Canan Kaftancıoğlu ve acil demokrasi mitingi

13.05.2022 - 12:51
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

CHP İstanbul İl başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında siyaset yasağı getiren yargı kararı insanları çileden çıkarttı.

Şok ve dehşet operasyonu

Atılacak adımın niteliğini belirleyecek olan, iktidarın ne yapmakta olduğunun kavranmasından geçiyor. İktidar bir şok ve dehşet operasyonu peşinde. Kaftancıoğlu, bu operasyonun bir halkası. 2015 yılından beri örgütlenen ama özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le ilerleyen, geliştirilen, güçlendirilen bir strateji bu.

2015 yılında iki seçim arasında terörize edilen siyaset alanı Gülten Kışanaklar, Demirtaşlar, Kavalalar, Barış Akademisyenleri, KHK’lılar, HDP belediye başkanları, HDP milletvekilleri, Gezi davası, Kobanê davası, sabah operasyonları, Cumhuriyet gazetesi operasyonları, Aydın Enginlerin hapse atılması, Ahmet Şık’ın 2016 yılında bir kez daha gözaltına alınması, Özgür Gündem’le dayanışmak için nöbetçi editörlük yapan Büşra Ersanlı, Necmiye Alpay gibi isimlerin tutuklanması, Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, Enis Berberoğlu’nun, Atilla Taş’ın, Murat Aksoy’un tutuklanmaları, “sert” haberler yapan gazetecilerin tutuklanması, uzun süre hapis yatanların beraat ederken daha hapishane kapısından çıkmadan yeniden tutuklanması, Büyükada’da casusluk davası ve insan hakları aktivistlerinin göz altına alınması, tutuklanması…

Listeye herkes aklına gelen bir tutuklama hadisesini ekleyebilir ama herkes gözünü nasıl bir sabaha açacağını bilemeden uyuyor. Birçok sabah, şok eden ev baskınları, gözaltı, arama ve tutuklama haberleriyle uyanıyoruz.

Her biri birkaç yıl gündem olması gereken davalar, tutuklamalar, gözaltılar silsilesini her hafta yaşar hâle geldik neredeyse. 

Ezici çoğunluğu “adeta örgüt üyesi gibi” türünden cümlelerin geçtiği adeta savcılık iddianamesi gibi metinlerle haklarında tutuklama istenen insanların sayısı on binlerle ifade ediliyor. 

İktidar, hukuktan geriye hukuksal metinlerin bile kalmadığı bu hukuk cinayetlerine, iktidarını pekiştirme aracı olarak bakıyor. Bu “hukuki” adımla hem muhalefetin tüm saflarını korkutuyor hem de gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi hareketsiz kalmasını sağlıyor. Osman Kavala’nın hiçbir delil gösterilmeden yıllarca tutuklu kalması ve üstüne bir de müebbet hapse mahkum edilmesi, katılmadığı kesin olan toplantılara katıldığı iddia edilen ama kanıtlanamayan insanların 18’er yıl hapis alması, 2013 yılında atılan sosyal medya mesajlarının 9 sene sonra tutuklanmaya konu yapılması, bu muhalefeti şok ve dehşet içinde bırakmanın araçları.

Bu strateji müthiş bir propaganda mekanizmasıyla el ele ilerliyor tabii ki. Tutuklananlardan bir kısmı liberal, bir kısmı iş insanı, bir kısmı sinemacı, bir kısmı gazeteci, bir kısmı, bir bankaya para yatıran, bir kısmı darbecilikten tutuklanan, bazıları Fethullahçı darbecilikle bazıları PKK üyesi olmakla, bazıları PYD’nin propagandasını yapmakla, bazıları tam bir kokteyl terör örgütü tanımı içinde davranmakla suçlanan insanlar olduğu için yargısal otoriterizmin mağdurları arasına Çin Seddi çekiliyor.

