Azınlık iktidarının tehditleri işçi sınıfını bölmeyi hedefliyor

07.01.2022 - 15:50
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

2021 yılı iktidar açısından tam bir başarısızlık yılı oldu. Dış politikada Mavi Vatan tezi her düzeyde çöktü hem ABD hem Rusya’yla ilişkilerde istediği gibi at koşturma stratejisi hem ABD hem de Rusya’yla dezavantajlı duruma düştüğü bir ilişkiler silsilesine dönüştü. 2022’nin hemen başında görülen Omicron vakalarındaki artış salgınla mücadeledeki başarısızlığın bir göstergesi. 

Ekonomik krizi ise konuşmaya gerek yok, Türkiye’de her köşe başında, kahvede, toplu taşıma araçlarında, kurumların toplantılarında ekonomik kriz, iktidar elitlerinin garip ekonomi teorilerinin bedelinin milyonlarca yoksula nasıl ödetildiği konuşuluyor. “Faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezi hem faizin hem de enflasyonun yükselmesiyle, TL’nin pula dönüşmesiyle ve halkın hayat pahalılığı karşısında belinin bükülmesiyle sonuçlandı. 

Devlet idaresi, hukuk alanında yaşananlar, kurumların tek bir siyasetçinin emrine amade olması zaman zaman devlet işleyişini felç ediyor. İnsanlar iktidarın açıkladığı tüm verilere, büyük ihtimalle gerçek değil diyerek yaklaşıyor. Sokakta, pazarda yüzde 50-80 arasında hissedilen hayat pahalılığı TÜİK tarafından yüzde 30’larda gösterilebiliyor. Gerçi TÜİK’in iktidar indiriminden faydalanan oranları da rekor anlamına geliyor. Yoksulların mutfak, ulaşım, yakıt ve eğitim masraflarını karşılaması mümkün değil.

İktidarın 2021 yılında net bir azınlık iktidarına dönüşmesinin ardında bu gelişmeler yatıyor. Buna bir de Yıldız Önen’in çok iyi özetlediği gibi yüzsüzlük devrinin kapılarının sonuna kadar açılmasını eklemek gerekiyor.  Simite gelen zamdan habersiz bir şekilde “gerekirse simit yiyeceğiz” diyen, “gerekirse yarım ekmek yiyeceğiz” diyen, kış aylarında soğan ekmek yemenin faydalarını anlatan “sanatçılar” ve “gazeteler” iktidarın bir azınlık iktidarına dönüşmesi için ellerinden geleni yaptılar. Toplumun kahir ekseriyeti yüzsüz olmadığı için “aç insanlara aç kalmayı salık vermekteki yüzsüzlük” yoksulların öfkesinin artırıyor. Yoksulların önemli bir kesiminin AKP’ye oy verdiğini düşündüğümüzde, iktidarın azınlığa düşmesinin hangi sosyal öfkenin engellenemez etkisinden kaynaklandığını anlamak mümkün.

Azınlığa düştükçe, Erdoğan’ın üslubunda, öncekilerden farklı bir tınıya sahip olan bir değişiklik yaşanmaya başladı. AKP’lier, bir süre, aslında Erdoğan’ın öyle söylemek istemediğini anlatmaya çalışsalar da Erdoğan bu türden AKP’lileri hemen tekzip ederek, aynı tınıyı daha belirgin bir hale getirdi. 

Kılıçdaroğlu’na saldırı

Kemal Kılıçdaroğlu 2019 yılının Nisan ayında katıldığı cenaze töreninde saldırıya uğramıştı. AKP’lilerin ellerinden öpme yarışına girdikleri bir adam, Osman Sarıgün, Kılıçdaroğlu’na saldırmış ve yumruk atmıştı. Görüntüler saldırının organize olduğunu ortaya sermişti. CHP’liler Çubuk Adliyesi’nde verdikleri ifadede öldürülmek istendiklerini söylediler. Yumruk atılan sadece Kılıçdaroğlu değildi, “Evi kilitleyin, gömün, koyman” haykırışlarıyla saldıranlardan Ömer Faruk Sarıgün, CHP Ankara milletvekiline yumruk atmıştı. CHP’lilerin haklı bir şekilde linç girişimi dedikleri saldırıyı, Süleyman Soylu şöyle ele almıştı: “Bana sorsalardı gitmemelerini tavsiye ederdim."

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise saldırıyı şöyle değerlendirmişti: "Cenazeye giderken dikkat etmemiz gerekiyor." Saldırganlar yakalandığında, özellikle saldırıdan sonra kaçan Osman Sarıgün yakalandığında bir grup AKP’linin bu saldırganın elini öpme kuyruğuna girmesi şaşırtıcı olmadı. Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı, saldırganları değil, saldırıya uğrayanları kusurlu bulmuşlardı ne de olsa!

