Sorun göçmenler değil, sorun ırkçılar

28.07.2021 - 19:13
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Bir haftadır göçmenlere yönelik bir nefret dalgası örgütleniyor. CHP’nin Bolu belediye başkanından faşist ve yalancı bir profesöre, CHP’nin genel başkanından bilcümle ulusalcıya kadar, sosyal medya trollerinden, sosyal medyada Suriyelilerin düzenlemediği bir mitingi varmış gibi gösterip bir linç örgütleyenlere, oradan plajlardaki Suriyelilerin üzerine el bombası atmayı savunan kirli hesaplara kadar tehlikeli bir linç kampanyası inşa ediliyor.

Bu öyle bir kampanya ki, özellikle Kılıçdaroğlu ve İYİP’lilerin çizdiği sınır çizgisiyle birlikte, bugüne kadar amasız fakatsız göçmenlere sahip çıkanlar, milliyetçilere doğru kocaman bir geri adım attılar. Aşırı bir göçmen yığılması olduğu ve bu işin bir düzene oturtulması gerektiği, en popüler tez haline geldi. Afgan göçmenlerin gelişlerinde sayılar abartılmaya, göçmenlere harcanan paralarla ilgili yalanlar ortaya saçılmaya başlandı.

AKP'ye sağdan muhalefet 

İktidarın yanlış göçmen politikası, iktidarın bir dizi alandaki uygulamalarına duyulan öfkeyi örgütleyen ırkçılara bulunmaz bir fırsat sunuyor. Koca iktidar ittifakı cenahından “göçmenlere sahip çıkmalıyız” diyen tek ses Erdoğan’ın sesi olunca; göçmenlere sahip çıkan bizimki gibi her ses, iktidara can suyu olmakla eleştiriliyor. Böylece oluşan sağcı atmosfer, bir yandan göçmenlerle dayanışma örgütlemeye çalışanların saflarında, “Ama burada da bir sorun var” şüphesini uyandırarak gedikler açarken, diğer yandan göçmen dayanışmasını örgütlemeye çalışanlar, muhalefetin iktidarı göçmen politikası üzerinden sıkıştırma stratejisine çomak sokmakla suçlanmasına neden oluyor.

Öncelikle, göçmen sayısında son dönemde bir patlama olduğu iddiası kelimenin tam anlamıyla bir balon. Bu gerçek değil. İktidar cenahı bunu açıkça itiraf ediyor, Van sınırında göçmen geçişlerini engellemek için 300 km’lik duvar örmekten söz ederken, göçmen girişlerinde olağanüstü bir artış olmasa da bu yönde bir toplumsal duyarlılık oluştuğunu söylüyorlar. Daha önce de, İstanbul Sözleşmesi’nin eşcinselliği teşvik ettiği yönünde bir algı geliştiğini, halbuki Sözleşme’nin böyle bir içeriği olmadığını bildiklerini söylemiş¹ ve bu sığ, geri ve sağcı algıya teslim olmuşlardı. 

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı, Türkiye'de yıllara göre kayıt altına alınan göçmenlerle ilgili tabloda, Afgan göçmenlerin yıllara dağılımı ve sayısı şöyle veriliyor:²

2014: 12.248

2015: 35.921

2016: 31.360

2017: 45.259

2018: 100.841

2019: 201.437

2020: 50.161

2021 (7 Temmuz'a kadar): 25.643

Göç İdaresi verilerine göre 2021 yılında, 7 Temmuz itibariyle kayıt altına alınan toplam göçmen sayısı 62.687. Afganlar, 25.643 ile bu kişiler arasındaki ilk grubu oluşturuyor. Afganları sırasıyla Suriye, Pakistan, Özbekistan, Irak, Bangladeş, Türkmenistan, İran, Somali ve Filistin'den gelenler takip ediyor. İçişleri Bakanlığı'nın bu verileri, 7 Temmuz itibariyle Afgan göçmen sayısında önceki yıllara göre ciddi bir artış olduğu iddiasıyla örtüşmüyor.