Suçlamaların niteliği, suçlananlar arasına duvarlar örerken, her bir yargı kararı korku imparatorluğunun duvarını güçlendiren tuğla işlevi görüyor. Bu iktidar açısından çok dinamik bir süreç. Sürekli bir planlama, örgütlenme, bağlantılar kurma, taktik belirleme mesaisi harcanıyor zira. Bu taktiğin özünü, Türk usulü başkanlık rejimini eleştiriden muaf kılmak, eleştiriler üstü tutmak, sürekli şok içinde yaşayan ve dehşet duygusu içinde gezinen muhalefeti kımıldayamaz hale getirmek, iktidarın sınırlarını belirlediği aşırı sağcı zemin dışına taşma ihtimali bulunan tüm ciddiye alınabilir muhalefeti o sınırların içine geri itmek ve böylece girilen seçim süreci ikliminden kaybetmeden çıkmak oluşturuyor. 

İktidarın güvendiği

İktidar bu stratejisinde, yıllardır sağa çektiği siyaset zemininin muhalefetin düşünce alışkanlıklarını kesinlikle belirlediği yorumuna bel bağlıyor. İlk bakışta bu konuda yanılgı içinde olmadığını düşünebiliriz. Dış politika, muhalefetin hızla iktidarın dümen suyuna girdiği bir alan oluyor. Sınır ötesi harekatlar ha keza. İç politikada, göçmen konusunda yerlilik ve millilik konusundaki yabancı düşmanlığında muhalefet iktidardan daha berbat bir hatta. 1915’le yüzleşme konusunda iktidar belki bir adım daha “olumlu” bir noktada duruyor. Kürt sorununun çözümü konusunda muhalefetin bazı bileşenleri iktidarla sağcılık yarışı içindeler.

Ama iktidarla muhalefetin birleştiği asli zemin, değişimin sadece seçimle olacağı önermesi. İktidar bunu, gelişmelere sokakta tepki vermeyi darbecilikle suçlayarak ve provokasyon yaratma girişimi olmakla damgalayarak yaparken, muhalefet, parlamenterist hayallere aşırı bir şekilde teslim olduğu ve öte yandan da sokak eylemlerine dahil olarak iktidar tarafından deklase edilmekten korktuğu için yapıyor.

Muhalefet açısından buradaki ana çelişki şu: Demokratik, anayasal bir hak olan kitlesel eylem yapma hakkını terörle ilişkilendirmesinden korktuğu bir iktidarın, seçim sürecini demokratik kurallara göre düzenleyeceğine inanıyor. Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası veren bir yargının Kemal Kılıçdaroğlu’nu siyaseten yasaklı ilan etmesinin önündeki engel ne olabilir? CHP’nin il başkanına siyaset yasağı getirilirken, CHP’nin kendisine ne yapılmış olunuyor?

İktidarın güvendiği tam da bu. HDP’li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılmasında bu sınırın içinde nasıl debelendiğini gözlemlemiştik muhalefetin. Kılıçdaroğlu “anayasaya aykırı da olsa evet” diyeceklerini söylemişti. “Dokunamazsınız!” diyerek milyonları demokratik gösteri yapma hakkını kullanmaya çağırmamıştı. Bu, bugünkü iktidarın her nobranlığını CHP’nin bu tutumuna bağlamak anlamına gelmez. Elbette Kılıçdaroğlu kaplumbağa hızıyla ve keskin olmayan bir şekilde bu sınırları zorlamaya çalışıyor. Yine de ana eğilim çok açık ki seçime kadar bir tatsızlık çıkmasın politikasının izlenmesi yönünde. Oysa, seçimlere kadar bir tatsızlık çıkmasın taktiği, seçimlerin oldukça tatsız geçmesine neden olabilir.

Fırsat 1: İstanbul Sözleşmesi 

Muhalefet, bu açıdan bazı kritik fırsatları kaçırdı. Bu fırsatlardan birisi kadınların haklarını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını, iktidarı her açıdan köşeye sıkıştıracak bir politika ataklığın odağına çevirebilirdi. 

Fırsat 2: Covid-19 salgını

Muhalefet, pandemiyle mücadeleyi bütünüyle başarısız bir şekilde yürüten, özellikle pandeminin en şiddetli yaşandığı günlerde her adımıyla sermayeyi kollayan iktidarın tutumlarını, sağlık politikalarındaki yetersizliklerle birlikte eleştiren dev bir hareket inşa edebilirdi. Unutmamak gerekir ki pandeminin sonuçlarını çok daha şiddetli yaşayan ABD’de Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi milyonlarca insanın katıldığı eylemleri üstelik salgının en şiddetli günlerinde neredeyse bir halk isyanına dönüştürmüş ve Trump’ın yenilgisini hızlandırmıştı.

Fırsat 3: Gezi davası

En az üç milyon kişinin katıldığı hemen hemen bütün şehirlerde kitlesel bir özgürlük eylemi olan Gezi direnişinin bir darbe davası haline getirilmesine ve tüm baskının giderek Osman Kavala ve yedi arkadaşımızın sırtına yüklenmesine karşı kitlesel bir ses çıkartmadı.

Fırsat 4: HDP’li belediyeler ve vekiller

HDP’nin halkın oyuyla söke söke seçilmiş belediye başkanları ve milletvekillerinin yerlerine kayyum atanması, tutuklanmaları, muhalefet tarafından sadece HDP’lilere yönelik bir müdahale olarak görüldü. Kürtler ve sosyal şovenist olmayan sosyalistler ve demokratlar dışında kimse bu baskıcı girişime tepki göstermedi.

Fırsat 5: Açlar ordusunun oluşması

Muhalefet, gerçekte daha az netameli bir konu olan ekonomik kriz konusunda da sokaklardan uzak durdu. 2021’in Kasım ayında, iktidarın “faiz-enflasyon” denklemi, apaçık bir ekonomi yönetiminden habersizlik, arka arkaya alınan kararlar ve inşa edilmeye çalışılan rejimin inşa edilebilecek bir şey olmamasından kaynaklanan zincirleme hatalar ve illaki sermayeyi koruma telaşı, ekonominin temel bloklarının kırılmasına neden oldu. Bu kırılmanın maliyeti her zaman olduğu gibi yoksullara çıkartıldı. Krize çare diye üretilen her önlem bir yandan sermaye gruplarına kaynak aktarmak anlamına gelirken aynı zamanda yeni ve daha büyük bir krizi tetikledi. Muhalefet toplumun radikal bir şekilde fakirleşmesine karşı açığa çıkarttığı öfkeyi sokakta örgütlemek yerine, sokağa çıkma eğilimine karşı durdu. Sayısız fiili grevi, bölgesel ve merkezi mitinglerle ulusal çapta bir hareketin üzerinde yükseleceği bir harekete dönüştürmek yerine, yoksullara seçimleri beklemesini telkin etti.

Bir ihtimal daha var!

Oysa iktidarın, muhalefetin korkularına, hareketsizliğine, seçimlere ertelemeciliğine yönelik güvenini darmadağın edecek örnekler de var. Üstelik, o dönem ısrarla “örgütlenmesinin kendisi bile bir demokrasi şöleni gibi ele alınacak” bir miting önerirken, CHP, Berberoğlu’nun tutuklanmasına karşı “Hak-hukuk-adalet” yürüyüşüne indirgemiş olmasına rağmen, muhalefetin sokakta yığınsal buluşması örgütlenebilmişti. 

Hem Berberoğlu’nun özgürlüğü hem de daha sonra İstanbul seçimlerinin arka arkaya iki kez kazanılmasının arka planında, “Hak-hukuk-adalet” yürüyüşünün, milyonlarca insanın öfkesini ifade etmesi, giderek bu öfkenin simgesi olmasıydı.

Üstelik, o yürüyüş, iktidarın milyonlarca insanın eylemini kolayca “terörle”, “sokak kargaşası” çıkartmakla itham edemeyeceğini de göstermişti.

Bugünün 2017’den bir farkı var üstelik: mevcut iktidar, bir azınlık iktidarı. Yargı ve devlet organları üzerindeki denetimiyle bir hegemonya kurmaya çalışsa da siyaset, ekonomi, kültür, dış politika, iç politika, demokrasi, adalet, hukuk, eşitlik gibi tüm alanlarda dökülen bir iktidar. 