Akşener’e saldırı

2021 yılında Mayıs ayında Rize İkizdere’de taşocağı yapılmasına karşı direnişe geçen köylülere destek vermeye giden Meral Akşener ve yanındakiler yine bir linç girişimine maruz kaldı. Şehre “Burası Rize, laf ettirmeyiz reise” pankartları asıldı, Akşener Rize’ye gitmeden önce biyografisinde “Adalet ve Kalkınma Partisi” yazan bir bir sosyal medya kullanıcısı “Akşener, şu an İkizdere’de. Bu kadını orada öldürün. Akşener hainini orada taşlayın” paylaşımı yaptı. Linççi bir güruhun çıkarttığı kargaşa nedeniyle İYİP’liler Trabzon ziyaretini ertelemek zorunda kaldı.

Olaydan hemen sonra, Erdoğan, yine bazı AKP’lilerin “öyle demek istememiştir” diyeceği bir açıklama yaparak şunları söyledi: "Gelin hanıma çok ileriye gitmeden bir ders verdiler. Çayeli'nde de gerekeni yaptılar. Trabzon'a geçmeye kalktın, uçağa binip döndün. Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler. Bu ülkede ahde vefa diye bir şey var. Ahde vefa olmazsa bu millet affetmez."

Bir ay sonra Akşener Sivas’ta esnaf ziyareti sırasında sözlü taciz edildi, polisin araya girmesi saldırının fiziksel boyut kazanmasını engelledi.

AKP grup toplantısında gösterilen video

Alper Görmüş’ün yazdığı gibi, “27 Ekim’de yapılan AKP grup toplantısında Erdoğan aralarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Çubuk’ta sergilenen linç girişiminin de olduğu bazı görüntüleri izletmiş, üzerine de ‘Kılıçdaroğlu, 2023’te Türk milletinin zilleti tekrar reddedeceğini görecek ve tüm tehditleri için millete yeniden hesap verecektir’ ifadesini gömmüştü. Videoda Kılıçdaroğlu’nun ‘millet’e nasıl ‘hesap verdiği’ açıkken, sarf edilen bu sözlerin ağırlığı ortada. Nitekim Kılıçdaroğlu da bu videoyu ve sözleri, Erdoğan’ın taraftarlarına ‘yarım bıraktığınız işi bitirin’ talimatı olarak yorumladı.”

AKP’nin oyları azalıp ana akım muhalefet cesaretini toplayıp etkisini biraz olsun artırmaya başladığında AKP merkezinden siyasetin anormal kuralları içinde dahi kabullenmesi imkânsız olan açıklamalar gelmeye başladı.

Kara Salıdan sonra bu açıklamalara, grup toplantısında ana muhalefet partisinin linç edilme görüntülerini seyrettirip bunu bir propaganda alanına çevirme hamlelerine en tehlikeli olan tehdit eklenecekti.

Fakirden alıp zengine verirken

Ekonominin komutasında olanların pek de bir şeye komuta edemedikleri, “faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezinin yarattığı kaos ve yıkımdan anlaşıldı. Nas gibi kavramları kullanıp ekonomik gelişmelere dini temeller yaratmaya çalışanların tezleri, ekonominin gerçekleri karşısında tarumar oldu. Eylül ayında dolar 8,30 ve kredi faizi yüzde 22’lerdeyken Ocak 2022’nin ilk haftasında dolar 13,60, kredi faiz ise yüzde 36’larda. Nas faiz karşıtlığı ise bu iktidar Nas’ı hiç önemsemiyor demektir. Ekonomide kaos ve yıkım o kadar şiddetli ki bir zam kasırgasının altında inliyor emekçiler. Son 1 yılda buğday unu yüzde 85,6, ekmek yüzde 53,6 zamlandı. Son 4 yılda ise buğday unu yüzde 205,4, ekmek ise yüzde 156,3 zamlandı. Son 1 yılda süt yüzde 72,4, yoğurt yüzde 74,4 zamlandı. Son 4 yılda ise süt yüzde 158,6, yoğurt ise yüzde 118,0 zamlandı. Son 1 yılda yüzde 75,8 zamlanan ayçiçek yağı, son 4 yılda yüzde 231,7 zamlanmış oldu. Elektrik fiyatı son bir yılda yüzde 172,9 zamlandı. Elektriğe son 4 yılda yapılan zam yüzde 397,6 oldu. Başka bir deyişle elektrik fiyatı dört yılda dört kat arttı.

