İklim krizi milyonlarca kişiyi göçe zorlayacak

20.06.2022 - 13:32
Tuna Emren
Haberi paylaş

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNCHR) geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamaya göre, Ukrayna savaşı ve diğer çatışmalar; şiddetten, insan hakları ihlallerinden ve zulümden kaçmak zorunda kalan insan sayısını rekor düzeyde artırarak dünya nüfusunun yüzde 1’inin, yani 100 milyon insanın zorla yerinden edilmesine yol açtı. 

Putin’in Ukrayna’yı işgali bu yıl içinde 8 milyon kişiyi göçe zorladı ve evlerini terk etmek zorunda kalan bu insanların 6 milyonu ülkelerini de terk etmek zorunda kaldı. 

Uluslararası Göç Örgütü’nün geride bıraktığımız günlerde açıkladığı üzere, 2021’de dünya genelinde 59,1 milyon insan iç göçe zorlandı ki bu, 2020’deki göç verilerine dört milyon yeni göçmenin eklendiğini gösteriyor. Çatışma ve şiddet, bir önceki yıla göre yüzde 50’lik bir artışla, 2021’de 14,4 milyon kişiyi yerinden etti. 

Fakat masum insanları evlerini terk etmeye ve kendilerine dünyanın bambaşka bir yerinde yeni bir ev aramaya, bir kez daha ayakta kalmaya çabalamaya iten tek sebep savaşlar, çatışmalar, şiddet ve insan hakları ihlalleri değil: 2021’de seller, fırtına ve siklonlar gibi çeşitli iklim afetleri yüzünden, başta Asya-Pasifik bölgesinde olmak üzere yaklaşık 23,7 milyon iklim göçmeni de yaratıldı.

Dünyadaki her 78 kişiden biri zorla yerinden edildi

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından paylaşılan yeni veriler, 2021’in sonu itibariyle gerçekleşen göçlerin yüzde 83’ünün orta ve düşük gelirli ülkelerde yaşandığını gösteriyor. Göçe zorlananların yüzde 42’si 18 yaşın altındaydı. 

Tüm raporlar aynı gerçeği vurguluyor; iklim afetleri de en çok yoksul toplumları, küçük ada ülkelerini yıkıma uğrattı. 

Düşük ve orta gelirli ülkelerin küresel nüfusun yüzde 85’ini oluşturduğunu unutmamak gerek. Kapitalistlerin yol açtığı diğer krizlerde olduğu gibi, iklim krizinin yıkıcı etkileri de orantısız bir şekilde dağılıyor, yoksul insanların geçim kaynaklarını elinden alıyor, daha fazla yoksulluk yaratıyor, sınırlı kaynakları olan bu toplulukları açlığa itiyor, göç etmeye mecbur bırakıyor. Sonuç olarak, en yoksullar, dünya ortalamasının iki katından daha fazla refah kaybına uğruyor (Dünya Bankası). 

İklim göçleri

Zorla yerinden edilme, on yıllardır süren bir artışla dünya genelinde giderek daha fazla insanı kapsamaya başlayan çok büyük bir tehdide dönüştü. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), bu yüzyılın başında dünya genelinde 740 milyon iç göçmen yaratıldığını tahmin ediyor ki bu, başka bir ülkeye göç etmek zorunda kalan insan sayısının da yaklaşık üç katıdır. 

Bir başka bilimsel çalışma olan Groundswell raporuna göre, iklim çöküşünün sebep olduğu afetler 2050 yılına kadar 143 milyondan fazla insanı iç göçe zorlayacak. 143 milyon iklim göçmeninin 86 milyonunun Sahra Altı Afrika ülkelerinden çıkması bekleniyor. İkinci sırada 40 milyon iklim göçmeni yaratılacağı tahmin edilen Güney Asya geliyor. Onu da 17 milyon iklim göçmeniyle Latin Amerika izliyor.

Rapor, iklim afetleri nedeniyle geçim kaynaklarının da kaybedildiğini, iklim krizi kaynaklı “dış göçün” bu nedenle daha da artarak devam edeceğini söylüyor. Bilhassa da ‘duyarlı bölgeler’ olarak tanımlanan, örneğin deniz seviyesine yakın kıyı şeritleri ya da Etiyopya’nın kuzeyinde yaşanan çölleşmede olduğu gibi, dünyanın bazı bölgeleri şimdiden çok büyük risk altında. Hindistan’daki Bangalore ve Chennai arasındaki güney yaylaları, Mexico City ve Guatemala City çevresi ve Nairobi’nin de dünyanın başlıca iklim göçü bölgeleri haline geleceği tahmin ediliyor.

