Esnaf kepenk kapatıyor, çiftçiler borç yükü altında, milyonlarca emekçi bir lokma ekmeğe muhtaç.
İktidar rakamlarla oynayıp işler yolunda gidiyormuş gibi yapsa da gerçekler ortada. Birleşik Metal İş Sendikası’nın araştırmasına göre, açlık sınırı son 18 yılda 6,6 kat arttı. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık 2681 lira harcaması gerekiyor. Barınma, eğitim, sağlık, eğlence, ulaşım, ısınma gibi giderler eklendiğinde, bu bütçe 9274 TL’ye ulaşıyor.
Üst üste gelen zamlarla, 2825 lira asgari ücret alan 16 milyon insan açlık sınırının altına itilmiş vaziyette. 3,5 milyon civarında insan asgari ücretin altında ücret alıyor. 10 milyonun üzerinde işsiz ve pandemi kısıtlamaları nedeniyle 2 milyon kayıtlı, kayıtsız kafe, bar, restoran çalışanı hiçbir gelire sahip değil. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği raporlarına göre, 2020 yılının ilk 8 ayında 54 kişi intihar etti. Mart ayından Eylül ayına kadar 100’e yakın müzisyen pandemi yasaklarından sonra eve ekmek götürecek iş bulamadığı için yaşamına kıydı.
Sınıfsal bir kibir
Siyasal desteği çıkar ve sermaye gruplarıyla sınırlı kalan iktidar, varlığını sürdürmek için tamamen sermayenin hizmetinde ve bu sınıfsal duygularını rahatlıkla dışa vurabiliyor.
AKP vekili Şahin Tin’in “Midesine kuru ekmek giriyorsa o zaman aç değildir demek ki” sözleri durumu iyi özetlemişti aslında. MHP’nin “askıda ekmek kampanyası” insanların ekmek alacak para bulamadıklarının itirafıydı.
Sınıfsal kibrin son örneğini törenlerle patates soğan dağıtırlarken gördük. açlığa yol açanlar emekçileri patates ve soğanla avutabileceklerini düşünüyor.
Derin yoksulluk
“Derin Yoksulluk” adlı çalışma grubunun İstanbul’un 34 ilçesinde sosyal güvencesiz, düzensiz, yevmiye ile çalışan 2000’den fazla ihtiyaç sahibi hanede yaptığı bir araştırmaya katılanların yüzde 53’ü daha fazla öğün atladığını, yüzde 49’u bazı besin gruplarına hiç ulaşamadığını, yüzde 14’ü ise gıdaya hiç erişemediğini söylüyor.
Birçok anne bebeğine mama yerine şekerli su veriyor, bebek bezi yerine poşet kullanıyor. Birçok aile temel ihtiyaçlarından vazgeçmeye başladı. Süpermarket raflarında alınan önlemler de artırılıyor. Bebek mamalarına, 5 litrelik ay çiçek yağına, tıraş bıçakları gibi pek çok ürüne alarm takılıyor. Yüz binlerce insan çöplerden, pazar artıklarından besleniyor.
Huzursuzluk artmakta
Öte yandan emekçilerden sermayeye doğru muazzam bir servet akışı var.
TÜİK verileri bile Türkiye’de gelir eşitsizliğinin hızla arttığını gösteriyor. En zengin yüzde 20’lik grup, toplam gelirden yüzde 46,3 pay alırken, en yoksul yüzde 20’lik grup ise sadece yüzde 6,2 pay alabiliyor.
İktidar ve çevresi muazzam bir zenginlik içinde yüzmekte. Pandemi sürecinin kötü yönetilmesi, düşük test ve aşı oranları emekçi kitlelerin iktidar nezdinde yaşam haklarının yok hükmünde olduğu kanaatini güçlendirmekte.
Tuhaf pandemi yasakları işçi sınıfına karşı bir sopa olarak kullanılmakta. Sendikal faaliyetler, gösteri, toplanma özgürlüğü kısıtlanırken “geçinemiyoruz, açız” diyen sesler baskılanmakta.
Ticaret Bakanının, piyasadan daha pahalıya dezenfektan sattığının ortaya çıkması, Merkez Bankası’na ait 128 milyar doların eritilmesi, Sedat Peker’in itiraflarıyla mafya, sermaye, siyaset nezdinde iktidar çevresinde oluşan çıkar ilişkilerinin ortaya serilmesi, hukuksuzluk, adaletsizlik emekçi kitlelerde huzursuzluğu arttırmakta.
Milyonların eylemi
Açlık dünya çapında can yakıcı bir sorun ve hükümetler pandemi sürecinde bile şirketlere trilyon dolarlar aktarırken, emekçiler için çok az şey yapıyorlar.
Türkiye en az sosyal destek veren Meksika’dan sonraki ikinci ülke. Kolombiya’da iktidarın yeni vergi yasasına karşı genel grev yapan işçiler “fakire ekmek yoksa, zenginlere huzur yok” diyorlar. Türkiye’de metal işçilerinin “işçiler açken, patronlara huzur yok” sloganı, işçi sınıfının açlık koşullarını değiştirmek için ihtiyacı olan tek şeyin milyonları içine katan birleşik mücadele olduğunu gösteriyor.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)