Kara Salı adı verilen, iktidarın ekonomik politikalarının toplumun büyük çoğunluğu açısından yıkım anlamına geldiği dönemeçten sonra, hem genel olarak muhalefet ama hem de özel olarak işçi muhalefeti sokağa çıkma yönünde güçlü bir eğilim sergilemeye başladı. Yaşanan sert fakirleşme, alım gücünün radikal bir şekilde düşmesi, yoksulluğun hızla yaygınlaşması, insanların ay sonunu değil ayın ilk haftasını görecek hallerinin kalmaması sokağa dökülme duygusunu da güçlendirdi. 

İktidar ne kadar ekonomik sarsıntıyı dış güçlere yıkmaya çalışırsa çalışsın, milyonlarca insan, yaşanan ekonomik sallantının iktidarın ekonomi üzerindeki kontrolünü kaybetmesinden ve ekonomik gerçeklerle, esas olarak da üzerinde yükseldiği piyasa kurallarına, kaynakları sermayenin çok küçük bir kesimine aktararak arkasını dönmesinin neden olduğunu görüyor. Doların artışını soranlara maaşını dolarla mı alıyorsun diyen bakanların kibrinden sonra, liranın dolar karşısında pula dönüşmesi ve enflasyonun hiper bir karakter kazanması milyonlarca insanı açlığa, soğuğa, barınma krizlerine iteliyor. Bu insanların sokağa çıkmak istemesinden daha doğal ne olabilir.

Sokak bir haktır

Erdoğan, ana akım muhalefet “sokağa çıkalım” gibi şeyler söylememişken, tersine muhalefet her krizin çözümünü seçimlere ertelemeye devam ediyorken, şu aşırılaştırılmış tehdit içeren konuşmayı yaptı: 

Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün 15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi evvelallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız. 84 milyonun her bir ferdini öz kardeşimiz olarak görerek bağrımıza basıyoruz. Gönül dilinden anlamayanlara, anladıkları dilden konuşmasını biliriz.

CHP-İYİP ittifakı diğer partileri de yanlarına alıp bir sokak gösterisi ya da miting düzenlemeyi hedeflemediklerine göre, Erdoğan bu konuşmayı kime yönelik ve niye yaptı? Yukarıda bu sorunun yanıtını vermeye çalıştım. Krizin sorumluları, halkın krizin faturasının sürekli olarak sırtına yüklenmesinden hoşnut olmadığının farkındalar. Kasım ayından beri sendikaların sokağa çıkması, işçi eylemleri, sol partilerin basın açıklamaları, emeklilerin, Kara Salı’dan hemen bir gün sonra kadınların sokağa çıkmaları, sokağın, bir sorun çözme alanı olarak görülmeye başlandığının kanıtları. İktidar bunu istemiyor. Çünkü sokağa çıkanlar ya da çıkacak olanlar sonuna kadar haklı olacaklar ve bu haklılık karşısında iktidarın söyleyebileceği hiçbir şey yok.

Üstelik, ekonomik krizin faturası sırtına yüklenenler sadece CHP ve İYİP ya da HDP seçmeni olan insanlar değil, AKP’ye oy veren yoksul kitleler de krizi tüm şiddetiyle yaşıyorlar ve son seçim anketleri, AKP tabanının AKP liderliğinden hızla koptuğunu, henüz şu ya da bu adreste birleşmese de geri dönüşsüz bir şekilde AKP’ye veda ettiğini gösteriyor. Sokaklarda milyonlarca insanın eylem yapması ve “ekmek ve iş” diye haykırmaya başlaması iktidarın tabanındaki yoksulların bir kesimi üzerinde de sarsıcı bir etkiye sahip olacaktır.

İktidar açısından bu etkiyi kırmanın yolu, insanların sokaklarda hakkını aramaktan vaz geçirmesine bağlı. Sokaklarda hak aramanın kimsenin tahmin edemeyeceği etkileri, hiç kimsenin öngöremeyeceği bir yayılma gücü vardır. Sağlık çalışanlarının eylemleriyle ilgili tartışırken anlatmaya çalıştığım gibi:

Sağlık çalışanlarının ani hareketlenmesi, tüm emekçiler açısından önemli bir örnek oluşturuyor. Bu hareketlenmenin üç temel öğesi var: Birincisi aşağıda büyük bir kıpırdanma var ve bu kıpırdanma her türden liderliği sokağa ve harekete iteliyor. İkincisi, sorunun ortaklığı tüm sağlık çalışanlarını birleşik mücadeleye doğru iteliyor. Eş zamanlı eylem kararları, tıpkı asgari ücret konusunda uzun zamandır yan yana gelmeyen Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in eş zamanlı açıklamaları gibi bu aşağıdan birleşik mücadele basıncının ürünü. Üçüncüsü ise devlet yönetimini yapboz oyununa benzetenler büyük bir hata yaptı: İşçi sınıfının haklarıyla oynamak Merkez Bankası, bakan ya da bürokratları atıp yenisini atamaya benzemez. Bir gün içinde tüm sağlık personeline 1000 lira iyileştirme kararı almaları ve bunun eylem ilanlarının hemen sonrasına denk gelmesi, aşağıda biriken öfkenin bir harekete dönüşmesinin gerekli olduğunu savunanlara çok güçlü bir propaganda şansı verdi.