Irkçılar yalan söyler 

Fakat, göçmen düşmanları açısından bu bir sorun değil, buna benzer veriler yıllardır apaçık ortada durmasına rağmen, ısrarla yalan söylemeye devam edebiliyorlar. Sözcü gazetesi ve Ümit Özdağ bu konuda, göçmen düşmanlığı yapmak konusunda birinciliği kimseye bırakmıyor. Karşı karşıya olduğumuz öyle sistematik bir yalan ki, Rahmi Turan adındaki Sözcü yazarı, “Afgan istilası”ndan söz edebiliyor. Afganistan’da zulümden kaçamayıp yakalan ve öldürülen bir komedyenin son anlarının videosunu izlemeye dayanabilenler izlesin. Bir şey söylemeye çalışırken tokatlanan Nazar Mohammad’in son görüntüleri bunlar. Sonra öldürüldü. Suriye’de ya da Afganistan’da insanların bir eli yağda bir eli baldaymış gibi yazan çizenler, yalan söylüyor. Göçmenler, dünyanın en zor işini yapıyorlar; ölüm, açlık, yoksulluk, şiddet ya da tecavüzden kaçmak için; doğup, büyüyüp şekillendikleri, her şeyleri olan yerleri bırakıp yine ölümü, dolandırılmayı, şiddeti, tecavüzü ve eğer Türkiye sınırlarından içeri girmeyi başarabilirlerse ırkçı kibri ve hakaretleri göze alıp, hayata hemen hemen sıfırdan başlayan insanlar. Bizim sınıf kardeşlerimiz, aynı yoksulluğu derece farklarıyla yaşadığımız insanlar. 

Nezaket maskesi ardında göçmen düşmanlığı 

Göçmen düşmanları, göçmenleri hedef tahtasına oturtarak, işçi sınıfının tüm odağını dağıtıyorlar. Şimdi, göçmen düşmanlığı yeni bir zafer kazanmak üzere. Göçmenler kitleler halinde ölseler memnuniyetlerini gizlemeyecek olan ırkçılar, göçmen düşmanlığını kibar bir şekilde ifade etmeye başladılar: “İnsani bir şekilde evlerine dönsünler!”

Yani kovuyorlar ama dövmeden atacaklar evlerinden!

Söyledikleri bu! 

Bu bir zoka ve hemen herkesin bu zokayı yutması utanç verici. Göçmenleri kibar bir şekilde evlerine yollayacağız demek, gitmek istemeyen göçmenleri kibar olmayan şekillerde yollayacağız demektir. Önce ırkçı propaganda makinesini çalıştırıp aşırı bir göçmen akını varmış gibi bir bakış açısını hâkim kılıp, ardından göçmenlerin kovulması konusunda bir anlayış birliği oluşturuyorlar. 

En berbat ırkçısı, bunu, Türkiye'de yaşayan ve cumhuriyet nüfus kâğıdını taşıyanlara “Kendine Türkiyeli demeyeceksin, biz Türk’üz” diyerek yapıyor; en kibarı, göçmenler girişte kayıt altına alınmalı, göç eden sayısı sınırlanmalı gibi açıklamalarda bulunuyor ve çok okunan gazeteciler, artık bu göçmen meselesinin aşırıya kaçtığını, bir orta yol bulunması gerektiğini söylüyorlar.

Bu bakış açısının tüm versiyonlarının temel sorunu, göçmenleri, işçi sınıfının bir parçası olarak görmeyen, “yabancı” olarak gören, birlikte yaşayacağı sosyal bir dinamik değil, kendi “biricik” varlığına tehdit olan bir dış güç olarak ele alan, milliyetçi yaklaşımın çeşitli basamaklarından başka bir şey olmamaları. Bu milliyetçi, her zamanki gibi bir dış gücün varlığına, bir tehdidin ölümcül basıncına karşı “aynı gemideyiz” teranesiyle şişirdiklerinin farkında değiller. Göçmenler var bir, bir de Sabancı’sından Ümit Özdağ ve Sözcü gazetesine, Erdoğan’ından Kılıçdaroğlu ve İYİP’lilere, evlerine tıpış tıpış dönecekler diyeninden Suriyelilerin kafalarına el bombası atmak gerektiğinden söz edenlere, göçmenlerin beyaz donlarıyla “denizlerimize” girdiğinden şikâyet edeninden göçmen işçilerin işlerimizi elimizden alıp göçmen kiracıların ev kiralarını yükselttiğini söyleyenlerine kadar, bir “biz” varız. Göçmenlere karşı “biz”. Oysa Suriyelilerin beyaz donlarıyla denize girdiğini söyleyen ırkçı başı, bundan on sene önce de kara donlu kara kuru insanların, varoşlardan gelen Müslümanların daha çok denize girmesinden şikayetçiydi. Kendisi gibi olanlar dışında kalanların tümüne denize girmek yasaklanmadan ruhundaki şeytanları sakinleştirmesi mümkün olmayan bu insanlar “biz”in bir parçası. Sabancı, ülkesinde göçmen istemeyen Arzu Sabancı nezdinde, bu “biz”in bir başka parçası, faşistler bu “biz”in bir diğer parçası, Akşener ve Kılıçdaroğlu bir başka parçası.