Günümüzün saygın iklimbilimcilerinden, Oxford Üniversitesi’nden Norman Myers, iklim değişikliğinin doğrudan bir sonucu olarak yer değiştirmek zorunda kalacak insan sayısını tahmin etmeye çalışıp şu sonuca ulaştı; “Muson sistemleri gibi yağış rejimlerinin bozulması, benzeri görülmemiş şiddette ve süredeki kuraklıklar ve deniz seviyesinin yükselişi gibi faktörlerle birlikte kıyı taşkınlarına da yol açıp 200 milyon insanı göçe zorlayabilir.” 

200 milyon iklim göçmeninin yaratılacağı bir gelecekten bahsediyoruz…

Günümüzde kayıtlara geçmiş tüm mülteci ve göçmenlerin on katı bir nüfusun iklim göçmeni olacağı bir gelecekten, dünyadaki her 45 kişiden birinin yer değiştirmek zorunda kalacağı bir dünyadan bahsediyoruz. 

Ve bu sırada diğer sebeplerden ötürü göçe zorlanan insanların sayısı da artmaya devam edecek. 

Gitmek mi kalmak mı?

İklim afetleri veya çatışmalar nedeniyle göçe zorlanan insanlar için gitmek ve kalmak arasında bir seçim yapmak sanıldığı kadar kolay olmuyor. 

Hangisini seçerlerse seçsinler, baskı altında aldıkları bu karar çeşitli tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Ve çoğu durumda bir karar verebilme şansına bile sahip olamıyorlar. Örneğin, kasabalarını yerle bir eden öldürücü bir fırtına veya sel gibi hızla gelişen afetlerde kendilerini, üzerine bir dakika bile düşünemeden yer değiştirmiş halde bulabiliyorlar. Dahası, büyük afetler aynı zamanda ‘göç kazanı’ adı verilen muazzam göç akışlarına da sebep olabiliyor ve bu akış dalgası da her yıl biraz daha yükselme eğiliminde.

İklim krizi, zaten zor olan kalma veya gitme kararını öyle zorlaştırıyor ve bunun için öyle az zaman bırakıyor ki, gelecekleri üzerinde son derece belirleyici olacağını bildikleri kapsayıcı değişkenleri bile (ekonomik unsurlar, siyasi çelişkiler gibi) devre dışı bırakmaktan başka çareleri kalmıyor. Dolayısıyla bir geçim planları olmadan başlıyorlar göç etmeye. Sadece hayatta kalma çabasından ibaret olan böylesi bir yer değiştirme maalesef çoğunlukla daha fazla açlık, daha fazla ölüm anlamına geliyor. 

2015 yılında, 113 ülkede yaklaşık 19,2 milyon insan, sel (8,3 milyon) ve fırtına (6,3 milyon) gibi hızlı başlangıçlı aşırı olayların neden olduğu afetler nedeniyle yerinden edildi. Bu sayı, çatışmalar ve şiddet yüzünden göçe zorlanan nüfusun iki katıydı. 2016’da sayıları 24 milyona ulaştı ve göçe zorlanan nüfusun ağırlıklı bölümü de Güney ya da Doğu Asya’nın yoksul toplumlarında yaşıyordu.

Kuraklık gibi yavaş başlangıçlı iklim afetleriyse, en azından başlangıç aşamasında, göç modellerinde ani değişiklikler yaratmıyor, fakat şiddetli bir çölleşme yaşanan tüm bölgelerde mahsul verimini düşürüp su krizlerini tetiklediği için çok büyük bir nüfusu tehdit eder hale geliyor.

Üstelik bu saydıklarımızın hepsi tekil olaylar. Yani bir bölgede yalnızca bir tür iklim afetinin yaşandığı durumları resmediyor, üstüne bir tanesi daha yaşanırsa olabilecekleri göstermiyorlar. Oysa dünya artık art arda gelen iklim şoklarını yaşamaya başladığı zamanlardan geçiyor ki bunun sonuçları her açıdan çok daha yıkıcı olabilir.