Üstelik, iktidar bir konuda yanılıyor. 15 Temmuz’da sokağa çıkan ve darbecileri püskürtenleri arka bahçesi olarak görüyor. Oysa o gece sokağa çıkanların ne oranda iktidardan koptuğunu tahmin bile edemezler. 15 Temmuz’da hakları için, olduğu kadarıyla demokrasiyi savunmak için darbecilere karşı sokağa çıkanlar bugün hakları için, yoksulluğa karşı ve demokrasi için sokağa çıkacak olanlarla örtüşecektir. İktidar sözcüleri, ekonomik krizi bir milli kurtuluş savaşına çevirmeyi, 15 Temmuz’da sokağa çıkanların da milli bir dava için sokağa çıktığı fikrini sık sık vurgulamayı seviyorlar. Ama, içinde olduğumuz şey ekonomik bir kurtuluş savaşı değil. Ekonominin patronlar cephesinin çeşitli bloklarının kârlarına kâr kattığı, fakir büyük çoğunluğun bu patronlar daha da zenginleşsin diye daha da yoksullaştığı bir süreç. 15 Temmuz’da darbeye karşı sokağa çıkan bir işçi, bir ayda yüzde 40 fakirleşmeye karşı da sokağa çıkacaktır. Çünkü bu fakirleşmenin nedeni anlatıldığı gibi emperyalist saldırılar değil krizi tetikleyen, tüm kurumları tek bir kişinin iradesine bağlayan yönetim tarzıdır.

İktidarın sokak eylemleri ihtimaline yönelik söyledikleri, anayasal hakların çiğnenmesi anlamına geliyor öte yandan. Anayasanın 34. Maddesi “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor. İktidar, ya anayasal hakların çiğnendiği yeni bir rejime geçtiğimizi, bu hakların askıya alındığını söylemeli, bu hakları içermeyen yeni bir anayasa kaleme almalıdır. Yoksa, anayasada net bir şekilde yazılı haklarımızı kullanmamıza yönelik tehditlere bir son vermelidir.  

Üstelik, bugüne kadar hiç yapılmamış bir şeyi yapıyor bu iktidar. Daha fazla ekonomik hak, daha fazla ekmek, iş isteyen sivillerin, işçilerin üzerine başka sivil insanları salacağını söylüyor. Bunu Gezi günlerinde yüzde 50’yi zor tutuyoruz diyerek gündeme getiriyorlardı. “Yol ver gidelim Taksim’i ezelim” sloganlarını hatırlıyoruz.

Bu hamlelerin hepsi tehlikeli. Böyle bir gündem yaratmak, insanları tehdit etmek, işçilerin hakları için vereceği mücadeleyi darbeye benzetmek, sadece iktidarın tabanındaki erimenin sandığımızdan çok daha hızlı yaşandığını gösterir. Tabanının bir bölümünü konsolide etmenin bir yolu olarak, işçi sınıfını hem bölmeyi, hem de böldüğü bir kesimi düşman ilan etmeyi izlenebilecek tek politik taktik olarak görenlerin, tabanlarındaki erimeyi durdurması mümkün değildir.

İşçi sınıfının düşünce, gösteri, örgütlenme ve ifade alanlarında elde ettiği kazanımların her biri mücadele sayesinde var oldu. Anayasalara bu yüzden yazıldı. 

Muhalefet, bir işçi sınıfı siyaseti izlemekten uzak olduğu, dünyaya altı ay sonra göktaşı çarpacak olsa krizi seçimlerden sonra ele almayı önermeye yatkın olduğu için sokağa inmeyeceğini ısrarla söyledi. İktidarın kendilerini sokağa çağırdığını ve bu oyuna gelmeyeceklerini birbiri ardına açıkladılar. Hatta Kılıçdaroğlu sokağa çıkmak yerine demokratik yolları kullanacaklarını söyledi. Sokağa çıkmanın antidemokratik bir hamle olduğunu kim söylüyor? Haklarımız için sokağa çıkmak en demokratik yol değildir sadece, demokrasiyi güçlendirecek, kalıcılaştıracak, doğrudan demokrasiye en yakın olduğumuz, hep birlikte haklarımız için haykırdığımız ve anayasa tarafından garanti altına alınan bir yoldur. İktidarın yasakçılığına sokak eylemlerine öcü gibi yaklaşarak ortak olmanın alemi yok.  

Her şeyi seçimlere ertelemenin de. 

Şenol Karakaş

Bültene kayıt ol