Marksist.org kapanma günlerinde çok başarılı bir iş yaparak iktidarın çelişkili kararlarını günlük bir şekilde takip ediyor. Kapanma öncesinde yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde çok şaşırılmaması gereken uygulamalarla yüz yüzeyiz ama bu iktidarın başarılı olduğu tek bir alan var, insanları şaşırtabilmesi.
İnanılır gibi değil!
Örneğin piyasada çekle borç ödemeyi askıya alması, bu askıya alışın piyasaları felç ettiğini görüp, yasal olmayan mekanizmalarla bu düzenlemeyi kaldırdığını ilan etmesi. Hemen hemen aynı gün içinde atabiliyor bu adımları.
Örneğin, arada CHP’li belediyeler halk ekmek büfesi açmak istiyor ama iktidarın ilçe belediyeleri bunu engelliyor. Evet, halkın biraz ucuza ekmek almasını engellemeye çalışan bir iktidar bu.
Bir başka örnek turizm alanında. İktidar sözcüleri, turistlere her şeyin serbest olduğunu açıkladılar. Vatandaş rakı içmek isterse Ramazan ayı boyunca alamayacak ama lebalep dolu otellerde turistler, sadece turistler değil otellerde kalan halkımız da istediğini içebilecek. Hele sahilde kalabalık turist kafilelerinin denize girdiğini görüp, serin suların tadını çıkartmak için suya atlayanların vay haline! Hemen ceza yiyecekler.
Artık en iktidar yandaşı gazetecinin bile “aşı gelecek demekten vazgeçin, sıkıldık artık, aşı gelene kadar susun en azından” çıkışı yaptığı günlerde Cumhurbaşkanlığı düzeyinde kurulacak temaslar başarılı olduğu taktirde aşı olacağının mümkün olacağının görülmesi. “Tam kapanma” günlerinde halkın ezici çoğunluğunu aşılamaktansa, halka sokakları kapatıp, şirketlere ve altın yumurtlayan tavuk olarak görülen turistlere cömert olan garip iktidar uygulamalarıyla her gün yüzleşiyor. Bakanın birisi, turist gören vatandaşların aşılanacağını söylüyor. Ya parayı veren düdüğü çalacak ya da parayı verip düdüğü çalana görünür olmayı başarabilenler.
Bu arada 128 milyar dolar ne oldu sorusuna yanıt vermek üzere yapılan AKP tanıtım videosu, AKP yetkilerince yayından kaldırıldı. Sadece ekonomik alanda yaşanan krizi ve aşı krizi gibi pandemi yönetilmesinde yaşanan ağır sorunların yanı sıra kendi tanıtım videolarını da yönetmekte sıkıntı çekiyorlar.
Bu arada insanlar yoksulluktan, açlıktan ve çaresizlikten intihar ediyor. İnsanlara “kapan” dedikten sonra hiçbir yardım eli uzatılmadığında, yoksulluk hiçbir çözümü olmayan taşınamaz bir yük halini alıyor.
Tüm çelişkiler ise şu asli soruna bağlı olarak anlaşılır oluyor: 'İnsanlar eve kapanırken, inşaat şirketleri bütün doğal güzellikleri taş ocağına çevirmek için adım atacak, derelerini, doğalarını, ağaçlarını korumak isteyen köylülerin tepkisinden korunabilecekler.'
Böylece, tanık oluyoruz ki, evine ekmek götürmeye çalışan bir kişinin sokağa çıkma bahanesiyle motoru bloke edilecek, bir başkasının kafasına kaskla vurularak ceza yazılacak ama bir futbol maçı dolu dolu seyirciyle oynanacak.
Hangi sınıftan yanasın?
Bu çok açık çelişkiler, anayasal hakların toplumun bir kesimine yönelik olarak sistematik olarak çiğnenmesi, apaçık siyasal tutarsızlıklar, bu tutarsızlıklar hakkında açıklama yapması beklenen siyasilerin hiçbir açıklama yapmamaları, tutarlı olunan tek alanın tutarsızlığın sürekli kılınması olmasının bir dizi nedeni var. Bu düğüm düğüm olmuş sorunlar, tek tek siyasilerin iradesini aşan temellere sahip.
Öncelikle, bu iktidarın açıkça bir sınıfsal tercih yaptığını görmemiz gerekiyor. Bu iktidarın ideolojisi, politik kararları, ekonomik uygulamaları ve salgın günlerinde yaptığı her bir ekonomik-politik tercih net bir şekilde zenginleri koruyor. Hatta belki de patronlar sınıfının beklentisini aşan bir tercihle karşı karşıyayız.
İktidar ittifakının gidişatını bir yokuş aşağı giden bir kamyona benzetirsek, bu kamyonda artık frene basmanın imkansız hale geldiğini söyleyebiliriz. Fren patlamış olduğu için değil, elbirliğiyle kamyonu kullananların frene basması mümkün olmadığı için. “Eski Türkiye’den yenisine geçilirken” bazı ilişkiler sökülüp atıldı, bazı ilişkiler ise eski işleyişinden kopartılmadan yeniden inşa edildi. Hem eski çarklar hem de yeni çarkların bir işleyiş tarzı var. Eski alışkanlıklara yeni alışkanlıklar eklendi. Bütün iktidarlarla sermaye arasında kurulmuş olan bir ilişki gibi gözümüzün önünde yaşanan ama bir “içe kapalı-otoriter saray mekanizmasıyla” birlikte daha derin bağlar, daha kopmaz ve garip ilişkiler oluştu. Bir şirketin hem vergi borcunun affedilmesi, hem bu şirkete devlet desteği verilmesi hem de hemen her inşaat-maden ihalelerini bu şirket ve bu şirketlerle dost olan şirketlerin alması, defalarca ama defalarca ihale yasasının değiştirilmesini başka türlü anlamlandırmak mümkün olmaz. İlişkinin öbür tarafında, sadece tek bir sermaye grubu yok, birbiriyle ölümüne rekabet eden şirketler var. Sadece inşaatçılar-müteahhitler ve bu türden şirketle değil. Talepleri bitmeyen, sıraya girmiş, sırası çiğnenirse büyük sorun çıkartmaya aday sayısız patron var. Bunların sürekli krediye ihtiyaçları var ve bir para akışı ve sermayeye açılan sınırsız özgürlüklerin yarattığı bir alışkanlık, sermayenin sürekli yeni talepler üretmesine neden oluyor. Bunun sonucunda anormal bir durumu sanki bu olabilecek en normal durummuş gibi yaşıyoruz. Anormal olan şu: Türkiye pandemiyle mücadeleye en az kaynak aktaran iki ülkeden birisi Meksika’yla beraber. Vatandaşlarına kaynak aktarmıyor. Aktarılan ve ha bire övünülen ise zaten vatandaştan kesilen paralar. Kullanılan işsizlik fonu. Kaynakların yüzde 85’e yakını, sermayeye aktarılıyor. Örneğin ABD’de isteyenin istediği aşıyı olmasının yanı sıra, her vatandaşa 1400 dolar salgınla mücadele kapsamında para verildi. Türkiye’de aşı konusunda büyük bir kriz yaşanırken, yoksullara bir kaynak aktarıldığını söylemek mümkün değil. Yoksullara kaynak yok ama aynı sermaye gruplarına emekçilerin alın terinden kesilen paralar veriliyor. Türkiye salgınla mücadelede halkından para toplayan biricik devlet. Sermayeyle kurulan, onun kollanmasına dayanan ilişki anlamında frene basmayı artık olanaksız olduğu çok açık.
Merkezi değil bölünmüş
Frene basmanın önünde sermayeyle kurulmuş köklü ilişkilerinin dışında bir engel daha var. İktidar bir bakanının kendi şirketinden bakanlığa mal sattığını kabul etti. Ama bunun hesabını soramıyor. Ticaret Bakanı'nın görevine son verildi, kendisine teşekkür edildi ama kendi şirketinin ürünlerini kendi başında bulunduğu bakanlığa satması konusu geçiştiriliyor. Ömer Çelik, mesele hakkında, muhalefetin lafıyla iş yapmıyoruz diyebildi sadece. Siyasi iktidarın tek bir kişinin elinde bu derece yoğunlaşması, iktidara yakınlığa bağlı olarak ikbal peşinde koşmayı, yani şiddeti artmış bir kariyerizmi, bürokratik denetimde merkezi rol kapmanın tek aracı haline getirir. Tek bir kişinin bütün bir devlet idaresini günlük olarak kontrol etmesi mümkün olmadığı için, aslında merkezi ve sıkı gibi görünen, merkeze yakın olduğunu iddia eden merkez kaç odakların merkezi aralıksız çekiştirmesi bir gevşeklik olarak su yüzüne çıkıyor. Otoriter iktidarlar, iddia edildiği gibi sıkılık, merkezilik anlamına gelmez. Devlet baskısı dışında merkezileşen hemen hiçbir işleyiş olamazken, tersine, merkez kaç eğilimler, çok merkezlilik, keyfiyetin kurallar olarak algılanmasının merkez dışında da devlet yönetme tarzı haline gelmesine yol açar. Hindistan’da bugünlerde olan, Brezilya’da yaşanan, Trump döneminde ABD’de de şekillenmeye başlayan bir ve aynı süreçlerle karşı karşıyayız.
İktidar, bu gelişmelere rağmen, ayaktayız-yürüyoruz demek zorunda. Bunun tek yolu, kendisini kendi koyduğu kuralların üzerinde, hatta dışında görmesi. Hukukun ve kuralların kendilerine işlemediğini göstermeye mecburlar. 30 kişiden fazla bir katılımla bir cenaze töreni yapmak salgın kısıtlamaları şartlarında mümkün değilken, iktidar çevresinden yaşanan ölümlerin ardından düzenlene bazı cenaze törenleri tıklım tıklım oluyor. Aynı nedenle AKP liderliği sahillerde, açık havada insanların biraz kalabalık bir şekilde yürümesinden şikayet ederken kendi parti kongrelerinin tıka basa dolu olmasıyla övünebiliyorlar. Bu yüzden Ticaret Bakanı hakkında soruşturma yapılmıyor.
Ama bu işleyişin toslamak zorunda olduğu bir duvar var. Birisi seçim sınırı. Diğeri, her şey herkesin gözünün önünde yaşandığı için oluşan kızgınlığın yarattığı bir toplumsal sınır. İktidar bu sınıra çoktan dayandı.
Anketlerin acıklı bir şekilde gösterdiği, MHP’nin anayasa taslağının kamuoyuna yansıyan noktalarının da kanıtladığı gibi iktidar ittifakı çoğunlukmuş gibi davranan bir azınlık iktidarıdır artık.
Bu azınlık iktidarına karşı mevcut muhalefetin sönüklüğü ve nasıl bir muhalefet inşa edilmesi gerektiği ise önümüzdeki en temel tartışma konusu.
Herkes gelişen devasa kızgınlığın farkında.
MetroPOLL Araştırma'nın yayımladığı son ankete göre, toplumun yüzde 79’u pandemi sürecinde yapılan AKP kongrelerini doğru bulmadığını belirtiyor. Başka bir anket şirketine göre toplumun yüzde 74’ü ekonominin çok kötü yönetildiğini düşünüyor. Görülmesi gereken, bu sonuçların, iktidarın taban kaybetmesinin, bu kitlelerin demokratik, sol, sosyalist çevrelerin etrafında birleşmesi anlamına gelmediğidir. Mevcut iktidarın istenmediği giderek daha açık hale gelirken, istenenin ne olduğu bütün belirsizliğini koruyor. Bu belirsizlik ise iktidara, gerilemesine rağmen geniş bir hareket alanı veriyor. Bugün en küçük bir eylemi, toplumsal öfkenin ifadesi olan bir tepkiyi nasıl birleştireceğiz diye çaba göstermenin kritik bir önemi var. Bu olmadan işçi sınıfının kendine güvenini yükselmesi ve eylem kapasitesinin artması mümkün değil çünkü.
Şenol Karakaş