Bu dönemin bazı belirleyici özellikleri var:
Birincisi; 28 Şubat 1997 post modern askeri darbeyle doruk noktasına ulaşan siyasi istikrasızlık, ekonomik daralma, Irak’ın ABD tarafından işgaliyle alevlenen bölgesel sorunlar ve askerin siyaseti dizayn etme hastalığının tekrar nüksetmiş olması geliyor.
İkincisi; 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasında, 19 Şubat 2001’de Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında “Anayasa kitapçığı fırlatılması” nedeniyle başlayan, Türkiye siyasi tarihinde eşine az rastlanır siyasi ve ekonomik krizin toplumsal buhrana dönüşmesi.
Üçüncüsü; Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecinin yarattığı pozitif toplumsal siyasal rüzgâr.
Son olarak ise AK Parti’nin Kürt sorununda inkâr, imha ve işgal olarak tanımlanan devlet politikasının değişimine dair işaretler vermesi ve arayışlara girmiş olmasıdır.
AK Parti bu dönemde, IMF’nin önerdiği politikalara sadık kalmasının ekonomide yarattığı kısmi rahatlama ile yapısal değişiklikler yaptı. AB ile müzakere sürecinin olumlu havası, gerçekleştirdiği kimi “yasal iyileştirmeler” ve askeri vesayeti geriletme iddiası/tutumu nedeniyle toplumsal desteğini ve oylarını artırdı. Merkez sağın siyasal tabanını partisine kattı. Türkiye tarihinde hiçbir hükümete nasip olmamış ölçüde dış dünyadan destek gördü.
Bu süreçte AK Parti’nin işini kolaylaştıran, seçmen desteğini artıran önemli bir gelişme de şu oldu: Statükocular ve Genelkurmay, cumhurbaşkanı seçimlerinde ilk kez 367 krizini yarattılar, devlet resepsiyonlarında ve protokolde başörtülü davetli kabul etmemeye başladılar.
Bunlar AK Parti’nin 2007 yazında milletvekili seçimlerinde ve cumhurbaşkanının doğrudan seçimlerine yönelik anayasa değişikliği referandumunda sandıkta zafer elde etmesine yol açtı.
2010-2015 yıllarında yönetememe krizi baş gösterdi
Bu dönemin en önemli özeliklerinin başında; AB ile müzakere sürecinde yaşanan tıkanma ve 2008 yılında ABD’den birçok ülkeye yayılan ekonomik krizin “kriz bizi teğet geçecek” aldatmacası sonrası ortaya çıkan sorunları geliyor.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini sallayan “Arap Baharı”; küresel güçler arasında vekâlet savaşına dönüşen Suriye savaşı; bölgesel dengelerin değişimine yol açan Rojava’da Kürtlerin inisiyatifiyle yaşanan özerkleşme eğilimi, Ankara’nın yanlış dış politikası ve 2013-2015 Çözüm Süreci politikası dönemi karakterize etti.
Fetullah Gülen patentli 17-24 Aralık 2013 yolsuzluk, rüşvet ve MİT operasyonuyla derinleşen AK Parti içi çatışma, krizi ve ülkenin yönetilemez hale gelmesini hızlandırıldı. 7-8 Ekim 2014 Kobani olayları sonrasında Ankara beka ve güvenlik eksenli politikalara yöneldi.
AK Parti’nin oyları 2014 yerel seçimlerinde erimeye başladı. Çözüm süreci bitirildi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde ise ilk kez birinci parti olamadı. Kürtler ilk kez HDP ile seçime girdiler ve TBMM’nin üçüncü büyük grubunu oluşturdular. AK Parti kendine yeni bir yol ve rota çizdi.
2016-2022 Otoriter ve tek adam dönemi
Bu dönemde Çözüm Süreci’nin sonlandırılması, Suriye savaşında hedeflenenlere ulaşmadaki zorluklar ve 15 Temmuz darbe girişimi AK Parti’yi içerde ve dışarda beka, güvenlik ve düşman icat etme bataklığına sürükledi.
Kürt hareketini yedekleyemeyen AK Parti, ulusalcılarla, Ergenekoncularla ve Türk milliyetçiliğinin kanlı bataklığında debelenen MHP ve onun lideri mazisi tartışmalı Devlet Bahçeli ile ortaklık geliştirdi. AK Parti rotasını muhafazakârlıktan Türk milliyetçiliğine doğru kırdı. Bu rotada beş yıldır son sürat ilerliyor.
Kürt siyasal hareketini yedeklemeye çalışırken Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına alan Recep Tayyip Erdoğan, şimdilerde neredeyse kendisini en iyi Türkçü ilan etmenin eşiğinde. 2023 seçimlerinde eşiği aşmak için Fetullahçılardan boşalan devlet dairlerini MHP’lilerle doldurdu. AK Parti devlet partisine daha çok benzemeye başladı.
Bu dönemin en önemli özelliği; 2017 referandumu sonrası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş ile birlikte tek adam yönetiminin her gün derinleşen krizi; toplumsal yozlaşmanın, çürümenin, içte, dışta siyasal belirsizlik/güvensizlik yaratması ve derin ekonomik buhranlar doğurması.
Türkiye’nin çözüm bekleyen istisnasız bütün sorunları 20 yıllık AK Parti sürecinde rövanşsız bir yaklaşımla iktidarda kalmanın aracı olarak kullanıldığı için sorunlar kronikleşti ve çoğalıp derinleşti. AK Parti devletleşti, cumhuriyet mağduru siyasal İslamcı muhafazakârları merkeze taşıma iddiasıyla büyük bir hanedanlık yarattı. Toplumda keyfi uygulamalarıyla büyük bir öfkeye yol açtı. Hikâyesinin sonuna geldi.
Hakan Tahmaz
Not: 15 Kasım 2022 tarihinde “AK Parti Türkiye’sinde sosyalist sol ve Kürtler hareketini yazacağım.