Tüm insanlığı tehdit eden dört büyük risk faktörü

Avrupa Birliği İklim Değişikliği Servisi Copernicus’un yıllık raporuna göre, 2021 yazı, Avrupa tarihinde kayda geçirilen en sıcak yaz mevsimi oldu. Hindistan ve Pakistan’da bu yılın bahar aylarında başlayan ve halen devam etmekte olan öldürücü sıcak hava dalgalarının da artık daha sık yaşanacağı söyleniyor. 

Türkiye, Yunanistan ve İtalya’da haftalarca süren yakıcı sıcaklar ve kuraklığın çok sayıda orman yangınına zemin hazırladığı bir yıl olan 2021’in Temmuz ve Ağustos aylarında sadece bu bölgede 800 bin hek tar ormanlık arazi kaybedilmişti.

Fosil yakıtlara veda etmezsek, 2050 yılına kadar, ortalama küresel sıcaklıkların 0,3°C ile 2,5°C arasında artması bekleniyor. Yüzyılın geri kalanı içinse artışların, gelecekteki emisyonlara bağlı olarak 0,3°C ila 4,8°C arasında olacağı tahmin ediliyor.

Böyle bir tabloda iklim afetlerinin, bilhassa da sıcak hava dalgalarının giderek daha erken başlaması, daha uzun sürmesi ve daha şiddetli olması şaşırtıcı değil, bilakis kaçınılmaz oluyor. Nitekim, atmosfere salınan sera gazları yoğunluğunda en ufak bir düşüş yaşanmadı, emisyonlar yükselmeye devam etti.  Ukrayna’daki savaş, artan fosil yakıt fiyatlarına kıyasla daha avantajlı olan yenilenebilir enerji seçeneğini gündeme getirebilirdi ama tam tersi oldu; 30 yıldır tüm iklim zirvelerini boşa harcayan “liderler” bu kez de o olağanüstü bütçeleri silahlanmaya ve yeni fosil yakıt projelerinin desteklenmesine yatırdı. 

Sonuçları ortada: Benzeri görülmemiş sıcaklıklar tarımdaki verimi düşürüp gıda krizini büyütürken, yağış düzenlerindeki kaymalar ve değişimler de bu tabloya eklendi, tüm insanlık günden güne büyüyen bir yıkıma terk edildi. 

Bir diğer büyük risk ise su krizi: Tatlı su kaynakları hızla azalıyor. 

Araştırmacılar, Orta Amerika’da, Güney Amerika’nın orta kesimlerinde ve Orta Asya’nın güneyinde büyük bir su krizi yaşanmasının beklendiğini duyurdu. Ayrıca Hindistan ve Afrika’nın da bu risk haritasına eklendiği görülüyor. Geniş kurak alanlara sahip Etiyopya ve Meksika’da ise su stresi milyonlarca iklim göçmeni yaratabilecek kadar güçlü hissedilecek. Ganj, İndus ve Brahmaputra gibi büyük nehirler buzul kayıplarına ve kar yağışındaki azalmaya karşı oldukça hassas sistemler oldukları için, bu bölgelerdeki yoğun nüfusun da iklim göçmenlerinin sayısını katlayarak artıracağı tahmin ediliyor.

Üçüncü risk faktörü ise deniz seviyesindeki yükseliş. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarına göre daha şimdiden erozyonlar ve tropikal siklonlar gibi afetlere yol açmaya başladı, yeraltı su kaynaklarının tuzlanmasına sebep oldu. 

Dördüncü faktör olan aşırı hava olaylarını ise dünyanın her yerinde bizatihi tecrübe ediyoruz.

Tüm bu eza ve cefa fosil yakıt endüstrisinin de aralarında bulunduğu bir avuç milyarderin ve onlardan beslenerek iktidarını kalıcı hale getirmeye çalışan otoriter liderlerin keyfinin daim olması için yaşanıyor. Geleceğimizi çalıyor, hepimizi bir yandan savaş makineleriyle diğer taraftan yoksullaştırıp açlığa iterek ölüme sürüklüyor, kendileri daha fazla kâr edebilsinler diye neyimiz var neyimiz yoksa göz dikiyorlar.

Böyle devam edemeyiz. Onları durdurabilecek tek bir güç var; iklim hareketinin, ‘hepimiz göçmeniz’ diyenlerin, açlığa itilen işçilerin, patriyarkayı dize getiren kadınların, LGBTİ+’ların, tüm krizleri en ağır şekilde tecrübe etmeye zorlanan herkesin, tarihin en büyük kitle hareketinde bir araya gelmesi…

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi) 

Bültene kayıt ol