Basın ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar getiren düzenleme TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçti. Düzenleme, ‘dezenformasyonla mücadele’ iddialarıyla gündeme gelse de görüldü ki düzenlemenin kendisi en büyük dezenformasyon aracı olacak.
Düzenlemeyi gündeme getiren AKP ve MHP, böylece “ifade özgürlüğünün güvence altına alınacağını’ dile getiriyorlar. Ama özünde, ağır bir sansür yatan düzenleme, sosyal medya haberciliğinin ve giderek haberciliğin ölüm çanları anlamına geliyor.
İki önemli nokta
Düzenlemenin iki önemli noktası var: Birisi, internet haber sitelerinin ve platformlarının iletişim adresi, ana sayfada, kullanıcıların kolayca ulaşabileceği şekilde bulunmak zorunda. Burada, faaliyet gösterdiği iş yeri adresi, ticari unvan, elektronik posta adresi, iletişim bilgileri ve elektronik tebligat adresi, yer sağlayıcının adı ve adresi gibi bilgiler bulunacak.
Bu, internet sitelerinin tıpkı süreli yayınlar gibi bir yayın tanımı içinde ele alınması anlamına geliyor.
Diğer önemli başlık ise ‘bilgi yayana’ hapis cezasının gündeme gelmesi. ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ diye bir suç uydurulup, bunun üzerinden bir baskı mekanizması devreye sokulmaya çalışılıyor. “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle yapılan haberlere” yönelik üç yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. “Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı” olarak tanımlanan bilgiyi, “kamu barışını bozmaya elverişli” olacak şekilde yayanlar bu hapis cezalarını alacaklar.
Bu düzenleme çok açık ki sadece sansürü değil, halkın gerçek bilgiye ulaşmasındaki en önemli öge olan ve Türkiye’de artık kırıntıları kalmış olan ifade özgürlüğünün ve özgürce yazabilmenin askıya alınması ve sansürle birlikte bir otosansür mekanizmasının devreye girmesi anlamına gelecek.
Kime göre “gerçeğe aykırı”
29. madde “gerçeğe aykırı” olarak tanımlanan bilgiyi yaymayı suç haline getirirken, çok iddialı davranıyor. Hangi gerçek? Şu anda bir dizi konuda iki gerçek var örneğin: AB ve ABD’nin Türkiye ekonomisinin başarılarını kıskandığı birilerinin iddiası, Türkiye’nin dünyada en kötü yönetilen ve en zor durumdaki ekonomilerden birisi olduğu ise aralarında Sosyalist İşçi’nin de olduğu başka platformların ve muhalefetin iddiası. Üstelik açık ki “ülkenin iç ve dış güvenliği”ne zarar veren, gerçeğin çarpıtılmış olan hali de ilkidir.
Bir başka örnek de açlıkla ilgili. Erdoğan, Mayıs ayının sonunda bir konuşmasında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Merkez Ofisi Açılışı ve Ustalara Saygı Ödül Töreni’nde “Şimdi birileri diyor ki ‘aç kaldık’ aç kalan falan yok” demişti. Oysa Tüketici Hakları Derneği tüketicilerin 25.5 milyonunun açlık, 51 milyonunun yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi verdiğini açıklamıştı. Türk-İş açlık sınırının 6 bin 17 lira olduğunu, asgari ücretin ise bundan bin 764 lira düşük olduğunu, yani asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin aç olduğunu açıkladı.
Bu durumda gerçeğin ne olduğuna ve kimin gerçeğe aykırı açıklamalar yaptığına kim karar verecek. Mahkemeler Erdoğan’ın ilk açıklamasını veri alıp, açlık sınırını asgari ücretin üstünde tespit eden Türk-İş internet sitesindeki haberi ‘kamu barışını bozmaya’ elverişli olmakla suçlayabilir. Fakat aynı Erdoğan üç gün sonra gençlerle gerçekleşen Dünya Tütünsüz Günü buluşmasında, “Bundan dolayı da çok rahatsızlar. Hem suluda artırıyoruz hem sigarada artırıyoruz…Aç, sefil geziyor ama onu almaktan geri durmuyor…Rakıyı almaktan, birayı almaktan geri durmuyor.” derken, insanların “aç” gezdiğini de ifade etmiş oldu.
İlk açıklama gerçekse, ikincisi değil!
Canımı sıkma hapse atarım yasası
Bu, tek kelimeyle isteğim dışında haber yapanı hapse atarım yasası. Gerçek ortadayken, örneğin Çiğdem Mater yurt dışında olmasına rağmen duruşmalara katılmak üzere Türkiye’ye gelmişken, hakkında hiçbir somut delil olmamasına rağmen Gezi davasından, üstelik kaçma şüphesi nedeniyle tutuklanmışken, yargısal alan iktidarla aynı hızda gerçekliğin bu kadar dışına çıkmışken getirilen bu yeni düzenleme, saf bir baskı aracından başka bir şey olamaz.
Enflasyon oranları, yargı alanında yaşananlar, dış politikada eleştirilen noktalar, iç politikada gerilim politikaları, kadın hakları, LGBTİ+ hakları, işçi grevleri ya da aklımıza gelen herhangi bir konudaki adaletsizlik “ülkenin iç ve dış güvenliğine zara vermekle” suçlanabilir.
Bu düzenleme bunu yapmanın aracıdır.
Bu sadece seçimlere giderken iktidarın gerçeklerin açığa çıkmasını engellemek için gündeme getirdiği bir yasa değildir. Bu, AKP-MHP ittifakının siyasal programının, son beş yıldır inşa ettikleri otoriter siyasi yapının doğrudan bir sonucudur. Sesi çıkan tek öge olarak, devlet ve devletin şimdiki politik eğilimlerinin propagandasını yapanların kalmasını isteyen, geri kalanların görüşlerini yaymasını neredeyse vatana ihanetle eş tutan bir siyasi iktidar pratiğinin yeni bir hukuksal düzenlemeyle güçlendirilmesi girişimidir.
Kuşkusuz skandalların, ekonomik krizin yarattığı adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin, iktidar içi zaman zaman açığa çıkan çatlaklar ve bu çatlaklardan açığa çıkan “derin ilişkilerin” seçim öncesinde gündeme gelmesi ve gerçeklerin teşhir edilmesinin engellenmesi isteği de bu yasanın ruhunda var.
Ama karşımızdaki aşırı sağcı bir iktidar bloku. Her uygulaması bu sağcılığın, yani kendi suretinde bir dünya yaratma arzusunun bir ifadesi.
Bu yasanın derhal püskürtülmesi bu yüzden çok önemli.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)