Egemen sınıf Covid krizini neden bitiremiyor?

16.12.2021 - 10:47
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Birkaç hafta önce, tanınmış ekonomist Jonathan Portes’in şu sonuca vardığı bir makalesini okudum: “Covid Noel gibidir, Brexit ise ömürlük.” Brexit hakkındaki görüşlerden bağımsız olarak, böyle bir mantık yürütmenin gülünç olduğunu düşünmüştüm. Son Covid varyantı Omicron da yeni bir patlama yaratmaya hazır göründüğü için, bugünlerde çok daha absürt geliyor.

Wellcome Trust’ın direktörü Jeremy Farrar’ın, özgün virüsün Wuhan’da dolaşmaya başlamasından iki yıl sonra Guardian’da yazmış olduğu gibi, “Pandeminin sonuna yaklaşmak şöyle dursun, başlangıcından pek de uzaklaşabilmiş değiliz.” Kapitalist anaakımın savuşturmaya çalıştığı gerçek budur işte.

Boris Johnson, bu yakayı kurtarmaya çalışma çabalarının abartılı bir örneğini temsil ediyor. Aşılanma ve yüksek enfeksiyon seviyesinin oluşturacağı kombinasyona güvendi, sürü bağışıklığı elde etmek için yaz aylarında kısıtlamaları önemli ölçüde kaldırdı. Nihayetinde, Financial Times’tan Edward Luce’un ifade ettiği şekliyle, “Tek bir ülkede sağlanacak sürü bağışıklığının bir işe yaramadığı” gerçeğiyle karşı karşıya kaldı.

Peki, büyük kaynaklara hükmeden egemen sınıfların öncüleri Covid ile başa çıkmakta neden bu kadar zorlandılar? Bunun iki nedeni var.

Birincisi, kapitalizmin doğayı dilediği şekilde kullanabileceği bir meta olarak ele alması, onu bir hammadde deposu olarak görmesidir.

Kapitalizmin sorumlu olduğu çevresel yıkımın boyutları büyüdükçe, o oranda başvurdukları çözüm de teknolojik müdahale olasılıkları oluyor. Bunu en iyi görebileceğimiz yer, kapitalistlerin iklim krizini ele alış şeklidir.

Egemen sınıflar, fosil kapitalizmini ortadan kaldırmak yerine, ondan kaynaklı yıkımı telafi edebileceğine inandıkları bazı teknolojilerin ortaya çıkabileceği üzerine bahis oynuyorlar.

Aşılar da bir nevi teknolojik müdahaledir. Fakat yanlış anlaşılmak istemem; zira Covid-19’la mücadele edebilecek aşıların hızla geliştirilmiş olması sayesinde birçok hayat kurtuldu, dolayısıyla bu gerçekten muazzam bir bilimsel başarıdır. Güçlendirici dozu yaptırmak için de sabırsızlanıyorum.

Ancak doğanın, dinamik dönüşüm süreçlerinden oluşan karmaşık bir işleyişi vardır. Ve bu gerçek sadece gezegenimizde değil, yerkürenin küçücük bir yer kapladığı akılalmaz enginlikteki çoklu evrenler ölçeğinde geçerlidir. Virüslerin ortaya çıktığı, mümkün olduğunca çok sayıda hücreyi ele geçirerek yayılmaya çalıştıkları mikro düzeyde de bu işleyişten kaçış yoktur.

Dolayısıyla, doğal seçilimin, SARS-CoV-2 virüsünün her yeni varyantı, aşının hücrelerimizde oluşturduğu engelleri aşabileceği şekilde değişime uğratacağı da en başından tahmin ediliyordu. Hatta birçok uzman tarafından da böyle devam edeceği öngörülmüştü.

Omicron adı verilen varyantın o engelleri aşabileceği anlaşılıyor.

Doğa

Şimdi, başta belirttiğim nedenlerden ikincisine geliyoruz. Marx, insanların, insan dışı doğa ile esasen emekleri vasıtasıyla etkileşime girdiğini söylemişti. Ancak bu ilişki bizatihi egemen üretim ilişkileri tarafından yapılandırılır. Yani bir taraftan ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesinin yarattığı sınıf karşıtlığı, diğer taraftan rakip şirketler ile devletler arasındaki rekabet mücadelesi devreye girer.

Bunun anlamı, aşıların kâr odaklı üretilmiş olmasıdır – öne çıkan üretici olan Pfizer, aşının gelecek yıl sunulacak uyarlamasından 21 milyar sterlinin üzerinde gelir elde etmeyi bekliyor.

Bir yatırım analisti, Alman şirketi BioNTech tarafından geliştirilen Pfizer aşısını “yüz yılda bir denk gelebileceğiniz bir talih kuşu” olarak adlandırmıştı.

Dahası, aşıların dağılımı dünyadaki zenginlik ve güç hiyerarşisini yansıtıyor. Zengin ülkeler kendileri için çok sayıda aşı siparişi verirken virüsü Küresel Güney’de yayılmaya bıraktılar.

Financial Times’a göre, bugüne kadar, G7 ülkelerinde yaşayan nüfusun yüzde 66’sına iki doz aşı yapıldı. Afrika’da ise sadece tüm nüfusun yüzde 6’sı çift doz aşılanabildi.

“Yüksek gelirli ülkelerde uygulanan destekleyici dozu, yani üçüncü dozu yaptıran insan sayısı, düşük gelirli ülkelerde bir veya iki doz aşılanabilmiş olanların neredeyse iki katıdır.”

Bu inanılmaz eşitsizlik, yeni varyantların ortaya çıkmasına sebep olan koşulları da yaratır. Virüsün kendisini aşılanmamış bireylerde, bilhassa da bağışıklık sistemi zayıf olanlarda geliştirdiği biliniyor. Omicron’da görülen çok sayıda genetik değişime bakıldığında, virüsü daha öncesinde alıp iyileşmiş ya da aşılanmış bireylere bile tekrar bulaşabileceği görülüyor.

Tüm bunlardan çıkarılacak bir ders var. BM’nin dile getirmiş olduğu şekliyle; “Herkes güvende olana dek kimse güvende değil”.

Kapitalizm ölümcüldür. Ondan kurtulup doğa ile ilişkimizi yeniden düzeltene kadar hiçbirimiz gerçek anlamda güvende değiliz.

Alex Callinicos

Socialist Worker’dan çeviren TN.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol