İklim dominosu: Taşlar harekete geçti

05.06.2022 - 15:02
Tuna Emren
Haberi paylaş

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Şubat’ta paylaştığı son değerlendirme raporu krizin yıkıcı etkilerini önleme şansımızın daha şimdiden düşmeye başladığına dikkat çekmiş, giderek azalacağına dair net bir uyarıda bulunmuştu. İklim krizinin yıkıcı sonuçlarını tüm gerçekliğiyle ortaya koymuş olsalar da IPCC’nin raporları ‘devrilme noktaları’ olarak bilinen, haklarında sınırlı bilgiye sahip olduğumuz bir dizi belirsizliği analizlere dahil edemiyor, bu nedenle yaşamsal öneme sahip bir kör noktayı dışarıda bırakmış oluyor. Dolayısıyla, “insanlık için kırmızı alarm” verdikleri raporlarında bile, yaşanacakların yanında çok hafif kalacak bir tablo sunuyorlar aslında. 

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan, iklim devrilme noktaları ve geri bildirim döngülerine odaklı başka bir rapor, IPCC araştırma gruplarının kimi öngörülerini pekiştiren, kimininse kabul edilemeyecek kadar ılımlı tahminler olduğunu gösteren yeni veriler paylaştı.

Geri bildirimler ve devrilme noktalarının girift ilişkisi

Küresel ısınma, örneğin kuzey yazlarında Arktik deniz buzunu eritirken, ısıyı yansıtan buzun yerini onu emen koyu okyanus suyu aldığında Kuzey Kutbu sistemi için yeni enerji girdisi yaratmış olur. Aslında buna “olumlu geri bildirim” deniyor ama “olumlu” olması sizi yanıltmasın, zira sağlıklı iklim koşullarında kendi kendini güçlendiren bir döngü olsa da içinde yaşamakta olduğumuz kriz koşullarında aynı süreçler bir iklim çöküşünü hızlandıracak şekilde işleyebilir. 

Geri bildirimler, öngörülmesi zor, doğrusal olmayan (ani) değişimlere neden olabiliyor. 

Geribildirim mekanizmalarının kritik eşikleri, nam-ı diğer devrilme noktaları arasında son derece karmaşık bir etkileşim bulunduğu için, bir tanesinin bile devreye girmesi, kritik sıcaklık eşiklerinin de aşağıya çekilmesiyle sonuçlanabilir. Böylesi bir domino etkisi, tüm geribildirim döngülerine hız kazandırdığı için, iklimbilimcilerin daha ileri bir tarihte yaşanacağını öngördükleri yıkıcı değişimleri 40-50 yıl öncesine çekme ihtimali doğuyor. Sözgelimi, 2007 yazında Arktik deniz buzunda yaşanan erime buzulbilimcilerin beklediğinden 100 yıl erken gerçekleşmişti. Bilimsel anlayışın onlarca yıl geriden geldiğini gördüğümüz diğer bir değişim de bu günlerde Antarktika'daki Thwaites Buzulu'nda yaşanıyor.

Ani değişikliklere yol açsalar da açmasalar da olumlu geri bildirimler, küçük bir değişikliğin daha kritik bir değişimi tetiklemesine neden olabilir ki bu da bir kritik eşiğin aşıldığı anlamına gelen ‘devrilme noktalarından’ bir ya da birkaçının devreye girmesiyle sonuçlanıyor. Yani sistem, baskı uygulayan yeni bir dış faktör (fazladan ısınma gibi) olmadığında bile, sınırı kendi iç dinamikleriyle aştığı bir kırılganlık noktasına ulaşıyor.

Hakkında bir şeyler bildiğimiz 9 geribildirim mekanizmasını şöyle sıralayabiliriz; 

  • Grönland buz tabakasında erime, 
  • Permafrost çözülmesi, 
  • Kutup altı (Boreal) ormanlarında tükeniş, 
  • Amazonlarda yaşanan yok oluş krizi, 
  • Batı Antarktik buz örtüsündeki buz kaybının hızlanması, 
  • Atlantik akıntısında 1950’lerden bu yana devam etmekte olan yavaşlama trendi, 
  • Mercan resiflerinin yitirilmesi,
  • Doğu Antarktika’daki Wilkes havzasında yaşanan buz kaybı, 
  • Kuzey Buz Denizi’ndeki deniz buzunun azalması.

