Dönüşüm, milli bayram ve sosyalistler

03.11.2021 - 13:48
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

“Devlet,  belirli bir gelişme aşamasındaki toplumun bir ürünüdür;  toplumun kendi kendisiyle çözümsüz bir çelişkiye düşmüşlüğünün,  ortadan kaldıramayacağı giderilemez karşıtlıklara bölünmüşlüğünün kabulüdür.” Vladimir Lenin

Bir etnik kimlik nasıl oluyor da sol siyasetin bir sıfatı olup ve ‘’Türk Solu’’ gibi bir kavramsallaştırmaya bürünüyor ayrı bir tartışma konusu ama bu cenah her türlü yerli ve milli günü kutlamayı ve anmayı kendine görev bildiği için bu 29 Ekim’i de boş geçmeden milliyetçiliği göklere çıkarttılar. Üstelik buna da solculuk dediler. Bu 29 Ekim’de de gördük yaklaşık iki bin yıldır üzerine konuşulup tartışılan cumhuriyet ve demokrasi kavramları Kemalizm ideolojisiyle eş tutuluyor. Kemalizm, cumhuriyet, demokrasi yan yana kullanılarak yere göğe sığdırılamıyor. Bitti mi sözde solcuların milliyetçi, devletçi, bayrak ve vatan sevdalısı olduklarını bizlere gösteren gün? Resmi tarihte bayram olarak kutlanan her günün yanında bir halkın acıları var. Bu kadar çok acıya şahit olan bu topraklarda “milli bayramlar” pek biteceğe benzemiyor. Solun bazı kesimlerinin milli bayram kutlama sevdasının da.

Ulusalcı solculuk 

Bundan tam 11 yıl önce 12 Eylül 2010 tarihinde üniversite üçüncü sınıfta bu yukarıda bahsettiğim gibi bir solcu olduğum için hâlâ tartışılan referandumda “hayır” oyu vermiştim. Çünkü devletçiliği, milliyetçiliği sosyalistlik sanıyor, bir yandan 12 Eylül darbecileri yargılansın diyor bir yandan da hayır oyu vererek onları koruyorduk. Devletin eleştirilemez olduğunu, işçi sınıfının faşistlerin yanında yer alması gerektiğini, Ergenekon davalarının bir an önce sona ermesini, bu davaları açanların da yargılanmasını istiyorduk, darbe çağrısı yapanlarla mitingler düzenleyerek onların darbe çağrılarına ayak uydurmak gerektiğini düşünüyorduk, Kürtler çatışma politikasının devamı çok sorun değildi. Yazık olmuş o zamanlarıma, ne kadar saçma şeyleri doğru diye kabul ediyormuşum. Sanırım Marx’ın bahsettiği üst yapı kavramı tam da burada kendini göstermiş, toplumsal ve ekonomik koşullar nasıl düşünmemiz gerektiğini de belirlemişti.

Milliyetçilik nasıl birleştiriyor?

Nasıl oluyordu sürekli birbirini eleştiren gruplar, örgütler, siyasi partiler herhangi bir “milli” anda bir araya gelebiliyorlardı? 2013 sonrası bende bu soruya yanıt ararken fikirlerim de değişmeye başladı, ezberler yerini fikri sancılara bıraktı. Üniversiteyi yeni bitiren Kemalist bir milliyetçi olan bana uykusuz geceler yaşatan, kitaplarının satır altlarını çizmekten kitaplarını ders notlarına dönüştürdüğüm Dr. İsmail Beşikçi’ye nam-ı diğer Sarı Hocaya, Dr. Fikret Başkaya’ya selam olsun.

Bu konuda o dönem okumalar yaparken Taha Parla’nın “Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm” adlı kitabı karşıma çıkmıştı. Kitabın birçok konudaki detaylı analizlerinden ziyade Metis yayınlarından Şubat 2020’de yeni baskısıyla okuyucuyu arka kapakta karşılayan şu cümleleri oldukça önemli.

"... Korporatizm, toplumu birbirlerini uyum içinde tamamlayan organlardan, meslek zümrelerinden oluşan bir organizma olarak görür. Hem liberalizmin bireyciliğini, hem de sosyal sınıfların varlığını, sınıf çatışmasını ve emek-sermaye çelişkisini reddeder. Türkiye’deki aşırı ve ılımlı sağ akımlar ve partiler, silahlı kuvvetler, klasik Kemalistler, “Kemalist Sol” ve “sosyal demokratlar”, ama aynı zamanda belli ölçülerde bazı sol gruplar, sahip oldukları temel düşünsel kategoriler bakımından bu korporatist şemsiyenin altındadırlar; kritik siyasi karar anlarında, birbirlerinden farklıymış gibi duran bütün bu siyasi çizgiler arasındaki o şaşırtıcı uzlaşmaların nedeni de budur.’’

Kemalist ideoloji ve özgürlük

Birbirinden farklıymış gibi durup da sistemin, devletin, Kemalist ideolojinin, resmi tarihin eleştirildiği yerde hemen bir araya gelip birbirine kol kanat gerenler bu milliyetçilerdir. Bunlar; laik dindar çatışması yaşarken bir halkın anadilinde eğitim alma hakkı konuşulduğunda kendi aralarındaki çatışmaları bir kenara bırakıp anadilinde eğitim isteyene güçlerini birleştirerek yüklenenlerdir. 

Bunlar, kutsadıkları sisteme zeval gelmesin diye yine aralarındaki farklılıkları, çatışmaları birden bırakıp sistemin resmi tarihine sarılanlardır. Ermeniler, Kürtler açısından çok sorun yok bunlara göre, İzmir’i Rumlar yaktı, Yezidiler, Keldaniler, Süryaniler, Aleviler mi? Bunlar da çok önemli sorun başlıkları değil. Kimlik meseleleri bunlar.

Ekonomik, Pandemik ve Ekolojik olarak üçlü krizin yaşandığı bu dönemde eski Türkiye övgüsü yaparak AKP karşısında muhalif olduğunu iddia eden bu partiler aslında yukarıda bahsedilen uzlaşmacı politik hattan başka bir şey değil.  Sağcı ve milliyetçi politikalarla ittifaklar kuranların ezberleri tam da burada kendini gösteriyor. Bir yanda AKP giderken yerine kim gelecek tartışması bir yandan Cumhurbaşkanı adayı kim olacak, yeni hükümet kimlerden oluşacak tartışmaları devam ediyor. Bu tartışmaların içinde kendine “sosyalist” diyenler ise koltuk, vekil arayışı içinde ittifaklara destek verme şartlarını olgunlaştırıyor. Sosyalistler gücünü; ittifaklardan, milli bayramlarda bayrak sallayıp, kutsal görülen devletçi geleneğin sözcülüğünden, devletten almaz. Gücünü sokaklarda örgütlenen kitlesel eylemlerden alır, bir fabrikada, iş yerinde başlayıp başka bir iş yerine kıvılcım olarak sıçrayan grevlerden alır.  Bir KHK’lının, bir işsizin, geçinemeyen milyonların “yeter artık açım!”  dediği yerde, bir mültecinin yaşama tutunabilme gücünden, bir kadının isyan gücünden, Bir Kürdün bir Ermeninin ben de varım demesinden alır. 

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol