İktidar açısından ve AKP tarihi açısından yaşananların hem bir anlamı hem de bir sonucu var ve olacak. Anlamı şurada: Bu parti, çok uzun bir süredir, artık bir dava partisi değil. Hiçbir burjuva partisi bir dava partisi değildir; bu partiler çıkışlarında, zorunlu olarak bir davayı dile getirirler, bir mağduriyete ya da mağduriyet zincirine karşı politikaları savunurlar. Canlı bir parti olmanın, kitlesel destek bulabilmenin yolu budur ama her burjuva partisi aynı zamanda bir çıkar şebekesidir. Çeşitli çıkarlara sahip insanların ve grupların o partinin iktidar olma ihtimaline göre içinde kümelendiği yapılardır. Yükselen, bu açıdan iktidara doğru yol alan, özetle iktidar nimetlerini dilediği gibi paylaştırma yeteneğini taşıyacağı görülen partilere, ışığa uçuşan sinekler gibi uçuşan irili ufaklı çıkar odakları yapışır.
Davasızlık
AKP, son yirmi yıldır Türkiye’de ekonomik kaynakları nasıl paylaştıracağı konusunda siyasal karar alan asli merkez. Fakir fukaranın sesi, başörtüsü mağduru kadınların sözcüsü, mağdurların taleplerinin savunucusu olmak gibi iddiaları geride bırakalı, bir mağduriyet edebiyatını belagatle kullanarak oy toplama ve kitlesel bağlar kurma şansını kaybedeli çok oldu. AKP büyüyüp merkeze çöreklendikçe, çıkar odakları da AKP’de daha sağlam konumlar etme peşine düştüler. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası devlet iktidarının tek bir kişinin ellerinde toparlanması sürecinin düğmesine basılması ise, partinin ileri kadrolarının bütününe yanaşmanın hiçbir anlam taşımadığı yeni bir iklim yarattı. Kaynakların, üstelik küresel ekonominin dinamiklerine bağlı olarak daha rahat dağıtılabildiği ve bu paylaştırmanın nispeten kolektif bir tarzda yapılabildiği koşullardan, kaynakların dağıtımına tek bir kişinin karar verdiği ve üstelik sert bir kaynak krizinin yaşandığı koşullara gelindiğinde, davadan geriye kalanın, “dava” diye sürekli yüksek sesle bağırmak ve içeride ve dışarıda sürekli düşman aramak anlamına gelen, gerçekçi hiçbir temeli olmayan bir beka kaygısı anlatısı olduğu görüldü.
Artık her gün yeni bir örneğini gördüğümüz apaçık yolsuzluklar serisinin yaşanmasının ama yaşanmasından daha önemlisi, bu karmaşık yolsuzluk süreçlerinin arka arkaya gündeme gelmesinin nedeni, “dava”dan geriye kalanın, devlet üzerinden dağıtılan kaynakların daralmasıdır. Ticaret Bakanı'nın, kendi şirketinden kendi bakanlığına mal satma arzusunu gemleyememesini açıklamak tersi durumda mümkün değildir. Durum, ahlaki bir noksanlıkla açıklanamaz. Durumun açıklaması, çıkar şebekeleri açısından bir alışkanlık haline gelen davranış tarzının, liderlik etrafında kümelenerek kaynaklara el koyma geleneğinin, kaynaklardaki sert düşüşe rağmen aynı şekilde sürdürülmesidir. Bu mekanizma tüm kapitalist devlet işleyişinin kuralı olmasına rağmen, Türk usulü başkanlık rejimi bu yapıya daha önce eşi benzeri görülmemiş bir “ilginçlik” katıyor.
Her şey herkesin gözü önünde yaşanıyor
Her şey vatandaşların gözü önünde yaşanıyor ve her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Çeşitli bankalar kurup kaçanlar, kripto para şirketleri kurup kaçanlar, “pudra şekeri” çekerken görüntüsü sosyal medyaya düşenler, Covid-19 bahanesiyle içki satışı yasaklanmışken otellerinde içkili partiler yapanlar, çeşitli düzeylerde dolandırıcılık yapanların çeşitli siyasilerle fotoğraflarının boy boy paylaşılması, aynı siyasi parti kadrosunun birden fazla göreve atanıp inanılmaz maaşlar ve bir de “huzur hakkı” diye, bir insan cebinde taşıdığında bile çokluğu nedeniyle huzurunu kaçıracak olan aşırılıkta ödenekler alması… O kadar çok örnek var ki. Aynı inşaat şirketlerine sürekli olarak otoyol ve inşaat ihalelerinin verilmesi, büyük ihaleyi alan şirketlerin daha küçük olan taşeronları öne çekmesi, bütün bu ihale kurallarının sürekli değiştirilmesi, insanların gözüne soka soka doğal güzelliklerin aynı firmalar kâr etsin diye tarumar edilmesi, 80 bin kişinin yaşadığı bir yere 2 milyon yolcu devlet garantili havaalanı yapılması… Liste sonsuza kadar uzatılabilir. Bu listenin, bu kadar sert bir yoksulluğun yaşandığı bir ülkede “artık yeter!” diye, bizzat siyasi iktidarca durdurulamamasının nedeni, “dava”nın yerini basit muhasebenin almış olmasıdır.
Şenol Karakaş