Sürecin nasıl bir domino etkisi yarattığını şu örnek üzerinden ilerleyerek izleyelim: Kuzey Kutup bölgesindeki permafrost çözülmesi atmosfere karbondioksit ve metan salan bir tetikleyici olarak hem iklim krizinin boyutlarını büyütüp ısınmayı hızlandırır ve buna bağlı olarak da iklim felaketlerinin sayısını, sıklığını, şiddetlerini artırırken, hem de bir diğer geribildirim döngüsü olan Kutup altı ormanlarını giderek daha savunmasız hale getiriyor. Bir sistemi önceki durumuna geri döndürmenin imkânsız olabileceği bir histerezis (sistemin ani değişimlere direnç gösterip aynı hızla tepki verememesi) veya çatallanma yaşanmasına sebep olan bu tetikleyici unsurlar diğer Yer Sistemlerini de etkilemeye başladığında, onu bu kadar zorlayan unsurları devreden çıkarsak bile (yani örneğin ısınma faktörünü normal değerlere çeksek bile) eski haline geri döndürebileceğimizin bir garantisi kalmaz. 

İklim krizini sonlandıracak adımların ertelenmeye devam edildiği her gün o kritik eşiklere – üstelik günden güne hızlanarak- biraz daha yaklaşmış olacağız. Asıl sorun da bu zaten; ısınma 10 yıl önceki hızında kalmıyor, hızlanarak sürüyor. Hızlanması, deniz buzunun daha hızlı erimesi, Kuzey Atlantik akıntısının (AMOC) iyice yavaşlaması, Amazonların yağış düzeninin daha da kötüleşmesi, karbon fazlasını emen okyanuslar ve karasal yutakların giderek daha az karbon çekmesi demek. 

Şöyle de ifade edilebilir; kontrolünü yitirdiğimiz bir çöküşe tanıklık etmek istemiyorsak, bunun tam anlamıyla bir varoluş mücadelesi olduğunu fark edip, krize kriz gibi yaklaşmamız gerekir.

Hangi taşlar devrildi?

Yeni rapora göre, devrilme noktalarından üçü şimdiden tetiklendi. Kritik eşikler geçilmek üzere, hatta belki de çoktan geçildi. 

Kritik eşiğe ulaşan üç geribildirim mekanizmasının şunlar olduğu anlaşılıyor: i) Batı Antarktik buz örtüsündeki buz kaybı; ii) Mercan resiflerindeki tükeniş; iii) Kuzey Buz Denizi’ndeki deniz buzunun erime hızı.

Araştırmacılar, Grönland ve Batı Antarktika buz tabakaları ile AMOC ve Amazon ormanları arasındaki fiziksel etkileşimlerin devrilme unsurları ağını istikrarsızlaştırdığını vurgulayarak, “Grönland ve Batı Antarktika'nın devrilme sürecini geride bıraktığına dair bazı kanıtlar” bulunduğunu, emisyonları hemen sonlandırmazsak, bunun bizi ardışık olaylarla gelecek bir değişim olacağı düşünülen “Sera Dünyası” senaryosuna sürükleyeceğini belirtiyor. 

Hiçbirimiz bir Sera Dünyası’nda yaşamak istemeyiz. Bir dizi sistem değişikliğinin ısınmayı her koşulda devam ettireceği bir gezegensel eşik olan bu senaryoda 4 ila 5C’lik ısınma değerlerine ulaşmaktan kurtulamayız. Raporda dile getirildiği şekliyle, “Bu gezegensel eşiğe, 2C’lik ısınmada, hatta belki de 1,5C - 2C aralığında bile sürüklenme ihtimalimiz olduğu görülüyor.” 

Fosil yakıt emisyonlarını hemen şu anda sonlandırırsak, bunun Yer Sistemi’nde olumlu bir değişim süreci başlatması için gereken süre “en iyi ihtimalle 30 yıl” civarında. Devrilme noktası analisti Prof. Tim Lenton, elde edilen kanıtları yorumlarken, “gezegensel bir acil durumda olduğumuzu gösteriyor” diyor; “durumun hem riski hem de aciliyeti akuttur… Küresel bir çöküşten kurtulabilsek bile yıkıma yol açacak devrilme olaylarından kurtulamayabiliriz.” 