Mafya babalarının siyasetçileri tehdit edebildiği özel bir çürüme dönemi bu. Ama hiçbir mafya babasının iktidar alanında yaşanan çözülmeyi gizleyemediği bir dönem aynı zamanda. Bu yüzden bu dönem atılması gereken adım, giderek sıklaşan yargı hamleleriyle yaşatılan şok ve dehşet duygusundan kurtulmak. Tek tek insanları, tek tek muhalefeti bu şok durumundan kurtaracak olan, milyonlarca insanın da aynı duyguları yaşadığını görmesidir. Tek tek korkan insanların bir anda cesarete kavuşabileceği tek olay örgüsü, bir sandığa gidip oy verme çağrısı olamaz. Kendisi gibi insanlarla birlikte sokaklarda haykırmaktır. “Özgürlük işçilerle gelecek!” derken ima edilen de budur. Milyonların, demokratik eylemine ihtiyaç var. Sorun yaşayan herkesin yan yana gelmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyacı örgütlemek için uzak durulması gereken ise olumsuz kehanetlerde bulunma alışkanlığı. Evet! Sağcı ve daha aşırı sağa kayan iktidar, daha da aşırı sağa kayabilir ama bunu söylemek için Canan Kaftancıoğlu’nun seçilme hakkının ve “siyaset yapma” hakkının gasp edilmesini beklemek gerekmiyor. Ekrem İmamoğlu’nun yerine kayyum atanacağını söylemenin bir anlamı yok! Gülten Kışanak’ın yerine kayyum atandı, arkasından Selçuk Mızraklı’nın yerine kayyum atandı. Diyarbakır dev bir şehir, oraya kayyum atanabiliyorsa elbette İstanbul’a da kayyum atanabilir. Demirtaş gibi milyonlarca oy alan bir siyasetçi tutuklanıp siyaset yasağı getirilebiliyorsa diğer siyasetçilere de getirilebilir aynı yasak.

Bu muhalefetin kimseye faydası yok ve meşhur 6’lı ittifak güzellemesi yapmaktan ve her gelişmeyi seçimlere ertelemekten daha farklı değil. 

Bir sosyal medya hesabında yazıldığı gibi, Mayıs 2021 de, TBMM'deki HSK üye seçimlerinde AKP- MHP oyları seçim için gerekli çoğunluğu sağlayamıyordu. CHP-İYİP, AKP ile 3 üye karşılığında anlaşıp, üyelerin kura ile belirlenmesinden endişe eden AKP'yi rahatlattılar. Anlaşmada HDP dışlandı.

Bu muhalefetin sınırlarını artık herkes görmek zorunda. Kaftancıoğlu hakkında iyi bir sınavdan geçmiş görünseler de “şok ve dehşet hali” muhalefetin her yerinden dökülüyor. Bu, kuşkusuz ki, muhalefetin iktidarın sokak eylemleriyle kendisini yönelik tehdidinin bütünüyle yersiz olduğu anlamına gelmiyor. Bu, haklı yanları da olan bu tehdidin arkasındaki iktidar stratejisini görüp, buna gör adım atmanın önemine işaret eden bir vurgu olarak ele alınmalı. 

Sokak korkusundan kurtulmak zorundayız!

Kadınlar, LGBTİ+’lar, Newroz’da Kürtler, sendikasız işyerlerinde işçiler, sağlık emekçileri bu korku imparatorluğunun tuğlalarını sık sık sarsıyor. Tüm mağdurlar, milyonların hareketi içinde bir araya gelmeli ve meydan okumalı.

Karamsar kehanetlerden kurtulmak zorundayız!

Karanlık dehlizlerde yapılan planlamalar, milyonlarca insanın kendi eyleminin yarattığı sokakların şeffaflığında tuzla buz olmak zorunda. Kimsenin provoke edemeyeceği şeffaflıkta, netlikte, kitleselliğiyle tek tek muhalifleri koruyacak, herkese güven duygusu aşılayacak, iktidarın baş edemeyeceği bir demokrasi mitingi/yürüyüşü inşa edilebilir. Sadece CHP’nin yapacağı bir yürüyüş değil. Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a yürümüştü. Şimdi Türkiye’nin tüm illerinden Ankara’ya yasal bir miting yapmak için yürünebilir. 

Böyle bir miting, hem Canan Kaftancıoğlu’nun siyaset yasağını püskürtür hem yasaklı diğer siyasetçilerin özgürlüğünün kapısını aralar, hem milyonlarca yoksulun öfkesini açığa çıkartacağı bir alan olur hem de hepimiz emin olalım ki tüm çözümün adresi olarak görülen seçimin garantisi ve güvenliği bile böyle bir mitingin şimdiden örgütlenmesiyle sağlanabilir ancak.

Yürüyüş ve miting yapmak hâlâ bir hak.

Şenol Karakaş

Bültene kayıt ol