Buna prim veremeyiz. Bu, “aynı gemide olduğumuz” iddiasına en iyi yanıtı, Bülent Somay vermişti: “

İnsan toplulukları kapitalizm varolmadan önce ‘milletler’ olarak bölünmüyorlardı. Kan bağı, dil, yaşam alanı, ortak inanç gibi parametrelere bağlı bir biçimde örgütleniyorlardı. Kapitalizm ise ‘millet’i icat etti: Belirli bir sermaye havzasının piyasa alanı, ortak dile, ortak ataya, ortak inanca, hatta ortak bir kültüre bile bağlı olmadan, ‘ulus-devlet’ olarak tasarlandı ve ortaya çıktı. Tabii ki bir arada durması için hiçbir doğal ya da tarihsel neden olmayan bu topluluklar bir harca ihtiyaç duyacaktı. Bu harç da 17. yüzyıl sonundan itibaren oluşmaya başlayan milliyetçilik(ler) oldu. Kavim mitolojileri alelacele ‘millileştirildi’, atalar bulundu, bulunamadığında icat edildi. Tarih tezleri ve dil teorileri üretildi. Yanlış anlaşılmasın, bunlar sadece Türkiye’de olmadı, tüm dünyada oldu, Amerika’da ve Avrupa’da başladı, kapitalizmle birlikte Şark’a ve Güney’e yayıldı. Ancak hepsini toplasanız dört yüzyıllık bir tarih bulabilirsiniz en fazla. Kısacası, ‘millet’, Allah vergisi, insanlığın fıtratında olan, tarih-ötesi bir şey değil; tıpkı milliyetçilik gibi insanlık tarihi açısından bakıldığında son derece yeni ve geçici bir oluşum. Asli değil sonradan olma, doğal değil yapay, gerçek değil hayali.

Irkçılık egemen sınıfın silahıdır 

İlk sermaye birikimini azınlık mallarına el koyarak yapan Sabancı ailesiyle ya da amacı ırkçı bir linç girişimi örgütlemek olan prof. ünvanı taşıyan ırkçılarla, seçim stratejisi olarak AKP’yi köşeye sıkıştırmanın yolunun göçmen politikasından geçtiğini söylenenlerle, göçmen düşmanlığıyla yabancı düşmanlığını tetikleyerek ve buradan hızla ırkçı zemine sıçrayarak linç havasına bürünenlerle serin sularda aynı konfor içinde yolculuk ettiğimiz bir gemi yok. Villalarından yoksullarla, sakin ol champ diyerek dalga geçen Sabancılar var bir yerde, diğer tarafta ise nüfus kağıdında ne yazdığından, hangi dili konuşup konuşamadığından bağımsız olarak aynı sömürü ve yoksulluk mekanizmasında sömürülen işçiler var. Sabancı “ülkemde göçmen istemiyorum” derken, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçileri bölüyor.

İşçilerin enerjisi gerçek düşmanlardan, yani ırkçılardan, göçmenlere kötülük etmek üzere bir linç iklimini örgütleyenlerden ve patronlardan, patronların çıkarlarının sözcülüğünü yapan iktidardan uzaklaştırılıyor, işçiler, işçi sınıfının bir başka kesimine karşı dolduruluyorlar. İşçi sınıfının açlığa, sömürüye, yoksulluğa, gelir adaletsizliğine, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellere, baskılara karşı öfkesi, bir grup ırkçının siyasi iktidarı köşeye sıkıştırmak için şişirdiği göçmen düşmanlığı nedeniyle bölünüyor.

İşte izin verilmemesi gereken bu.

Dayanışma, hemen şimdi!

Sosyalistlerin, Ümit Özdağ gibilerle hiçbir bağı yoktur; ama Afgan ya da Suriyeli tüm göçmenlerle yoksulluğun cenderesinde tüm dünyada ortak bir şekilde ezilmekten ve bu ezilmeye karşı birleşik bir direnişi örgütleme yeteneğinden kaynaklanan derin sınıfsal bir kardeşlik bağları vardır. Göçmenlere yönelik ırkçılık, Ermenilere yönelik ırkçılıkla, bu ise Kürtlere yönelik ırkçılıkla, LGBTİ+ düşmanlığıyla, kadın haklarına düşmanlıkla el ele gidiyor, bu düşmanlıkların her biri bir diğerini tetikliyor. Şimdi göçmenleri “dışsal” bir öğe ilan eden ırkçıların, aynı anda Kürtleri, Kürtçe konuşanları da “dışsal” bir öğe ilan etmesinin önünde hiçbir engel yok. Tek engel, göçmen karşıtı kitlesel ağlarla, ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı yaygın kampanyalar örgütlemek.

Bu kampanya, iktidarın göçmen politikasını, pazarlıkçılığını ve nasıl da ırkçılara kapı aralayan bir yaklaşıma tekabül ettiğinden yola çıkıp, örgütlü göçmen düşmanlığı yapanların, işçilerin ve ezilenlerin gerçek sorunlarının üzerini örttüğünü ve temel insan haklarının göçmen düşmanı seçim stratejilerine heba edilemeyeceğini merkezine oturtmak zorunda.