“Bu, insan uygarlığı için varoluşsal bir tehdittir.”

“Deniz seviyesinin 3 metreden fazla yükselmesine sebep olabilir”

Domino etkisini başlatan üç taşın, yani Batı Antarktika'daki Thwaites Buzulu, Kuzey Buz Denizi ve mercan resiflerinin devrilmiş olması, yenilenebilir bir dünyaya geçişi daha fazla erteleme lüksümüzün bulunmadığı konusunda çok açık bir uyarıdır.

13 Aralık 2021'de Thwaites Buzulunun önümüzdeki beş yıl içinde parçalanacağı ve muhtemelen de tamamen çökeceği öngörülmüştü. Yeni rapora imza atan araştırmacılar buzuldaki durumu şöyle özetliyor; “Son birkaç yılda, uydu radar görüntüleri, adeta bir otomobilin ön camındaki bir çatlakta olduğu gibi, aniden yüzlerce kola ayrılabilen birçok yeni çatlağın açıldığını gösteriyor.” 

Buzulbilimci Prof. Ted Scambos’a göre, “Muhtemelen on yıldan kısa bir süre içinde çok dramatik bir değişiklik yaşanacak.” 

Buradaki asıl endişe, sıcak deniz suyunun buzul tabakasının altına sızması ki bu da sonuçta buzulun aniden ve tamamen çökebileceği anlamına geliyor. Deniz seviyesini 65 santimetre yükselteceği bilinen böylesi bir erime, iklimbilimcilerin “kıyamet günü” dediği, net bir şekilde öngörülemeyen ama son derece yıkıcı olacağı bilinen senaryoyu gündeme taşıdı: Komşu buzullar da aynı havzayı kullandığı için, Thwaites'in ölümü tüm Batı Antarktika buz tabakasının (WAIS) kaybedilmesiyle, yani “deniz seviyesinin 3 metreden fazla” yükselmesiyle sonuçlanabilir.

Bir diğer domino taşı ise Kuzey Buz Denizi; raporda bildirildiği üzere, o da “ani bir değişim geçiriyor.” 

Bölgedeki deniz buzu 1980’lerde kapladığı alanın yarısına indi ve artık “çok inceldiği için hacmi de yüzde 75 azalmış oldu.” Arktik iklim uzmanı Mark Serreze, Kuzey Buz Denizi’nin en kötü durum tahminlerini bile geride bırakan durumunu yorumlarken "bu bir imdat çığlığıdır," diyor. 

Grönland'ın geleceği ve AMOC üzerindeki etkisi açısından da kötü bir haber. Kutupsal jet akımı, Kuzey Kutbu ve orta enlem koşulları arasında atmosferik bir sınır çizdiği için, akımın daha kıvrımlı bir modele dönüşmesi, Kuzey Kutbu'na fazladan ısı dalgalanmaları olarak yansıyor; “Sibirya'daki eşi görülmemiş sıcak hava dalgalarının” da “Alaska'da yaşanan orman yangınlarının da sebebi budur.”

Harvard Üniversitesi'nden Prof. James Anderson’a göre; 2022'den sonra Kuzey Kutbu'nda kalıcı deniz buzu bulma şansımız kalmayacak; “Kalıcı buzun %75-80'ini kaybettikten sonra iyileşebilme şansı kalır mı? Cevap, hayır.” 

Özetle, daha 2020'lerin sonunu göremeden, buzsuz bir Arktik yazına tanıklık edebiliriz. 

Burada yaşanan sınır aşımı permafrost çözünmesi ve Boreal ormanlarındaki süreçleri de tetikliyor, yağmur ormanlarının yağış modellerini dönüştürüyor; “Kuzey Kutbu ve tropikler arasındaki sıcaklık farkı o kadar azalacak ki hava durumu, atmosferik dolaşım ve yağış modelleri de bundan etkilenecek. Yeni bir ozon deliğinin oluştuğunu bile görebiliriz.” 

