Türk Lirası yılbaşından bu yana yüzde 17 değer kaybetti. Bunun yüzde 8'i son iki ay içinde gerçekleşti. Erdoğan, geçen yılın sonunda TL'deki düşüşü durduklarını söylemişti.
2018 yılında başlayan borç/döviz krizine karşı iktidarın çözüm yolu Merkez Bankası rezervlerini periyodik olarak satmak. Fakat özellikle büyük şirketlerin dolara olan ihtiyacının arttığı ve dış ekonomik koşullar ile politikalarda sorunların kronikleştiği koşullarda rezerv satma taktiği işe yaramıyor.
Kaynak sorunu
Türkiye kapitalizminin yapısal bir sorunu var: Kaynak yokluğu. İhtiyacı olan dövizi (Yaklaşık 450 milyar dolar dış borç gibi tüm hammaddeler ve küresel ticaret ürünleri dolar biriminde işlem görüyor) dış kredilerle sağlamaya alışmış olan AKP iktidarı, kredi musluklarının sıkıldığından bu yana ekonominin dönmesi için gerekli kaynağa ulaşamıyor.
Bu durum öyle bir noktaya ulaştı ki sadece şirketlerin dış borç ödeme dönemlerinde değil enerji ithalatı için gereken dövizin bulunamaması nedeniyle, piyasada az bulunan doların değeri artıyor, birçok başka etkenin itmesiyle birlikte TL'nin değeri düşüyor.
Küresel gelişmelerin etkileri ve iktidar politikaları
Son iki ayda ise bir dizi küresel gelişme ile birlikte kurdaki yükseliş eğilimi arttı. Öne çıkan etkenler şunlar:
- Küresel olarak yüksek enflasyon ve dünyanın en büyük imalatçısı Çin ekonomisi başta olmak üzere durgunluk (resesyon olasılıklarının artması). Buna karşılık, Amerikan Merkez Bankası, (FED) faizlerin yükseltilmesi ve para sıkılaştırması ile doların güçlendirilmesi silahını kullanıyor.
Politika faizlerini indirmeyi temel ekonomik doktrin olarak sunan AKP iktidarı, her ne kadar son faiz artırımlarında pas geçse de, son iki ayda FED kararları karşısında TL'nin değersizleşmesini önleyemiyor. Fakat rezerv satarak - 128 milyar doların buharlaşmasının nedeni - değer kaybını düşük tutmaya çalışıyor. Ancak bu yol bir kez çıkmaz sokağa varıyor. Merkez Bankası rezervleri, yaklaşık eksi 66 milyar dolar olan tarihi dibe yeniden yaklaşmış durumda. Tam da bu yüzden Türkiye kapitalizminin kredi risk primi zirvelerde dolaşıyor. Bakan Nebati'nin Londra'da finans çevrelerine ziyaretinden eli boş dönmesi kaçınılmazdı.
- Enflasyon sorunun üzerine Ukrayna işgalinin yıkıcı etkileri bindi. Başta enerji olmak üzere tüm hammaddelerin fiyatları tırmanışa geçti. Dolarla satın alıp TL ile satış yapan, birikmiş kredi borçlarını yine dolar üzerinden ödemek zorunda olan şirketler bu artışın maliyetini sürekli zamlanma olarak halka ödetiyor. Hem Bakan Nebati hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen, enflasyonun kısa sürede tek haneye ineceği iddiası imkânsız hale geliyor. Tarım ürünleri üretici fiyat endeksinin (Tarım-ÜFE) Nisan'da bir önceki aya göre yüzde 17,76 artarken, yıllık bazda yüzde 118,53 rekor seviyede yükselmesi, hem sıkı para politikaları hem de Ukrayna savaşının sonuçlardan biri.
Kapitalistlerin ihyası
Temel ürünler başta olmak üzere tüm ürünlerdeki fiyatlar artarken, faize karşı olduğunu iddia eden iktidar, Kur Korumalı Mevduat Hesabı altında servet sahibi azınlığın parasını yüksek faizle işletiyor.
20 Aralık 2021 günü kabine toplantısı sonrası açılan bu hesaptan ilk iki ayda yararlananlar 733 bini gerçek ve 24 bini tüzel kişi, toplamda 757 bin müşteri. Şubat'tan bu yana bu sayının kayda değer bir oranda arttığı söylenemez.
Türkiye'nin mutlu azınlığı, TL ne zaman değer kaybetse o kadar kazanıyor. Nisan ayında bütçeden kur korumalı mevduat (KKM) hesaplarına 4,5 milyar TL ödendi. Yıl sonuna kadar bu kişilere ve şirketlere bütçeden toplam 50 milyar TL ödenmesi beklenirken, son iki ayda artan değer kaybı ile bu rakam artmış olacak. Bütçe bizlerden kesilen vergilerden oluşuyor, yani KKM zenginlerine bizim paramız aktarılıyor.
Sosyal adaletsizliğe karşı mücadele
KKM ile zenginleri, kapitalistleri ihya etmek sosyal adaletsizliğin en açık örneği. Milyonlarca emekçi, açlık sınırının altında yaşarken ekonomi politikalarını sırf iktidarını uzatmak için temsilcisi olduğu egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda acımasızca uygulayan bir iktidarla karşı karşıyayız.
Kimlik ve kutuplaştırma üzerinden işçileri ve yoksulları bölerek iktidarı elinde tutan Erdoğan rejiminin yıkıcı ekonomik tercihleri karşısında işçilerin acilen ücretlerin artırılması ve yaşam koşullarının düzeltmesi için mücadeleye ihtiyacı var.
Ücret ve hak mücadeleleri ne kadar yaygınlaşırsa kimlik ve kutuplaştırma siyaseti o kadar geriler. Sendikalı işçiler birlik olup sosyal adaletsizliğe karşı mücadele ederse örgütsüz işçi kitleleri, yoksullar ve ekonomik koşullardan etkilenen alt sınıflar harekete geçecektir. Sendika ve işyeri aktivistleri, işçileri ve sendikaları mücadele için ikna etmelidir.
Volkan Akyıldırım