Göçmenler tartışmasında orta yol yok. Ya göçmenlere, “ama”, “fakat” diyerek yaklaşırsınız ve Ümit Özdağ gibilerin merkezinde olduğu göçmen düşmanı kampa destek verirsiniz ya da göçmenlerle bir ve aynı sosyal dokunun bir parçası olarak göçmen haklarını, göçmenlerle birlikte savunursunuz. 

Bitirirken, Cumhuriyet ve Sözcü gibi bazı gazeteler tarafından körüklenen göçmen düşmanlığı, sosyal medyada estirilen ırkçı fırtına; sadece göçmenlere fiziksel saldırıda bulunanlara, denize giren Suriyelileri bombalayacağını söyleyenlere cesaret vermiyor, bir de, üstüne üstlük, “O kadar seviyorsanız evinizde besleyin” diyebilen kibir abidesi ırkçılara kapı aralıyor. O kadar seviyorsan evine al besle diyen kibirli ırkçılar, çok zeki olduklarını düşünen ama düşündüklerinin tam tersi kapasitede insanlar. Ben çok seviyorum göçmenleri, göçmenlerin haklarını savunmak için elimden ne geliyorsa yaparım, ama milyonlarca insanın ilgilendiren bir sosyal hadiseyi evine al besle seviyesinde ele alanlar, devletlerin, sosyal hizmetlerin, belediyelerin ne işe yaradığını düşünüyorlar? Sorun tek tek bireylerin evine kimleri alacağı değil, sorun göçmenlerin, en temel insan haklarından faydalanıp faydalanamayacağı. Üstelik sanayide, ev işlerinde, çocuk bakımında, temizlik işlerinde, tarımda ve hayvancılıkta göçmen emeği kullanılıyor; buna ırkçı Bolu belediye başkanı dahil. Kendisine bakamayan insanlardan değil, etiyle, kanıyla, siniriyle insanlardan, çeşitli yetenekleri olan ama ne yazık ki doğup yetiştiği yerleri bırakıp kaçmak zorunda kalan insanlardan söz ediyoruz. 

İnanmayan, AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay’ın "İşverenler, yatırımcılar, sanayiciler Suriyelilerden çok memnun. Çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri çekin, bu ülke ekonomisi çöker" ifadelerine bakabilir. 

Bir yanda iktidarın politikası, hiçbir güvencesi olmayan ve neredeyse köle emeği gibi kullanılan bir göçmen emeği pazarı yaratan, tüm göçmenlerin haklarını ikincil plana atan siyasi yaklaşımı var. Diğer yanda ise bu politikalara şu sözleri söylemeye cüret ederek (“evinizde besleyin”ciler) karşı çıkanlar var: CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, 27 Temmuz’da yaptığı konuşmada, "Suriyeliler ve Afgan Mülteciler Türkiye'nin bir numaralı milli beka sorunudur. Başıboş mültecileri ülkeye kayıtsız sokanlar suç işlemektedir. Can ve mal güvenliğini tehlikeye atmaktadır" dedi.

Bize düşen; göçmenleri ağır koşullarda, güvencesiz, haklarından yoksun bırakarak sömüren ve AB ile pazarlık kozu olarak masaya yatıran iktidar politikalarına karşı, muhalefetin göçmen düşmanı, ırkçı siyasetlerine de taviz vermeden, Sabancı gibilerin açıklamasının da gösterdiği gibi burjuvaziye de hiçbir taviz vermeden, “ama” demeden, “fakat” demeden, göçmenlerle tavizsiz bir dayanışma örmektir.

Israrla göçmenlerle yaşamam ben diyenler de memleketi tapulu arazisi görmekten vaz geçip, varsa bağı bahçesi hanı hamamı satıp, Avrupa ülkelerinde göçmen olarak yaşayabilirler. Merak etmesinler, Avrupa’da yoldaşlarımız göçmenlerle dayanışmak için eskiden ülkesinde ırkçılık yapıyor muydu yapmıyor muydu diye sormuyorlar. 

Şenol Karakaş

[email protected]

1. “İstanbul sözleşmesi bir paket olarak algılanmaya başladı. Toplumda hoşnutsuzluğa yol açtı. Bunun kabul edilmesi aceleye getirildi. Avrupa normları ile bizim normlarımız aynı değil. Ben açıkça söylüyorum, (İstanbul Sözleşmesi’ne) karşı değildim. Bu Ak Parti’nin muhafazakar politikasıdır. Toplumdaki algıları değiştirebiliyorsanız, buyrun değiştirin. Toplumsal etkisi analiz edilmedi. Toplumda böyle algılanmaya başladı.” (BBC)
2.  https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57913874

Bültene kayıt ol