Devrilen üçüncü taş ise mercan resifleri. Avustralya'daki mercan resifleri ve mangrovlar da dahil olmak üzere, iklim sistemlerinin kilit unsurları arasında olan başlıca deniz ekosistemlerinin çökmeye başladığı anlaşılıyor; “10-15 yıldan daha kısa aralıklarla, düzenli olarak şiddetli ağarma olayları yaşanırsa, resifler kaçınılmaz bir ölüm sarmalına girer ve bir daha iyileşmeleri de zordur. . .Şu anda yaşanmakta olan şey bu.” 

Rapor, son 40 yılda Büyük Set Resifindeki mercanların üreme ve yenilenme kapasitesinin yüzde 89 oranında azaldığını gösterdi. İyileşme sürelerinin 10 yıldan fazla olduğu düşünüldüğünde, 1,2 - 1,5C aralığında bile yenilenme ihtimallerinin çok düşük olduğu söylenebilir. 

Tüm taşlar devrilmeden…

Eski NASA iklim şefi James Hansen Aralık 2021'de şunları yazıyordu: “Bilim cephesindeki birkaç meslektaşımla birlikte, IPCC'nin eriyen buzullardan kaynaklı tatlı su enjeksiyonu riskini hafife aldığını düşünüyoruz. Bunun potansiyel bir sonucu, Antarktika buz tabakasındaki kütle kaybını hızlandıracak olan Kuzey Atlantik ve Güney Okyanusu sirkülasyonlarının devrilmesidir. Bugün doğan çocukların deniz seviyesinin birkaç metre yükseldiğini görebileceği bir gelecekten bahsediyoruz.”

Bu rapor, bazı devrilme noktalarının daha şimdiden, yani içinde bulunduğumuz 1,2-1,5C'lik ısınmada yaşandığını, 1,5C eşiğinin geçilmemesi için elimizden gelen her şeyi yapmak zorunda olduğumuzu gösterdi; “Mevcut ısınma düzeyinde bile, bu sistemler niteliksel olarak farklı durumlara geçmeye devam edecek.” 

“Sistem düzeyindeki değişiklik tahmin edilenden daha hızlı gerçekleşiyor. İncelenen her durumda, ani değişimlerin yirmi yıl önce öngörülenden daha erken ve/veya daha hızlı gerçekleştiği anlaşıldı.” 

“2001 tarihli IPCC raporu, Grönland ve Batı Antarktika buz tabakalarının 2100 yılına kadar önemli bir kütle kaybı yaşamayacağını öne sürmüştü ama her ikisi de şimdi devrilme noktalarında.” 

Dünya iklim sistemi ani bir değişim geçiriyor. Ve bunun faturasını eşi benzeri görülmemiş iklim felaketleriyle, açlıkla, yoksullaşmayla, giderek daha da derinleşen toplumsal eşitsizliklerle ödüyoruz. 

Refahın az sayıda kişide yoğunlaştığı bir 'fosil yakıtlar ve krizler sistemi'nin iklim çöküşüne kendince bir yanıt üretebileceğini düşünmenin sonucu, son 30 yılın tüm iklim zirvelerinin boşa harcanmasıydı. Oxfam’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan raporu, Putin’in Ukrayna’yı işgali yüzünden büyüyen enerji ve gıda krizinin 2022’de 60 milyondan fazla aşırı yoksul yaratacağını gösterirken, petrol ve gaz devleri aynı günlerde rekor düzeyde kâr bildirimleri açıklamakla meşguldü. Milyonları yıkıma sürükleyen “başarılarından” kıvanç duyduklarını gösteriyor, kapitalizmin krizlerden beslendiğini kanıtlıyorlardı. 

Küresel iklim hareketinin sloganını unutmayalım: “Sistemi kökten değiştir!"

O köklü değişimi hemen bugün başlatabiliriz. İklim istihdamı tasarılarıyla gelebilecek bir yenilenebilir enerji dönüşümü paketinin maliyeti her ülkede geçerli olacak şekilde, 20 yıl boyunca her yıl toplam ekonominin, yani GSYH'nin yaklaşık yüzde 5'ine karşılık gelir. İşsizliği sonlandıracak, küresel ekonomiyi yenilenebilir enerjinin gücüyle dönüştürecek, yoksulluğu, açlığı tarihe gömecek bir değişimden bahsediyoruz. 

İnsanlığın geleceği, bugün atılacak o adımlara bağlı.

Tuna Emren

Bültene kayıt ol